-

Atsız ve Necip Fâzıl: Felsefe’ye Şâirane Şamarlar

4 Mart 2012 Pazar yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar



“Türkler arasında şimdiye kadar az filozof yetişmesini, Türklerin muâkaleye yeteneksiz olmalarına yormamalıdır. Bu azlık, Türklerin henüz deneysel bilimlere, huzur ve rahatlık bakımından muâkeleyi olanaklı kılacak bir düzeye yükselmemeleriyle açıklanırsa, daha doğru olur.
Bununla birlikte, Türklerin felsefece geri kalmaları yalnız yüksek felsefe bakımından doğru olabilir: “halk felsefesi” bakımından Türkler, bütün uluslardan daha yüksektirler.” [1]
Ziya Gökalp
Felsefede Türkçülük
1: Malumunuz: Cumhuriyet döneminin Grand Theory’ci Türk aydınının felsefeyle münâsebet biçimi, kâhir ekseriyet îtibâriyle ‘dayanak toplayıcılığı’ niteliğinde olup, filozofluktan [: öğreti-üreticiliği] ziyâde, doksograflık [: öğreti-düzenleyiciliği] mertebesinde zuhûr eden bir münâsebet biçimidir. Yâni, Cumhuriyet dönemi Türk aydını, felsefeyi üretmekten ziyâde, tüketmiş, hattâ bâzen düpedüz ‘kullanmış’ bir aydın tipidir. Türk aydını nazarında felsefenin –bir ‘dayanak toplayıcılığı’ olarak sıklıkla kullanıldığı başlıksa, hiç şüphe yok ki Vatan Kurtarmak başlığıdır. [2] Aydınımızın ‘Vatan Kurtarmak’ başlığı altına yazacağı metnin muhtevasına –tesir kudreti ve ihtişam ilâve etmek nâmına- felsefenin ‘iş-görür’ kısmını zerk ettikten gayri, arta kalan kısmına/posasına pek de itibar ettiği görülmemiştir. Meselâ; Türkçülüğün ağababalarından Yusuf Akçura’nın “bize filozof değil, demirci lâzım!”  sözü, söz konusu pragmacı [: faydacı] ilgisizliğin tipik bir örneğidir. [3] Dolayısıyla; tıpkı Marksistlerin Pozitif Milliyetçilik-Negatif Milliyetçilik ayrımı [4] ve/ya Nietzsche’nin Yaşam İçin Yararlı Tarih-Yaşam İçin Zararlı Tarih ayrımı [5] misali, Türk aydını için de, bir Müspet Felsefe-Menfî Felsefe ayrımından söz etmek mümkündür.
2: Fikrimce; Türk aydınının işbu ayrımı [: müspet felsefe-menfî felsefe], onun felsefeye yüklemiş olduğu pejoratif [: kötüleyici, küçümseyici, aşağılayıcı] anlamların tabiî bir neticesidir. Bendenizin bu yazıdaki maksadı, Türk aydınlarınca felsefeye yüklenen pejoratif anlamlara, biri Nihâl Atsız, diğeriyse Necip Fâzıl şiirinden olmak üzere, iki örnek sunmaktır. Yâni; maksadım, Türk aydınına dâir öne sürdüğüm teze ilişkin örnekleri sâdece ve sâdece arz etmek olup, Türk aydınının felsefeye karşı takındığı pragmacı tutumu topyekûn tenkit etmek değildir. Dahası; maksadım, Nihâl Atsız veya Necip Fâzıl’dan herhangi birini –felsefeye karşı takındıkları tavırdan ötürü, ‘daha haklı’ veya ‘daha haksız’ çıkarmak da değildir. Velhâsıl: Bu yazı, ne self-oryantalist bir Türk aydını eleştirisi, ne de Türkçülük-içi bir ideolojik kamplaşma vesilesidir.
 3: İmdi: Evvelâ Atsız ve Necip Fâzıl’a ait anti-filozofik şiir[cik]leri hatırla(t)makla işe başlayabiliriz:
            Atsız  der ki [Şiir-I]:
                        “Anlamayız hayatı felsefeyle, ilimle;
                          Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı.” [6]
            Ve Necip Fâzıl der ki [Şiir-II]:  
                        “Birbirinin yanlışını çıkarmaktır felsefe;
                          Fezâda yönler boyu giden yollar, esefe…” [7]
4: Hilmi Yavuz –“Bir Şiirin ‘Şifre’si Nasıl Çözülür?” başlıklı yazısına [8], şu soruyu sorarak başlar: “Bir şiirin anlamlandırılmasında o şiirdeki bütün sözcüklerin belirli bir işlevi var mıdır, yoksa sadece bazı sözcükler ve sözcük öbeklerinden yola çıkmak, o şiirin anlamlandırılması için yeterli olabilir mi?” Ve bu soruyu –meâlen- şöyle cevaplar: Bir şiirdeki bütün sözcüklerin, o şiiri anlamladırmak nâmına belirli bir işlevi yoktur; bu nedenledir ki bir şiirin anlamlandırılmasında dikkat edilecek noktalar, bâzı sözcük ve/ya sözcük öbekleridir. Yavuz, söz konusu sözcük ve/ya sözcük öbeklerine –Michalel Riffaterre isimli eleştirmeni de referans göstererek- ‘şiirsel işaretler’demektedir. [9]
4.1: Yavuz’un adı geçen yazısında izah ettiği bu yöntem –her şiir için olduğu gibi, Atsız ve Necip Fâzıl’ın söz konusu anti-filozofik şiirlerinin anlamlandırılması için de işlevseldir. Zirâ her iki şâirin şiirinde de anlamın peçesini kaldıran ‘şiirsel işaretler’ mevcuttur:
            Şiir-I’deki Şiirsel İşaretler: Hayat, Felsefe-İlim, Çelik Eller, Zar. 
            Şiir-II’deki Şiirsel İşaretler: Yanlış Çıkarmak, Felsefe, Fezâ, Esef.  
4.2: Atsız’ın şiirindeki çelik çekirdek hayat’tır [: ya da: hayat’ı anlamak!]. Şâirin, felsefe ve ilime karşı –hayat için/hayatı anlamak için- öne sürdüğü yöntem ise hesapsız-kitapsız [: ‘zar’] bir güç istencidir [: ‘çelik eller’]. Necip Fâzıl’sa felsefe’yi, haktan ziyâde bâtılı işaret eden bir yanılsama biçimi olarak kabul ve ilân etmektedir [: ‘yanlış çıkarmak’]. Oysa âdem için aslî maksat, uçsuz-bucaksız bir boşluktaki [: ‘fezâ’] sayısız bâtılın değil, tek ve bölünmez olan hakikatin bilgisine erişmektir: Zirâ sayısız ve param-parça olan bâtılın bilgisi, âdeme sâdece üzüntü/kaygı/tasa [: ‘esef’] getirirken; âdem için huzura vesile olacak şeyse, tek ve bölünmez olan hakikatin bilgisidir.
5: Üstad Hocaoğlu –Tabiî ve Fıtrî Bir Ekzistans Olarak Milliyetçilik başlıklı makâlesinde [10], ‘felsefe yapmak’ eyleminin ‘fıtrî’ bir eylem olduğunu şöyle izah eder: “…Öyle ki, nasıl ki insanoğlu ‘düşünen varlık’, ‘konuşan varlık’, ‘ekonomi yapan varlık’, ‘siyaset yapan varlık’ –buradaki ‘varlık’ da ekser hâllerde ‘hayvan’ şeklinde zikredilir: ‘konuşan hayvan’… gibi- şeklinde târif edilmekte ise, benzer şekilde “felsefe yapan varlık” ve “milliyetçi varlık” şeklinde de târif edilebilir; en azından büyük ekseriyet itibariyle…”  O hâlde: Hocaoğlu’dan naklettiğimiz bu sava binâen denilebilir ki, söz konusu iki aydınımızın şiirinde de içkin olan, felsefesizlik değil, ‘felsefesizliğin felsefesi’dir. Yâni iki şâirimiz de mezkûr şiirlerinde, felsefenin fosasına [: döküntü, çürük ve/ya işe yaramaz sayılan kısmına] reddiyelerini sunmuştur (Ve bu sunuşun kendisi de, bizatihi bir felsefî sürecin çıktısıdır!). Öyleyse; hem Atsız hem de Necip Fâzıl açısından, bir müspet, bir de menfî felsefenin varlığından dem vurmak mümkündür.  Peki, o hâlde cevap verilmesi gereken bir başka soru da şudur: Bu iki ‘reddiye-şiir’ arasında herhangi bir içerik farkı var mıdır?
5.1: Cevap: Elbette vardır! İki şiir de, felsefeyi ötelemekte hemfikir iken; şiirlerin, felsefeyi öteleme nedenleri birbirinden farklıdır. Zirâ Atsız’a göre, felsefe, yaşam istencine ket vurduğu için zararlı bir kurumken; Necip Fâzıl için, felsefe, dinin [: İslâm’ın, dolayısıyla Hakikat’in] –bilhassa itikâdî boyutta- muhafazası [: niteliği, keyfiyeti] ve/ya hâkim kılınması [: niceliği, kemiyeti] açısından tehlike teşkil eden, gizil ve/ya harekî bir sorgu-sual yumağıdır. Ezcümle: Şâirlerimizdeki husumet aynı, husumetin aslî nedeniyse bambaşkadır!
Sonnotlar 
[1]: Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Hazırlayan: Kemal Bek, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul, 2006, s: 240-241. Ayrıca, konuya [: Osmanlı-Türk toplumlunda felsefe(sizlik)] ilişkin ek-bilgi ve/ya (anti)tezler için bakınız: Hilmi Yavuz, “Osmanlı’da Felsefe Var mıydı?”; “Ulusal Felsefe Üzerine”; “Tefekkür Üzerine”, Türkiye’nin Zihin Tarihi / Türk Kültürü Üzerine Kuşatıcı Bir Söylev, Timaş Yayınları, 2. Baskı: İstanbul / Aralık 2009, s: 61-65; 113-116; 117-123.
[2]: Felsefeyi Vatan Kurtarmak başlığıyla ilişkilendirmek, Türk aydınının nevi şahsına münhasır bir özelliği de değildir elbet. Sözgelimi, benzer bir beklenti I. Dünya Savaşı sonrası cepheden dönen Alman gençlerinde de gözlemlenmiştir: “…Savaştan ağır yaralarla çıkmış olan Almanya’da Alman üniversitesi eski politik rolünü yeniden üstlenme gibi bir şansa sahip olduğunun farkında mıydı acaba? Alman üniversitesi daha iyi bir ulus projesi için üniversite duvarları içinde daha etkin ve uyarıcı bir rol oynayamaz mıydı? Ve felsefe bir kez daha (tıpkı 1813’de Napoleon’un elinden kurtardığı gibi) vatanı kurtaramaz mıydı?” –Kaynak: Paul Hühnerfeld, Heidegger: Bir Filozof, Bir Alman, Türkçesi: Doğan Özlem, Paradigma Yayınları, İstanbul, Aralık 2002, s: 30.
[3]: Akçura’nın bu sözüne dâir ayrıntılı bilgi için, bakınız: Dücâne Cündioğlu, Felsefe’nin Türkçesi / Cumhuriyet-Felsefe-Eleştiri, Kapı Yayınları, 2. Basım: İstanbul / Temmuz 2010, s: 21.
[4]: Durmuş Hocaoğlu, “Tabiî ve Fıtrî Bir Ekzistans Olarak Milliyetçilik”, Statükodan Değişime Milliyetçilik Ufku, Selçuklu Vakfı Yayınları, Ankara, Şubat 2008, s: 209-2010.
[5]: Friedrich Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası / Zamana Aykırı Bakışlar 2, Çeviren: Mustafa Tüzel, İthaki Yayınları, İstanbul, 2006, s: 7.
[6]: Nihâl Atsız, “Yakarış I”, Yolların Sonu, Ötüken Yayınları, 9. Basım: İstanbul / Ekim 2010, s: 7.  
[7]: Necip Fâzıl Kısakürek, “Felsefe”, Öfke ve Hiciv, Büyük Doğu Yayınları, Ankara, Temmuz 1988, s: 133.
[8]: Hilmi Yavuz, Bir Şiirin ‘Şifre’si Nasıl Çözülür?, “www.zaman.com.tr/”, Erişim Tarihi: 09/06/2010.
[9]: Hilmi Yavuz: “[…] Bunu somut bir örnekle anlatayım: Benim ilkokulda olduğum yıllarda, -ki İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı- rahmetli babam Yahya Hikmet Yavuz, Bursa’nın Orhangazi ilçesinde kaymakamdı. İçişleri Bakanlığı’ndan (o zamanki adıyla, Dahiliye Vekâleti) gizli, şifreli metinler gönderilir; babam da o metinleri deşifre ederdi. Şifreyi çözme işi şöyle olurdu: Babam, masasındaki kilitli çekmecelerden birini açar, çekmeceden üzerinde, farklı yerlerde delikler bulunan bakır bir levha çıkarır, levhayı bakanlıktan gönderilen metnin üzerine koyar ve deliklerden görünen sözcükleri okurdu. Metnin şifresi böylece çözülmüş olurdu… Bir şiirin şifre’si de böyle çözülür. Çünkü bizi şiirin neyi anlatmak istediğine (Riffaterre’in deyişiyle, ‘matris’ine) götürecek olan ‘şiirsel işaretler’, tıpkı, babamın çekmecesindeki bakır levhanın deliklerinden görünen sözcükler gibidirler. […]” 
[10]: Durmuş Hocaoğlu, “Tabiî ve Fıtrî Bir Ekzistans Olarak Milliyetçilik”, Statükodan Değişime Milliyetçilik Ufku, Selçuklu Vakfı Yayınları, Ankara, Şubat 2008, s: 260.

0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-