-

Ego Savunma Mekanizma­la­rı - Sigmund Freud

8 Nisan 2012 Pazar yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar

Sigmund Freud’un kendisi Ego Savunma Mekanizma­la­rı’nı anlatan özel bir kitap yaz­mamış, bu işi, kızı An­na Freud’dan başlayarak, takip­çile­ri gerçekleştirmişlerdir.
freud-anna
Anna ve Sigmund Freud…
İnsanoğlu sürekli ileriye doğru bir gelişim ve bu anlamda bir evrim hâlin­dedir. Kişilikteki bu olan bitenlerin mekanizmasını şu beş esas ana başlıkta toplamak mümkündür:
1. Olgunlaşma süreci: Emekleme, yürüme, konuşma ve lisanı kullanma becerilerinin kazanılması, cinsel ve saldırganca (agresif) dürtülerle başa çıkma, muhakeme ve karar verme, icraatta bulunma işlevlerinin gelişmesi… Bunlar iç içe geçmiş ama bir devamlılık arz eden, öğrenmeyle de karışmış olarak yaşan­an süreç­lerdir ve aşamalı bir şekilde oluşurlar (epigenetik prensip).
2. Dış engellenmeler (hâricî hüsranlar: external frustrations): Çevreden gelen, kişinin kendisinin dı­şındaki ortamlardan kaynaklanan hayâl kırıklıklarının yarattığı çatışma ve üzüntülerdir. Eğer çevrede bir hedef nesnesi mevcut değilse,  bir yokluk hâli (privation) söz konusudur; böyle bir nesne mevcutsa fakat kişi ona ulaşamıyorsa bir yoksunluktan (deprivation) bahsedilir.
3. İç engellenmeler (dâhilî hüsranlar: internal frustrations): Kişinin intrapsişik dünyasında onun tatmine ulaşmasına engel olan ve antikateksis denen bir kuvvet bulunabilir. İster içten isterse dıştan gelsin, her engellenme mutlaka mutsuzluk veya çökme yaratacak demek değildir. Aksine, organizmanın (bu bağlamda psişenin) başa çıkabilme yeteneklerini çok aşma­yan engellenmeler ve bunların sebep olduğu çatışmalar birer östres oluşturarak gelişime yardım ederler.
4. Kişisel yetersizlikler: Kişi sorunlarla başa çıkabilmek için gerekli olan asgarî algılama (reception), idrak etme (perception), zekâ veya benzeri psişik melekelerden mahrum olabilir; bu da bir engellenme yaratacaktır.
5. Sıkıntı, korku veya anksiyete: Gerçekçi, “nörotik”, ahlâkî sebeplere bağlı ola­rak meydana ge­len veya bunların bir ka­rışımı sonucunda ortaya çıkan engellenme ve çatışmalar.
Ego savunma mekanizmaları psişik ho­me­o­stazisi korumaya yönelik çabalardan başka bir şey değildir. Ego savunma meka­niz­ma­ları arasında en en­fantil olandan en olgun ve sağlık­lı­sına doğru bâzıları aşağıda özetlenmiştir. Son­radan târif edilen me­kanizmaların da ilâ­ve­siyle liste büyümüş, hangi meka­­nizmanın narsisist, hangi mekanizmanın immatür, nörotik veya sağ­lıklı olduğu husus­larında müellifler arasında fikir farklılıkları doğmuş­tur. Prensip olarak, narsisist savunmalar birincil süreç düşünceye göre ve tam bir ben-merkezcilikle çalışanlardır ve psikozlarda, ağır kişilik bozukluklarında ve diğer şiddetli regresyon durumlarında devreye girerler.
İstisnalar dışında, hemen bütün Ego savunmaları bilinçdışında veya bilinç-öncesinde işlev görürler.
anna
Bu tartışma­lara ay­rın­tılı ola­rak gir­mek­sizin, gere­ken nüanslar yeri geldiğinde vurgulanarak, Ego savunma mekanizma­la­rının genel bir özeti aşağıda verilmiştir:
A) NARSİSİST EGO SAVUNMALARI (EN İLKEL ve PATOLOJİK OLANLAR)
İnkâr (yadsıma: denial: negation): Çatışmaları ve sıkıntı hâlini hafiflet­mek için nesnel gerçekliği unutma, yok veya yaşanmamış sayma hâlidir. Rep­resyon affektif ve dürtüsel impuls­la­ra kar­şı sa­vunma yaparken, inkâr dış dünya ger­çekliğini ortadan kaldı­rır. Bâzen normâl ki­şiler tarafın­dan da kullanılabilir. Kont­rollü, gerçeği değerlendirme duygusunun kaybedilmediği simgesel inkârları hemen hepimiz zaman zaman yaşarız: “O ölmedi, kalbimizde yaşıyor”… Ölümsüzlük ve “öte âlemde yaşamaya devam etme” mitosunun altında da en inkâr edilemez ve acı gerçek olan ölümün sembolik inkârı ya­tar.
Çocuğu bir kazada ölen bir anne, her yemekte masaya onun servisini koyup, öl­dü­ğünün lâfını bile ettirmez ve mutlaka bir gün geleceğinde ısrar eder. Aslında evlâdı ölmemiştir, kaybolmuştur ve mutlaka geri dönecektir.
Yansıtma (projection): Saldırganlık, suçluluk, yasak veya günah cinsel arzu, nef­ret, kin gibi kabûl edi­le­mez mâhiyetteki bilinçdışı duyguların karşıdaki kişiye, dış dünyâya yansıtılması. Me­se­lâ, “ben ondan nefret ediyorum” yerine, “o benden nefret edi­yor” şeklinde düşünmek kişiyi çok daha rahatlata­caktır. Psikotik paranoid düşüncenin ve o zeminde gelişen hallüsinasyonların te­me­linde yan­sıtma mekanizması yatar. Normâl ve nörotik kişilerde de zaman zaman patolojik dü­zeyde olmayan yansıtmalar kul­la­nılır.
Freud ekolüne göre, bastırılan ve nefretle karşılanan homoseksüel eğilimler dışarıya yansıtılırsa, özellikte erkek paranoid hastalarda sık rastlanan “herkes (veya belli birileri) bana homoseksüel gözüyle bakıyor” düşüncesiyle karakterize paranoid hezeyanın altında bu mekanizma yatar (bu durum bâzen bir psödohomoseksüel panik boyutuna ulaşabilir). Narsisist, pa­ra­noid, antisosyal, histriyonik ve şizotipal kişilerin de sıklıkla projeksiyon mekanizmasını kullandıklarını görürüz.
Çarpıtma (distortion): Dış gerçekliğin, realist olmayan megalomanyak fan­te­z­i­ler, om­nipotans eğilimleri, kendini tatmine yönelik hezeyanlar temelinde değiştirilip çarpıtılarak, iç ihtiyaçları kar­şılayacak şekilde yeniden şekillendirilmesi, öyle idrak edil­mesi şeklindeki nar­sisist bir mekanizmadır. Hafif derecede, basit dis­torsiyonları ara sıra nor­mâl veya nörotik in­sanlar da kullanırlar ama ağır ve sürekli hâller genellikte psi­kotik sü­reçlerde görülür.
Ayırma (splitting), Primitif İdealizasyon (İlkel Ülküleştirme) ve Devalüasyon (Değersizleştirme): Realiteyi bütün nüans­larıyla ve olduğu gibi kavrayamayan, kabûl edemeyen zayıf Ego, onu “tamamen iyi” ve “tamamen kötü” diye ikiye böler; yâni, her şey ak veya kara olur ve gri tonları kaybolur (splitting). İyi tarafa konulan nesneler saçma derecede mübalâğalı ola­rak yücel­tilir ve göklere çıkartılır (primitif idealizasyon). Gerçekçi olmayan bu kavrayış biçimi çok kırılgandır ve en ufak bir sebeple, rahatlıkla tam tersine dönüştürülüp, söz konusu nes­ne bir anda “tu kaka” ilân edilebilir, gözden düşürülüp düş­man olunabilir (devalüasyon).
Ego psikologlarına göre, bebeğin ilk tanıştığı temel savunma mekanizması ayırmadır.
Sizi göklere çıkaran bir narsisist, senelerdir menfaât gözetmeksizin yaptığınız iyilik­leri hiç kaâle almaksızın, sırf o gün sigara istediğinde vermediğiniz için, bir an­da sizi defterden silebilir. Hekimini yedi düvelde öve öve bitiremeyen bir borderline ve­ya histriyonik, sırf o gün yarım saat bekletildiği için öfkeyle mua­yenehâneyi terk edip, her­kese onun antipropagandasını yapmaya başlayabilir.
Primitif idealizasyonun yanı sıra, yerine göre olgun sayılabilecek olan bir idealizasyon (idealleştirme, ülküleştirme) mekanizmasından da bahsedilmektedir. Kişinin gerçekte ve­ya hayâlî sevgi nesnesine gerektiğinden çok fazla yaptığı kateksis söz konusudur. İdealizasyonun bilinçdışı kullanılması şu altı ana başlık altında özetlenebilir: “1. Kişinin kendi Egosuyla olan doyumsuzluğu, libidonun yeni bir ideâle transferiyle tatmin edilebilir. Böylece, içgüdülerin olumsuz gâyeleri yerine değerli bir nesne bahis konusu olur. 2. İdeali­zasyon, identifikasyonun hazır­layıcı kademesidir. Bu iki savunma mekanizması süperEgo­nun oluşmasında önemli yer oynar. 3. Bu savunma, bir tür inkâr olarak kullanılabilir; yâni, cinsel ve agresif kaynaklı dürtüler, kişinin daha az önemli olarak idrak etmesi ile önemlerini kaybederler. İdealize edilmiş nesnenin aslında kabûl edi­lemeyecek kısımları bile bu inkâr sâyesinde daha fazla kabûl görürler. 4. İç ihtiyaçlar, gerçekçi olmamalarına karşın, idealize edilmiş nes­ne tarafından, hayâlî bir dış heyecan kaynakları (ex­ternal emotional supplies) garan­tisine alınmış olurlar. 5. Garip, daha ziyâde de nörotik şekilde, bu mekanizma ile bir kendini-cezalandırma (self-pu­nishment) durumu gelişir. Tabiatıyla, idealize edilmiş nesne kaybo­lursa, bir kayıp ve suçluluk hissi yaşanır. 6. Eskiden kaybolmuş bir nesne bu şe­kilde dol­duru­labilirse, örneğin ölmüş, yakın bir kimse bu vesile ile yeniden yaşatılabilir, hiç ol­maz­sa, gerektiği gibi hatırlanabilir”.
Yansıtmalı özdeşleşme (projective identification): Kendilikte mevcut istenmeyen özellikler bir baş­kasına yansıtılır, bir yandan da kendisiyle projeksiyon nesnesi ara­sında özdeşleşme kurulur. Kişi, kendi için­deki olumsuzlukları başkasına yükle­mek­le bir nev’i “arıtılmaya” uğramıştır ama derinden derine idrakinde ol­duğu kötülük­leri­nin çö­zümü veya müca­dele­sini yapabilmek için de muhatabıyla özdeşleşmiştir. Böyle kişiler geçinilmesi en zor, çok sık olarak sorun çıkaran insanlardır.
Girdiği ortamlarda durduk yerde birileriyle mücadele etmeye, takışmaya baş­layan veya birisine abartılı dostluk gösterip, bir yandan da huysuzluklar çıkaran tip­lerde bu mekanizmanın mevcudiyeti düşünülebilir. Durduk yerde hır gür çıkarırlar, etrafın canını sıkarlar…
Kondansasyon: Birincil süreç düşüncenin tipik özelliklerinden biri olan olaylar ve nesneler arasında zamansal ve mekânsal ilişkinin kurulamaması, farkların anlaşılamaması sebebiyle bunların birbirine karıştırıl­ması veya paralojik, garip, majik çağrışımlar kurul­ması şeklindeki ayrışmamış, ilkel düşünce tarzının sürdürül­mesiyle ka­rak­terizedir. Normâl bir kişide ancak rûyalarda rastlanan bu mekanizmanın günlük ha­yatta görülmesi psikozlar için tipiktir.
“Her sakallıyı deden sanma” atasözünde olduğu gibi, bir şizofren hasta hiç teşhismadığı sakallı bir adama saldırmasının sebebini “babamın da sakalları vardı ve bana hep kötü davranırdı; bu adam da sakallı, o da kötü, hâttâ o benim öldüğü söyle­nen babam” şeklinde izah edebilir.
Tümgüçlülük (omnipotans, kâdir-i mutlaklık): Duygusal çatışmalar, içsel veya dışsal zorlayıcılarla başa çıkabilmek için kişinin kendisinde diğerlerinden üstün birtakım güçler, kaabiliyetler olduğunu vehmetmesi, böyleymişçesine davran­ması demektir. Manik veya paranoid eksitasyonlarda sık görülür.
B) OLGUN OLMAYAN SAVUNMALAR
Şizoid fantezi: Kişinin birtakım arzu ve isteklerini, otistik bir içine kapan­mayla, sanki gerçekleşmişçe­sine hayâl etmesidir. Tek başına fantezi, makûl sınırlar içerisinde kaldıkça yapıcı ve adaptif bir Ego savunma me­kanizması iken, aşırıya kaçarsa patolojik, hâtta psikotik boyutlar kazanabilir. Bu boyuta çıkmayan şizoid fantezilerde, hezeyan­dan fark­lı olarak, ki­şi hayâllerinin doğruluğu konusunda ısrar etmez. Pek çok san’atçının ya­ratıcı güçle­ri­nin altında böyle bir finalist hâttâ teleolojik otistik-şizoid yaşantı yeteneği ya­tar. Erken çocukluk yıllarında fanteziler zihinsel fonksiyonların çoğunu kapsar ve hemen hemen bilinçdışına eşdeğerdirler; bunların, ilkel bastırmaların (primary repressions) bü­yük bir kısmını oluşturdukları dü­şünülür. Fantezilerin arzu doyurucu (wish-fulfilling) ö­zel­lik­le­ri rûyalara çok benzer ama rûyalarda sembolizm ve kondansasyon çok daha fazladır. Hayâl kurarken, ne de olsa, ikincil süreç düşüncenin ve sansürün az çok rolü sürer; hâlbuki rûyalarda bu engeller tama­men olmasa da, büyük öl­çüde kalkmıştır.
İçe atma (introjection) ve saldırganla özdeşleşme: Bir nesnenin (özellikle de bir sev­gi nesnesi­nin) nite­liklerinin tamamının veya bir kısmının içeri atılması fakat bir psi­şik yabancı cisim gibi orada tutulmasıdır. Normâl gelişimsel sürecin bir parçası olan ve bir anlamda ruhsal beslenmeyi ifâde eden, bu yüzden de bir Ego savunma mekaniz­ması ola­rak ele alınmayan içe almadan (incorporation) bu bakımdan farklıdır. Mekaniz­manın da­ha kolay anlaşılması açısından denilebilir ki, “introjeksiyon, projeksiyonun tam tersidir”. Sevgi nesnesinin kabûl edile­meyecek veya istenmeyen özelliklerinin içe atı­lıp saklanma­sıdır. Bu saklanan “kompleks” hiç bir zaman özümsenmez (enkorpore edil­mez) ve müs­takbel ilişkilerdeki ikircikliğe zemin hazırlar.
İçe atmayı müteakip sıklıkla kullanılan ikinci bir Ego savunma mekanizması da saldırganla özdeş­leşme ve onu benimsemedir (identification with the aggressor).
Çocukluğu boyunca babasının içkisine, kendisini ve annesini dövmesine, evde estirdiği teröre şâhit olan, ondan nefret ettiğini söyleyen bir borderline kişinin, kendi ha­ya­tında da aynı davranışları sergilediğini hayretle müşahede edersiniz. Kendi çocuksu dünya­sında korkulan ve omnipotan kişi olarak algıladığı babasını en­trojekte et­miş, daha sonra da, identifi­kas­yo­nu­nu yaparken, daha güçlü ve tatminkâr bir nesne orta­lık­ta bulunma­dığı için, ruh dünyasındaki bu reprezentle özdeşleşmiştir. Stockholm Sendromu denen durumlarda da aynı mekanizma geçerlidir.
Dışa vurma (eyleme geçme: acting out): Bilinçdışı arzu veya itkilerin, eşlik eden duygulanım farkına varılmaksı­zın, aniden eyleme dönüştürülmesidir. Bilinçdışı fantezi fevrîce bir şe­kilde dav­ranışa yan­sıtılmak sûretiyle tatmin edilirken, buna karşı olan bilinçdışı engeller de ge­çici olarak aşıl­mış olur. Sürekli bastırılan geri­limin ve ar­zuların tehir edilmek­sizin, bir an­da tatminine imkân teşhisyan immatür bir meka­nizmadır.
Disiplini ihlâl edici davranışları yüzünden hafta sonu izne gönderilme­yen an­ti­sosyal er bir anda deli gibi etrafa saldırmaya, cam çerçeve kırıp oto­mu­tilasyon yap­maya baş­lar. “Nöbeti” geçip de kendine geldikten sonra da, ağlayarak komu­teşhis­nın ayaklarına sarılıp bilmem kaçıncı tövbesini eder, bir daha yap­mayacağı husû­sun­da sözler verir.
Aklı başında, efendi bir kişi olarak tanınan bir bürokrat, trafik sıkı­şık­lığı yüzünden çok kıymetli 1.5 saati direksiyon ba­şında geçirdikten sonra, ışıklar kırmızıdan sarıya dönerken hareket etmek­te gecikti diye korna çalan arkadaki ara­ba­nın şoförüne, el frenini çektiği gibi fırlayıp, iki yumruk atar.
Tutulup kalma (blocking): Düşünmenin geçici veya uzunca bir süre için inhibe olması demektir. Duygulanımlar ve itkiler de aynı şekilde duraksayabilir. Represyona benziyorsa da, itki, duygulanım ve­ya düşünce bloke oldukça kişideki gerilimin, sıkıntının art­masıyla ondan ayrılır.
Pasif-agresif davranış: Başkalarına karşı duyulan öfkenin pasif kalma, ma­zo­kizm ve kendine çevirme (turning towards oneself veya turning against the self) yoluyla ifâde edilmesidir. İkide bir unutma, surat asma, ba­şa­rısızlıklar, kendinden çok etrafı bizar eden hastalıklar, ağrılar, sızılar, yakınmalar, sürekli gecikme gibi davranışlar tipiktir.
Hipokondriyazis: Kayıp, yalnızlık, kabûl edilemez mâhiyette agresif itkiler kişinin kendisine çevrilir ve ağrı, somatik hastalık beklentisi, nevrastenik yakınmalar hâ­lini alır. İçe atılan bu bilinçdışı itkiler Egodis­tonik oldukları için, kişi disfori ve huzursuzluk hisseder.
Bedenselleştirme (somatization): İntrapsişik çatışmaların beden diliyle ifâde e­dil­mesi, bedensel şikâyetlere çevrilmesidir. Stres ve emosyonel çatışmalar otonom si­nir sistemi­nin her­hangi bir parçası­nın (sempatik veya parasempatik) fazla çalışmasına yol açar. Fizyolo­jik işlevlerde bozulma görülebilir. De­somatizasyon­da enfantil so­ma­tik cevaplar düşünce ve duygulanımla yer değiştirirken, re­somatizasyonda kişi çözüle­meyen çatış­malara maruz kaldığında psikoseksüel gelişimin da­ha önceki somatik ifâde tarzlarına regrese olur. Aleksitimik kişiler sıklıkla somatizasyon kullanır­lar -ki, buna da so­ma­to­timi den­mektedir.
Yardım almayı reddedip şikâyet etme: Kişi başkalarına karşı duydu­ğu örtülü düşmanlık veya ulaşma isteklerini gizleyecek şekilde emosyonel çatış­malarından, derunî veya hâricî stresörlerinden yakınıp durur ve sürekli olarak etra­fından yardım ister fakat bunları ısrarla dikkate almaz, beğenmez veya reddeder. Şikâyet veya talepleri arasında fiziksel semptomlar, ruhsal sorunlar veya hayat problemleri bulunabilir.
Bir zamanlar el üstünde tutulan ve şöhretinden yanına yaklaşılamayan ama artık unutulan emekli bir tiyatro san’atçısı sürekli olarak çevresinden yardım ve “akıl alma” taleplerinde bulunuyor, gene sonunda bildiğini okuyordu. Bu tavrı, zamanla, kendisini gerçek bir yalnızlığa itmiş, kapısını çalanların sayısı gittikçe azalmıştı.
Fiksasyon (saplanma: fixation): Eğer psikoseksüel gelişimin herhangi bir noktasında bir takılma olur ve emosyonel dürtüler bir noktada toplanarak oradan ileri gide­mezse bir saplanmadan bahsedile­bilir. Böyle kişiler, ilerideki hayatlarında ciddi stre­sörlerle karşılaştıklarında, kolaylıkla saplan­mış oldukları psikoseksüel dö­neme regrese ola­rak, o döneme has davranışlar sergileyebilirler.
Bâzı insanlarda Oidipal takılma nedeniyle anneye aşırı bağımlılık, fiksasyon vardır. Bu insanlar kolay kolay evlenemezler. Anal dönem fiksasyonu olan kişilerde kol­leksiyon merakı, obsesif özellikler sık görülür. Anal agresif dönem fiksas­yonu olan bir kişi, öfkelendiğinde galiz küfürler savurarak “ortalığın içine eder”.
Regresyon (gerileme: regression): Bir stres durumu, ruhsal bir çatışma, kişinin adaptasyonunu tamamen bozar bir hâle gelmişse, kişi daha önceki psikoseksüel gelişme dönem­lerine, özellikle de saplanmış olduğuna gerileyebilir, daha il­kel davranış örnek­leri­ne dö­nebilir. Meselâ, heyecan­lanınca tır­nak yemek davranışı oral dö­neme reg­res­yon belirti­si­dir. Gevşeme, rahatlama, orgazm olma, uyuma gi­bi regresyonlar tamamen nor­mâl fenomenlerken, assosiyatif olarak yönlendirilebilen regresyon yaratıcılığı berabe­rinde ge­tirir (Ego hizmetinde teleolojik regresyon).
Cansızlaştırma (devitalization): Bir çeşit hafif inkârdır. Problemin, çatışmanın bir süre için yok farz edilmesi ve âdeta “gerçeklere arkanı dönersen onları görmezsin” tarzında bir kaçışın yaşanma­sıdır.
Uzun seneler klinikte yatan ve zararsız, sempatik tavırlarıyla herkesin sevgisini kazanan bir rezidüel şizofren hastamız vardı. Ne arayanı vardı, ne de soranı…  Bomboş gözleriyle (ağır derecede miyoptu) gözlüklerinin arkasından bakıp “sigara versene, aslan Fener” demekten başka bir şey yapmazdı. İçebildiği kadar çok sigarayı âdeta aspiratör gibi içine çeker, izmaritleri de yatağının etrafına ve her yere atardı. Bir gün vizite çıktık ve öğrendik ki, kendisini Bakırköy’deki kimsesiz ve kronik hastaların olduğu bölüme yollamışlar. Yatağı bomboş, etrafta izmaritler yok ama yanıklarının izleri hediye kalmış âdeta… Asistanların da, benim de gözlerimiz doldu, duygulandık. Derken, bir asistanım atladı: “Hocam, o pilli bebek gibiydi”! “İşte” dedim, “devitalizasyon budur”…
C) NÖROTİK SAVUNMALAR
Bastırma (repression): Hoş olmayan veya kabûl edilemez mâhiyet­teki duygu, çatışma ve sorunların bilinçdışında tutulması ve bilinç sathına çıkmasına izin ve­ril­meme­sidir. Primer represyonda impuls ve düşüncelerin bilinç sathına çıkmadan bas­tırılması söz konusudur. Sekonder represyonda ise, bir zamanlar bilinç sathında yaşa­nıl­mış muhtevanın bilinçten uzaklaş­tırılması durumu mevcuttur; bastırılan şey tam an­lamıyla unu­tulmamıştır ve sembolik davranış hâlinde müşahede edilebilir. Klasik Freudi­en yaklaşımda bütün nörotik tezahürlerin altında yatan temel mekanizma repres­yon­dur. Bilinçli olarak bastırmadan (İng. suppression, Fran. refoulement) farkı, ta­ma­men bilinçdışında cereyan etmesidir.
Kompansasyon (telâfi: compansation): Elde edilemeyen bir şeyin, tatmin bulamayan bir eğilim ve­ya dürtünün yerine başka bir şey koyularak veya elde mevcut olanla yetinilerek kabûl edi­lebilir hâle getirilmesi demektir. Kişinin bilinçli olarak fark ettiği ve­ya bilinçdışında taşıdığı yetersizlik, aşağılık duyguları­nın tatminine de hizmet eder.
Alışverişte zarara giren kişi “öyle ama bunun gibisini de bir yerde bula­maz­dım” der… NapolyonHitler gibi pek çok lider ufak tefek yapılı ama “büyük işler yapmak isteyen” adamlardı. Amnestik sendromda, demanslarda rastlanan kon­fa­bü­lasyonların, maniklerdeki grandiyöz-megalo­man­yak hezeyanların da ben­zer mekaniz­malarla geliştiği söylenir.
Rasyonalizasyon (akla yakınlaştırma, ussallaştırma): Ego, kendisini rahatsız edici eğilim, durum, davranış veya ça­tış­ma­ları akla uygun bâzı sebepler veya gerekçeler ortaya ko­ya­rak bertaraf et­me­ye çalışır. Normâl insanlarda da sıkça kullanılan bu meka­nizma, sos­yo­pat­ların (yansıtmayla bir­likte) en sık kullandıkları Ego savunmalarından bi­ri­dir.
İkide bir alkollüyken kaza yapıp başı belâya giren genç sosyopat, araba çalar­ken yakalandığında, ona artık araba vermeyen babasını suçlar ve sorum­lu tutar.
Entellektüalizasyon: Duygulanımsal ifâdeyi veya yaşantıyı önlemek için aşırı derecede entellektüel süreçlerin kullanılmasıdır. Cansız, dış dünyadaki realiteyle ilgili nesneler veya olaylar üzerinde çok durulup ayrıntılara dalarak, kişi kendi rahatsız edici iç eğilim ve­ya çatışmalarından uzaklaşır. Rasyo­na­lizasyonla çok iç içedir.
Cinselleştirme (seksüalizasyon): Önceden böyle bir özelliği olmayan veya faz­la bulunmayan bir nesneye veya fonksiyona cinsel özellikler atfedilmesidir. Kişi, bu şekil­de, yasak ve­ya gü­nah addettiği dürtülerini bir şeye yükleyerek rahatlar.
Klâsik anlamıyla “nörotik” kişilerde kompansasyonun, rasyonalizasyonun, entellektüalizasyonun ve/veya seksüalizasyonun sıklıkla iç içe kullanıldığını görürüz. Bilhassa gayrıahlâkî ve panseksüaliteyi, her türlü parafiliyi bilhassa teşvik edici karikatürlerin, yazıların ve öykülerin bol bol yer aldığı bâzı dergilerdeki müellifleri mercek altına aldığınızda, bunu rahatlıkla müşahade edersiniz.
Özdeşleşme-benimseme (identification): Bir başkasının özelliklerinin ve davranışlarının kısmen veya büyük ölçüde benimsenmesi hâlidir. Kişinin kendisini seyrettiği filmdeki artiste benzetme çabaları gibi… Normâl yetişme dönemlerinde ve hayat bo­yun­ca da, makûl sınırlar içerisinde kalmak kaydı ile faydalı ve gerekli bir mekaniz­ma­dır. Hatalı ve sapkın identifikasyon ise kişinin bütün hayatını olumsuz yönde etkiler.
Bu Ego savunma mekanizması bilhassa hayatın ilk 19-20 senesinde sağlıklı olarak kabûl edilir ama sağlıklı özdeşleşme-benimsemeyle sağlıksız olanın farkına dikkat etmek icap eder. Yasadışı ve bölücü, yıkıcı identifikasyon nesnelerine kendilerini kaptıran bilhassa Delikanlılık Çağı emnsupları ciddi tehlike altındadır. Bu sebepledir ki, hemen bütün terör örgütlerinin hedefi bu yaştaki insanlardır.
Konversiyon: İntrapsişik çatışmaların veya bastırılmış saldırganca yâhut cin­sel dürtüle­rin genelikle bir psö­do­nörolojik belirtiye (histerik bayılma, afoni, felç, astazi-abazi, amoroz gibi) çevrilerek kendilerini belli etmeleri olayıdır. Bu sebeple, he­men bü­tün konversi­yon vak’alarında semptom­ların simgesel anlamı vardır.
Tasvip etmediği bir delikanlıya kaçıp onunla ilişki de kurduğu için, kı­zının ev­len­mesine râzı olduğuna dâir imza vermek zorunda kalan köylü bir ka­dın has­ta­mızda, bu hâdi­se­den iki gün sonra, sağ kolda felç ortaya çıkmıştı.
Yer değiştirme (displacement), yerine koyma (ikame etme: substitution) ve simgeleştirme (sym­bolisation): Bir fikir veya nes­neye yüklenen heyecanî veya dürtüsel bir kateksisin bâzı özellik­leri sebebiyle orijinaline benzeyen başka bir fikir veya nesneye kaydırılmasıdır. Özgün fik­rin daha az dis­tre­se yol açılarak ifâde edilebilmesine imkân sağlar ve genellikle yerine koymayla beraber kullanılır; sübstitüsyonda genellikle daha iyi ve kabûl edilebilir bir şeyle yer değiştirme söz konusuyken, dis­plas­manda tersi de olabilir.
Saldırganca dürtüleri yoğun olan bir kişinin boksa yönelmesi toplumsal ve ahlâ­ki plânda kabûl edilebilir bir ikame ve yer değiştirmeyken (tabii, bu örnekte yüceltmenin [sublimation] de rolü vardır. Zâten, başka yerlerde de belirtildiği gibi, pek çok Ego savunma mekanizması iç içe, paralel işler), bu gibi birisinin mafyaya girmesi ve orada sıkı dövüşen bir kabadayı nâmıyla saygınlık kazanması sağlıklı ol­mayan bir yer değiştirmedir; çünkü her ne kadar bu “yeraltı dünyasının” kendi kanun­ları içinde makbûl ve muteber bir şey gibi telâkki ediliyorsa da, bu hayat tarzı genel ah­lâk ve kanunlar na­zarında anormâldir.
Bu şekilde geliş­tiri­len yeni yatırım nes­nesi bir sembol (simge) oluşturursa, bu durumda da simgeleştirmeden bahsedilir. Meselâ, genellikle erken Oidipal dö­nem­de başlayan zoofobilerde esas korkulan nesnenin ürkütücü e­beveyn figürü olduğu bilinir ama sözge­lişi, böcek korkusuyla yer değiştirilerek simgeleştirilmiştir.
Duygulanımın izolasyonu (tecrit etme, soyutlama): Rahatsız edici bir hâtıra veya fikrin, kendisine eşlik et­mesi gereken duygulanımdan ayrılarak veya kopartılarak muhafaza edilmesidir. Sosyal izo­las­yon­da ise nesne ilişkileri asgariye indirilir veya tamamen kesilir.
Üç kişinin tecavüzüne uğrayıp iffeti kirletilen genç kız, mahkemede, gâyet so­ğuk­kanlılıkla ve sanki yakınlarda seyrettiği bir filmi anlatıyormuşçasına rahat bir tarz­da ifâde verir.
Çözülme (ayrışım: dissociation): Kişinin kimlik veya kendilik bütünlüğünün heyecani distresten kurtu­la­bilmek için geçici ama dikkati çekecek şiddette bozulmasıdır. Psiko­jen füglerde, amneziler­de ve bâzı kon­ver­siyon reaksiyonlarında çözülme kulla­nılır. Kontr­fobik davranışta, tartışmalı bir teşhis katEgorisi olan Çoğul Kişilik vak’alarında (Dissosiyatif Kimlik Bo­zukluğu), Dis­sosi­yatif Trans Bozukluğu’nda, hipnoz esnasında, bâzı psi­koaktif maddelerin tesiri al­tın­day­ken de dissosiyasyona sık rastla­nır. Yabancılaşma (alienation) kav­ramı içerisinde ele alı­nan derealizasyon ve depersonalizas­yon­la, dinsel-mistik vecd hâlleri de, psikolojik açı­dan, dis­so­si­yatif fenomenlerdir.
Eksternalizasyon (dışsallaştırma, hâricîleştirme, externalization): Dış dünya­da ve dış nesnelerde kişinin kendi kişiliğini, eğilim ve dürtülerini, çatışmalarını, ruh hâllerini, tavırlarını ve düşünme tar­zını bulması, öyle id­rak etmesi sûretiyle dis­tres­ten kurtulması demek olan ekster­nali­zas­yon, yansıtmanın daha hafif ve genel bir ifâdesidir.
Zıt tepkiler kurma (reaction formation): Kabûl edilemez mâhiyetteki bir ar­zu­nun, eğilimin veya dürtünün tam tersinin bilinç sathında kabûllenilişi demektir. Obse­sif Kom­pulsif Bozukluğun temel mekanizma­larından birisi olmakla birlikte, psikoseksüel gelişimin erken dönemlerinde sık kullanılırsa, obsesif kişilikte olduğu gibi, kalıcı bir ka­rakter çizgisi hâlini alabilir.
Üvey kızına öz evlâdından daha çok ihtimam gösteren annenin bu dav­ra­nı­ş­ı­nın altında ona karşı duyduğu bilinçdışı nefret yatar.
Ket vurma (inhibition): İntrapsişik çatışmalardan kurtulabilmek için bâzı Ego işlevlerinin bilinçli olarak sınırlanması veya devre dışı bırakılması demektir.
“Şu anda bu konuyu düşünmek veya tartışmak istemiyorum, çok daha önemli şeyler var ilgilenecek”…
Yapıp bozma (undoing): Çatışmalarla veya dış stresörlerle başa çıkmak için, kişi simgesel olarak bunları düzeltici veya iptâl edici sözler veya hareketler yapar ama yeterli rahatlama olmayınca tekrar eder. Obsesif Kompulsif Bozukluk’ta tipiktir.
Tipik olarak bir OKB hastası evden çıkar, kapıyı kilitler, tam apartman kapısından çıkarken “ya kilitlememişsem” diye kakıp geri döner ve bu defalarca sürer…
Bilinçli denetleme (conscious control): Olan biten olayların akışına kendini kaptırmadan, mantık ve akıl kullanarak hâkimiyeti korumak için gerekli çabanın göste­r­il­mesi demektir. Yerinde ve dozunda kullanıldığında sağlıklı bir mekanizmayken, sü­rek­lilik kazanırsa kişiyi yoran, yıpratan mâhiyet kazanır.
D) OLGUN SAVUNMALAR
Yüceltme (sublimation): Bilinçdışı çatışmalar ve dürtülerin, örneğin tatmin edilmemiş cinsel dür­tülerin bilinç alanına daha kabûl edilebilir birtakım faâliyetler hâlinde çık­ması demektir. Agresif ve/veya cinsel eğilimler spor, san’at, edebiyat ve ben­zeri ya­pıcı faâliyetle, assosiyatif bir şekilde kana­li­ze edilerek boşaltılabilir. Represyondan far­kı, dür­tü veya duygunun modifiye edilerek boşalma yolu bulabilmesidir.
Yakın ilişkiler kurma (affiliation): İç çatışmaları veya dışsal stresörleri ber­taraf edebilmek için kişinin başkalarının yardımına koşması, onlara destek vermesidir. Problemlerin diğerleriyle paylaşılmasını ihtiva ederse de, bunlardan dolayı başkalarının so­rumlu tutulması söz konusu değildir. Diğerkâmlıkla iç içe giren, devamlılık gösteren bir savunma mekanizmasıdır.
Diğerkâmlık (özgecilik: altruism): Belli bir karşılık beklemeksizin, kişinin özsaygısını arttıracak şekilde başkalarına hizmet etmesi, yardımcı olması, fedakârlık gös­termesi demektir. As­lında selim, yapıcı bir zıt tepki kurma mekanizmasıdır. Diğerkâm­lık­la, diğerkâmca tes­limiyeti ayırdetmek gerekir. Diğerkâm kişi fedakârlık eder, hiz­met verir ama bunu yaparken de kendisine zarar vermez; diğerkâmca teslimiyette ise kişinin ken­dine zarar verecek derecede başkalarının ihtiyaçlarına yönelmesi, kendini he­lâk et­mesi, bu sûretle yaptığı introjeksiyonla tatmin bulması tarzında sağlık­sız bir dav­ra­nış söz konusudur. Kendileri bekâr veya dul kalmayı sadakat veya benzeri ahlâkî sebeplerle tercih ederken, başkalarına çöpçatanlık yapan kişiler bu mekanizmayı kullanırlar. Diğerkâmlık esasında evrimsel bir kavramdır ve bütün memelilerde karşılıklı (reciprocal) veya karşılıksız (non-reciprocal) diğerkâmlık davranışına rastlanır. Toplumsal dayanışmayı ve yardımlaşmayı arttırdığı için, ben-merkezciliğin “antidotu” hâlinde bir davranış örüntüsü olarak tabiî ayıklanma-elenmeye rağmen ayakta kalabilmiştir.
Mizah (humor): Kişisel huzursuzluk veya çâresizlik duymaksızın ve başkalarını da rahatsız etmeksizin, düşünceleri ve hisleri ifâde etmek için mizah kullanılması demektir. Kişinin dayanılması güç bir şeye dikkatini verebilmesini ve tahammül edebilme­si­ni sağlar. Nüktedanlıkta (wit) ise bir nev’î yer değiştirme (dis­plasman) söz konu­su­dur; kişi bu sâye­de dikkatini duygusal sorundan uzaklaştır­makta­dır ve yerine göre, daha ziyâde nörotik bir davranış olarak düşünülebilir.
Sezinleme (anticipation): Müstakbel iç huzursuzluğu gerçekçi bir şekilde önceden görerek, plânlayarak beklemek demektir. Amaca yönelik bir şekilde olacakların kestirilmesini, gerekli tavrın veya tedbirlerin alınmasını sağlar. Nispeten metafizik bir mefhum olan sezgiden (intuition)farklıdır; sezgide bir nev’î ilham, içe doğuş (yâni birincil süreç düşünce) söz konusuyken, sezinlemede gözlemlere dayanarak mantıklı akıl yürütme (yâni ikincil süreç düşünce) geçerlidir.
Riyâzet (inzivaya çekilme: çilecilik: asceticism): Yaşantıların haz verici etkilerinden kendini so­yut­lamak sûretiyle yüksek ahlâki (genellikle de dinsel veya mistik, bâzen de ideolojik) değerler uğruna basit gün­lük zevklerden feragat etmek demektir. Zihinsel gelişimi sağlıklı ve hür iradesiyle bu hayat tarzını tercih eden kişiler için olgun kabûl edilmekle birlikte, yaydan fırlayan ok misâli uyanan cinsel ve saldırganca dürtülere karşı orta ergenlik ilâ erken gençlik döneminde nörotik bir şekil­de sık kullanılan bir mekanizmadır ve delikanlının birtakım tarikatların veya ideolojik odakların ku­cağına kolayca düşmesine yol açabilir. İdeolojik amaçlı “ölüm oruçları”, “gıda redleri” da bu grupta ele alınabilir.
17 yaşındaki, Şizofreniform Bozukluk teşhisiyle tedavi etmekte olduğumuz bir hastamız, ikide bir, zamanında bir terör olayında vefat eden babasından sonra başka kimsesi kalmayan annesini de bırakıp kır gerillalarına katılmayı ve “devrim için burjuvazinin basit yaşamından elini eteğini çe­ke­rek gerçek savaşımdaki yerini almayı” dile getiriyordu.
Bilinçli olarak bastırma (İng. suppression, Fra. refoulement): Bilinçli veya yarı bilinçli olarak bilinç sathındaki bir dürtü veya çatışmanın ertelenmesi, bir tarafa bırakılmasıdır. Sorunlar bir tarafa bırakılmıştır ama onlardan kaçınılmamaktadır; sâde­ce çözüm tehir edilmiştir çünkü hâl-i hazırda bunlarla uğraşacak zaman ve/veya zemin yoktur.
Kişiliği koruyucu diğer mekanizmalar bilinçli ve çaba gerektiren gay­retleri ihtiva eder. Stres karşısında bilinçli sistemlerin harekete geçmesiyle daha çok bilgi edinme, anlama, idrak alanını genişletme ve değerlendirme, farklı şartlar deneme, yeni çözümler arama, yapıcı düşünceye yönelebilme gibi karma­şık zihin­sel süreç­ler faâliyet gösterir.
Mehmet Kerem Doksat – Tarabya – 04 Mart 2012 Pazar

0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-