-

Osho'nun yaşam notları - Kısa bir hikaye - anektodlar

24 Mart 2012 Cumartesi yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar

Osho'Dan -2-

Osho'dan bir hikaye

Bir kral işlerin nasıl gittiğini görmek için her gece şehirde dolaşırmış - elbette kılık değiştirerek. bir adam onu çok şaşırtmış, genç, çok yakışıklı bir adam, her gece sokağın kenarındaki ağacın altında dururmuş.

sonunda merak üste çıkmış ve kral atını durdurup adama sormuş: "neden gidip uyumuyorsun ? "
adam demiş ki " insanlar uyur çünkü koruyacak birşeyleri yoktur ve benim öyle hazinelerim var ki uyuyamıyorum, onları korumam gerek. "
kral demiş ki " tuhaf, ben burada hazine göremiyorum "
adam demiş ki " o hazineler içimde onları göremezsin. "
kral hergün durmayı adet haline getirmiş. çünkü adam yakışıklıymış ve söylediği şey kralı saatlerce düşündürürmüş. kral adama o kadar bağlanmış o kadar ilgi duymuş ki adamın gerçekten bir aziz olduğunu düşünmeye başlamış. çünkü farkındalık, sevgi, huzur, sessizlik, meditasyon, aydınlanma, koruduğu hazineler bunlarmış, uyuyamıyormuş, uyuma riskini göze alamıyormuş. bunu yalnızca dilenciler göze alabilir.
hikaye merakla başlamış, ama yavaş yavaş kral adama saygı duymaya, onu spiritüel bir rehber olarak şereflendirmeye başlamış. bir gün sonra şöyle demiş " benimle saraya gelmezsin biliyorum ama ben gece gündüz seni düşünüyorum. aklıma defalarca geliyorsun, sarayıma konuk olman çok hoşuma giderdi. "
kral adamın kabul etmeyeceğini düşünüyormuş - azizlerin dünyadan vazgeçtikleri gibi eski bir fikre sahipmiş - ama genç adama demiş ki, " eğer beni o kadar özlüyorsan neden daha önce söylemedin ? bir at daha getir seninle gelirim "
kral şüphelenmiş " bu nasıl aziz ne kadar kolay ikna oldu " ama artık çok geç olmuşmuş, çünkü onu davet etmiş. ona saraydaki nadir konuklar için imparatorlar için ayrılmış en iyi odayı vermiş. ve adamın bunu reddedeceğini " ben bir azizim böyle bir lüks içinde yaşayamam " diyeceğini düşünüyormuş. ama adam böyle bişey dememiş " çok güzel " demiş.
kral bütün gece uyuyamamış. " bu adam beni kandırdı gibi görünüyor o aziz falan değil " diye düşünmüş. iki üç kez pencereden dışarı bakmış. aziz uyuyormuş. ve daha önce hiç uyumamış, ağacın altında duruyormuş. artık korumuyormuş. kral " aldatıldım bu gerçek bir sahtekar " diye düşünmüş.
adam ikinci gün kralla yemek yemiş -hepsi lezzetli yiyeceklermiş, sadelik yokmuş - ve yemeğin tadını çıkarmış. kral ona imparatorlara layık giysiler sunmuş ve adam giysilere bayılmış. kral düşünmüş " bu adamdan nasıl kurtulabilirim ? " yedi gün sonra bıkmış " bu adam tam bir şarlatan, beni kandırdı " diye düşünmüş.
yedinci gün bu tuhaf adama " bir soru sormak istiyorum " demiş. yabancı demiş ki " sorunu biliyorum. yedi gün önce sormak istedin, ama sırf nezaketten, görgü kurallarından dolayı bastırdın - izliyordum. ama seni burada yanıtlamayacağım. sorunu sorabilirsin, sonra atlarımıza binip uzun bir geziye çıkarız, ben yanıtlayacak doğru yeri seçeceğim. "

kral demiş ki " tamam, sorum şu: seninle aramızdaki fark ne ? sen bir imparator gibi yaşıyorsun, ama bir azizdin. artık bir aziz değilsin. "
adam " atlar hazır mı ? " demiş. dışarı çıkmışlar ve kral defalarca sormuş. " ne kadar uzağa gidiyoruz ? yanıt verebilirsin ! "
sonunda imparatorluğunun sınırı olan ırmağa ulaşmışlar. kral demiş ki " artık benim sınırıma geldik, diğer taraf bir başkasının krallığı, burası yanıt vermek için iyi bir yer. "
adam demiş ki " evet, ben gidiyorum. sen iki atı da alabilirsin ama istiyorsan benimle de gelebilirsin. "
kral " nereye gidiyorsun ? " demiş.
adam demiş ki " benim hazinem yanımda. ben nereye gidersem gideyim hazinem yanımda olacak. benimle geliyor musun gelmiyor musun ? "
kral demiş ki " nasıl seninle gelebilirim ? benim krallığım, sarayım, tüm yaşantım boyunca sahip olduklarım arkamda. "
yabancı gülmüş ve demiş ki " şimdi farkı görüyor musun ? ben bir ağacın altında çıplak durabilirim ya da bir sarayda imparator gibi yaşayabilirim, çünkü benim hazinem içimde. sarayın ya da ağacın orada olup olmaması fark etmez. sen geri dönebilirsin, ben diğer krallığa gidiyorum. artık senin krallığın içinde kalmaya değmez. "
kral pişman olmuş. yabancının ayaklarına dokunmuş* ve demiş ki " beni affet, senin hakkında yanlış şeyler düşünüyordum. sen gerçekten büyük bir azizsin. ama gitme, beni böyle bırakma, aksi halde bu yara tüm yaşamım boyunca canımı yakacak. "
yabancı demiş ki " benim için güçlük yok. seninle dönebilirim. ama senin tetikte olmanı istiyorum. saraya ulaştığımız an soru yine aklına gelecek. bu yüzden böylesi daha iyi, - bırak gideyim.
osho, sizin öğretileriniz ve doktrininiz nelerdir?" sorusuna uzunca şöyle bir yanıt vermiş üstad :
ben bir doktrin öğretmiyorum. doktrin öğretmek anlamsız­dır. ben bir filozof değilim; zihnim felsefi değil. felsefe insanı hiçbir yere götüremez, götüremedi de. düşünen, sorular soran zihin öğrenemez.
bir sürü doktrin mevcut. ama her doktrin bir uydurmadır. in­sanların yarattığı bir kurgudur. bir keşif değil bir icattır. insan beyni sonsuz sistemler ve doktrinler yaratacak kapasitededir. ne var ki gerçeği teoriler yolu ile bilmek imkansızdır. tıka basa bil­gilerle dolmuş bir zihin cahil kalmaya mahkumdur.

Aydınlanma bilginin bittiği noktada gelir. iki olasılık vardır: ya bir şey üzerinde düşünürüz ya da ona varoluşçu yoldan yak­laşırız. bir insan ne kadar çok düşünürse, bulunduğu yerden ve andan o kadar uzaklaşır. bir şeyin üzerinde düşünmek onunla teması yitirmek demektir.
işte bu yüzden benim öğretim anti-doktrinsel, anti-felsefi ve anti-spekülatif deneyimdir. olmak, yalnızca olmaktır. açık ve korunmasız bir biçimde her şeyle bir olmak. ben buna meditasyon diyorum.
bilgi insanı yalnızca kurgulara, yansıtmalara götürür. gerçe­ğe ulaşmanın bir aracı olamaz. ama gerçeği bir kere yakaladığı­nızda bilgi bir iletişim, bilmeyen bir kişi ile o bilgiyi paylaşma aracı olabilir. ancak o zaman doktrinler, teoriler ve dil işe yarar. yine de yetersizdirler. sonuçta yanıltıcı olmaya mahkumdurlar.
varoluşçu yaklaşımla bilinen hiçbir şey tümüyle ifade edile­niz. bildiğimi ifade ettiğim an o, sözcükler halinde size ulaşır ama anlam geride kalır. size ulaşan ölü bir sözcüktür. bir bakı­ma anlamsızdır çünkü asıl anlam deneyimin kendisindedir.
demek ki bilgi bir ifade aracı olabilir ama bilmenin bir yolu olamaz. bilen bir zihin bir engeldir çünkü bildiğinizde alçakgö­nüllü olamazsınız. bilgi ile dolu olduğunuzda içinizde bilinme­yene yer kalmaz. zihin boş olmalıdır, boşluk olmalıdır, tıpkı bir rahim gibi tümüyle alıcı olmalıdır.
bilgi sizin geçmişinizdir. o öğrenmiş olduğunuzdur; hafızanızdır, birikiminizdir, malınızdır. birikim ise bir engeldir, sizin­le yeni olanın, bilinmeyenin arasına girer.
bilinmeyene açık olabilmek için alçakgönüllü olmalısınız. insan cehaletinin sürekli farkında olmalıdır. her zaman bilinme­yen bir şeyler olduğunu bilmelidir. anılara, bilgilere, kitaplara, teorilere, doktrinlere ve dogmalara dayanan bir zihin egoist olur, alçakgönüllü olamaz. size alçakgönüllülüğü bilgi değil ancak sonsuz bilinmeyenler getirebilir.
demek ki hafıza bir kenara bırakılmalı. anılarınız olmama­lı demiyorum ama bir deneyimin yaşandığı anda hafıza orada ol­mamalı. o an açık, savunmasız bir zihne gereksinim var. bu bomboş olma, boşluk anı meditasyon, dhyana'dır.
deneyimin kendisi doktrin haline gelmez mi?
deneyim başkalarına ancak negatif olarak aktarılabilir. onun ne olduğunu anlatamam, ne olmadığını da anlatamam. dil ancak onun ne olmadığını ifade edebilir. dilin onun ne olduğunu ifade edemediğini söylerken bile onu ifade etmekteyim. hiçbir doktri­nin geçerli olmadığını söylediğimde, bu benim doktrinim olu­yor. ortaya bir şey atıyor değilim; bir şeyi inkar ediyorum. ha­yır denebilir; evet denemez. evet yaşanmalıdır.
bilgiden geriye bir inanç kalmışsa bu inanç boşluğa, meditasyona ulaşmayı engelleyecektir. insan ilk önce geçmişin, bili­nenlerin, zihindeki bilgilerin boş olduğunu kavramalıdır. bilin­meyene, gerçeğe ulaşmakta bilgi yararsızdır.
ya öğrenmiş olduğunuz bilgilerle özdeşleşirsiniz ya da onla­rı izleyen bir tanık olursunuz. özdeşleştiğinizde, siz ve hafızanızdakiler bir olursunuz. ama aksi durumda -anılarınıza uzaktan bakıyorsanız, onlardan ayrıysanız, özdeşleşmiyorsanız- kendini­zin anılarınızdan farklı bir şey olduğunuzun farkına varırsınız. bu farkındalık bilinmeyene giden yoldur.
bilgilerinizin bir izleyicisi, bir tanığı oldukça (kendinizi bi­len olarak görmedikçe) egonuzun bu bilgileri ele geçirme olası­lığı azalır. siz anılarınızdan ayrı bir varlık oldukça, onlar yalnız­ca bir toz birikintisi olarak kalır. onlar deneyimlediğiniz ve zih­ninizin bir parçası olan şeylerdir ama bilinciniz farklı bir şeydir. anımsayan anımsanandan, bilen bilinenden farklıdır. bu ayrımı açık seçik yapabildiğiniz oranda boşluğa yaklaşırsınız. sizinle bilinmeyenin arasına giren anılardan kurtulursunuz.
boşluğa ulaşılabilir ama boşluk oluşturulamaz. oluşturursanız, bu eski zihniniz, bilgileriniz tarafından yapılmıştır. bu yüz­den onu oluşturmanın bir metodu yoktur. metot dediğimiz an­cak bilgi birikiminden çıkar. metot kullanıyorsanız bu, eski zih­ninizin devamı olur. ama bilinmeyen size bir devamlılık olarak gelmez. ancak devamsızlığın yarattığı bir boşluk olarak gelir. işte o zaman bilinenin, bildiklerinizin ötesindedir.
bu yüzden burada metot, metodoloji olamaz. yalnız "ben ve birikimim ayrı şeyleriz" bilinci olabilir. bu kavranırsa, boşluğu oluşturmaya da gerek kalmaz. istenen oldu! siz boşluksunuz! hem de bu konuda hiçbir şey yapmanıza gerek kalmadan.
boşluğu yaratamazsınız. yaratılan bir boşluk boşluk olmaz. o yalnızca sizin yarattığınız bir şeydir. sizin yarattığınız bir şey ise asla hiçlik, boşluk olamaz çünkü onun sınırları olacaktır. onu siz yarattınız, bu yüzden o sizden fazla, sizin zihninizin öte­sinde bir şey olamaz. boşluğu oluşturamazsınız. ancak onun alıcısı olabilirsiniz. onu almaya ise yalnız negatif biçimde ha­zırlanabilirsiniz. bu hazırlık öğrendiğiniz, bildiğiniz her şeyin boş ve anlamsız olduğunu bilmek ve onlardan ayrı olmak anla­mındadır.
yalnız bu farkındalık ve bu düşünce tarzı sizi o ürkütücü, o her an var olan boşluğa atabilin artık sizinle onun arasında bir engel kalmadı. o an ile birleştiniz, sonsuzlukla, sınırsız olanla bir oldunuz.
o anı bilgiye dönüştürdüğünüz saniye, o da hafızanızın bir parçası haline gelir ve kaybolur. onun için kimse "bildim" diye mez. insan onu ne kadar deneyimlerse deneyimlesin, bilinme­yen bilinmeyen olarak kalır. onun cazibesi, güzelliği ve çekici­liği hep aynı kalır.
bilme eylemi sonsuza dek sürer. bu yüzden kimse "oraya ulaştım" diyemez. böyle söyleyen yine anılar ve bilgi kalıpları­na geri döner. o zaman o kişi ölür. bilginin açıklandığı an ölüm anıdır. yaşam sona erer. yaşam hep bilinmeyenden gelir, bilin­meyene doğru gider. öteden gelir ve öteye yol alır. işte bu ne­denle bana göre gerçek dindar bir insan bildiğini iddia eden de­ğildir. bilgiye ulaştığını iddia eden kişi bir teolog, bir filozof olabilir ama asla bir dindar olamaz. bir zihin dindar olduğunda nihai gizemi, cehaletin sonsuz coşkusunu ve vecdini kabullenir.
meditasyon, yani boşluk anı oluşturulamaz ve yansıtılamaz. zihninizi durduramazsınız. bunu yapıyorsanız ya onu uyuştur­muş ya da hipnotize etmişsiniz ama bu boşluk değildir. boşluk gelir; asla yaratılamaz, asla getirilemez.
bu yüzden hiçbir metot öğretmem. metotlar, teknikler ve doktrinler söz konusu olduğunda ben bir öğretmen değilim.
bizi ikna ettiniz. oluşan bu kanımızı deneyime nasıl dönüştü­rebiliriz?
bunun nasılı yoktur çünkü nasıl sorusu bir metodu ima eder. yalnızca bir uyanış vardır. beni dinlerken içinizde bir şeyler uyanıyorsa, o deneyimi yaşarsınız; bunu hissedersiniz. ben sizi ikna etmeye çalışmıyorum. entelektüel düzeyde ikna olmak ger­çek anlamda ikna olmak değildir. ben yalnızca bazı şeyleri size aktarmaya çalışıyorum.

söylediklerimle neden ikna oldunuz? bunun iki nedeni ola­bilir: ya ileri sürdüğüm fikirler sizi ikna etti ya da söylediğim şeylerin sizin de gerçekleriniz olduğunu gördünüz. benim fikir­lerim sizin de kanılarınız haline geliyorsa, o zaman nasıl soru­sunu sorarsınız. ama söylediklerimi deneyimliyorsanız, gerçek­liklerini içinizde hissediyorsanız, o zaman o bilgi benden ayrı bir şeydir. ben size hiçbir bilgi sağlamıyorum. bütün olan, ben konuşurken deneyimlediklerinizdir.
zeka ikna olduğunda "nasıl?" der. "bunu yapmanın yolu ne­dir?" bilmek ister. ama ben size hiçbir doktrin vermiyorum.
yalnızca kendi deneyimlerimi anlatıyorum. hafızanın bir biri­kim olduğunu -ölü olduğunu, geçmişin bir tortusu olduğunu-söylediğimde onun geçmişin sizde bıraktığı bir parça olduğunu ama sizin ondan ayrı bir şey olduğunuzu anlatmaya çalışıyorum. söylediklerimi içinizde hissediyorsanız, kendinizle anılarınız (bilinçliliğiniz ve hafızanız) arasındaki mesafeyi biraz olsun görebiliyorsanız işte bu, burada ve şimdi olandır. bir şey oldu ve bu bir şey ardı ardına her saniye size gelmeyi sürdürebilir. bu bir metot aracılığı ile değil, farkındalığınız ve kendinizi sürekli bu konuda uyarmanız ile mümkün olur.
artık bilinçliliğin bilincinizin içeriğinden farklı olduğunu bi­liyorsunuz. bu (art arda) -yürürken, konuşurken, yerken, uyur­ken- anlık farkındalıklar haline gelirse o zaman bir şey olur. zih­nin yalnızca bir bilgisayar, anıları biriktiren bir mekanizma oldu­ğunu ve sizin bir parçanız olmadığını aklınızdan çıkarmazsanız o zaman sırf bu farkındalık bile bu bir şeyin size olmasını sağlar.
ne zaman, nasıl ve nerede olacağı hiç bilinmez. farkındalık ise sürdükçe derinleşen bir şeydir. bu kendiliğinden olur. zeka­dan kalbe, içsel zihninize geçer. yavaş yavaş bilinçüstünden bi­linçaltına kayar. ve sonunda bir gün tümüyle uyanırsınız; bir şey olmuştur, yapay olarak oluşturulmamıştır, hatırlamanın bir yan ürünüdür. hiçbir doktrin buna neden olmamıştır. siz içiniz­deki bir gerçeğe uyandınız, içinizde bir vizyon gördünüz. bir şey içinizin derinliklerine girdi.
o, zamanı asla tahmin edilemez, bilinemez an, bir patlama gibi gelir. artık siz yoksunuz. zeka yok, hafıza yok, mantık yok. yalnız bilinçlilik var: hiçliğin, boşluğun bilinci. ve bu boşluk bilgidir. ama bambaşka bir bağlamdaki bilgi. artık bilen ve bi­linen yok. yalnız varoluşçu biliş var.
boşluğun içinde ne vardır? boşluk nedir? bunlar anlatıla­maz. yalnızca ona geçiş tanımlanabilir. ifade edilebilen bu ge­çiş bir metot olarak algılanmamalıdır. ortada uygulanacak bir şey yok.
hazırlık olarak önerebileceğiniz belirli bir yaşam biçimi var mı?
farkında olduğunuz an tüm yaşamınız, tüm yaşam biçiminiz değişir. ama bu değişiklikler size gelir, bu konuda pratik yapıl­mamalıdır. bu şey için pratik yapmaya başladığınızda o taşıdığı önemi yitirir. bunun için, değişim size kendiliğinden gelmeli.
tüm yapılması gereken boşluğu arzu edemeyeceğinizi kav­ramaktır. bu sözlerdeki çelişki varoluşçu bir çelişkidir. onu arzulayamazsınız çünkü o arzu eski zihninizden, bilgilerinizden gelir. bütün yapabileceğiniz ne olduğunuzun farkında olmaktır. bunu yapabildiğiniz an bir bölünme, bir ayrılma meydana gelir. şimdi benliğinizin bir bölümü artık geri kalan bölümü ile özdeşleşmiyor.
o zaman iki bölüm ortaya çıkar: biri hafıza, zihin, diğeri ise bilinçlilik, altmandır.
beni dinlerken aynı zamanda kendi içsel zihninizi de dinle­mek zorundasınız. bu daima böyledir. benim söylediklerim, sizdeki "ben"in, sizin bilgilerinizin ve birikiminizin bir parçası oluyor. bilgi daha fazla bilgi ister, nasılı, metodu arar. bir me­tot gösterildiğinde ise bu da bilgi birikiminizin bir parçası olur. sizdeki "ben" güçlenir, daha bilinebilir hale gelir.
ben, sizdeki "ben"i vurgulamıyorum, benden söz etmiyorum çünkü o zaman iletişim birleşmeye yol açmaz. bir tartışma ola­rak kalır, diyaloga dönüşmez. ortada "ben" olmadığında diya­log olur. siz buradasınız ve sizdeki "ben" yoksa, işte o zaman nasıl sorusu ortaya çıkmaz. söylediklerim ya gerçek ya da ger­çek dışı, ya doğru ya da bir hokus pokus doktrin olarak kabul edilir.
benim tüm amacım bir ortam yaratmak. bunu ya konuşarak, ya sessiz kalarak ya da aklınızı karıştırarak yaparım. istediğim "ben"inizin içinizden çıkması ve sizdeki "ben"in ötesine geç­mesi. bunu başarmak için çeşitli ortamlar oluşturmaya çalışı­yorum.
işte bu da o ortamlardan biri. size saçma sapan şeyler söylü­yorum. bir şeyi başarmaktan söz ediyorum ama her türlü meto­du reddediyorum. saçmalık değil mi bu? nasıl hem bir şeyi söy­leyip sonra da onun söylenemez olduğunu söyleyebiliyorum? ama bu saçmalığın kendisi bir ortam yaratıyor. sizi ikna eder­sem bu ortam yaratılmaz. nasıl? bunun yolu nedir? sorularını sormayı sürdürürsünüz. ben de bunun belirli bir yolu olmadığı­nı yineleyip, dönüşümden söz etmeyi sürdürürüm. o zaman du­rum öyle mantıksızlaşır ki, aklınız tatmin olmaz. işte ancak o za­man ötelerden bir şey devreye girebilir.
her an değişik ortamlar yaratırım. entelektüel kişiler için ortam saçmalıktır. farkındalık ancak devamlılığı kesen bir du­rum yaratıldığında gelir. durumun saçmalığı ve mantıksızlığı bir boşluk yaratır ve kişisel farkındalığın bakış açısını geçersiz kılar.
buda'nın yaşamından bir öykü aklıma geliyor. bir sabah bu­da bir köye gelir. köye girerken birisi ona, "ben yüce'ye ina­nan bir kişiyim" der, "lütfen bana tann'nın var olup olmadığı­nı söyle."
buda çok kesin bir tavırla, "tanrı yoktur" der. "hiçbir zaman olmadı, hiçbir zaman da olmayacak. sen neler saçmalıyorsun?" adam yıkılır, ama işte ortam yaratılmıştır.
öğleden sonra başka bir adam buda'ya gelir ve "ben ateis­tim" der, "tanrı'ya inanmam. gerçekten bir tanrı var mı? ne dersin?"
buda, "yalnız tanrı var" der, "ondan başka olan bir şey yoktur." o adam da yıkılır.
akşam olduğunda üçüncü bir adam gelir ve buda'ya, "ben bir agnostikim" der, "ne inanıyorum, ne inanmıyorum. ne der­sin? bir tanrı var mı?"
buda hiçbir şey söylemez. adam yıkılır.
ama buda'nın hep yanında dolaşan bir rahip olan anand da­ha da fazla yıkılmıştır. sabahleyin buda "tanrı yoktur" dedi, öğleden sonra, "olan yalnız tanrıdır" dedi, akşam ise sessiz kal­dı. o gece anand buda'ya, "uyumadan önce lütfen sorumu ya­nıtla" der. "bütün huzurumu kaçırdın! aklım o kadar karıştı ki ne düşüneceğimi bilemez oldum! o saçma ve çelişkili yanıtların anlamı neydi?"
buda, "o yanıtların hiçbiri sana verilmedi. neden onları din­ledin?" der. "onlar o sorulan soranlara verildi. yanıtların seni rahatsız etmesi iyi bir şey. senin yanıtın da bu."
demek ki ortamlar yaratılabiliyor. bir zen rahibi onları kendi tarzında yaratır. sizi odasından ite kaka çıkarabilir ya da size bir tokat atabilir. bu çok saçma görünür. ona bir şey sorarsınız, o başka bir şeyi yanıtlar. birisi, "bunu yapmanın yolu nedir?" der ama zen rahibinin yanıtının yol ile hiçbir ilgisi yoktur. "nehre bak!" diyebilir ya da "ağaca bak! ne kadar yüksek!" bu saçmalıktır.
zihin devamlılık ister. saçmalıklardan korkar. mantıksızdan, bilinmeyenden korkar. ne var ki gerçek, zekanın bir yan ürünü değildir. ne bir tümevarım, ne bir tümdengelimdir. mantıklı de­ğildir; bir sonuç değildir.
size hiçbir şey aktarmıyorum. yaptığım yalnızca durumlar, ortamlar yaratmak. ancak o zaman anlatılamaz olan anlatılabilir. onun için nasıl diye sormayın. yalnızca olun. yapabilirse­niz farkında olun, farkında olamıyorsanız, farkında olmadığını­zın farkında olun. olanı görmeye çalışın. göremiyorsanız, göre­mediğinizi görün; o zaman o şey olacak, her zaman olur.
"saçma bir durum yaratmak" demekle insanın bir şekilde sarsılması gerektiğini mi kastediyorsunuz? sonuç ne olur?
insanlar zaten yeterince sarsıntı ve rahatsızlık içinde. bu ne­denle artık bu durumları ile özdeşleşmiş ve barışmış durumda­lar. rahatsızlıkları alışkanlık haline geldi. hepimiz zaten sarsıl­mışız! sarsılmadan gerçeği bilmek imkansızdır.
rahatsızlık normal olduğundan ben sizi rahatsız ettiğimde rahatsızlığınız rahatsız oluyor. o zaman bu rahatsızlık nötrleşiyor. ilk kez sakinleşiyorsunuz. saçma bir durum yaratmaktan söz ettiğimde bundan amacım bir sonuç elde etmek değil, iletil­mez olanı iletmek."sonuç ne olur?" diyorsunuz. söylenenler gerçek olarak ka­bul edilmediği sürece, bir sonuçtan söz edilebilir. o yalnızca sembolik, şiirsel ve mitolojik bir anlamda algılanmalıdır. bence her dini kitap bir mitolojidir ve deneyimi yaşamış bir kişinin an­lattığı her şey de bu bağlamda gerçek dışıdır. o gerçek değildir, bir göstergedir. gerçeğe ulaşmak için unutulması gerekir.
ötesinde yalnız sessizliğin var olduğu sınırı işaret eden üç sözcük vardır. bunlar sat/chit/anand: varoluş, bilinçlilik, vecd tek bir deneyim vardır ama onu bir kavram haline getirirken bu üç sözcüğe böleriz.
bu tam varoluşta (sat), bu bütünlükte, yalnızsınız. ne "şu"sunuz, ne de "bu". hiçbir şeyle tanımlanamazsınız. yalnız­ca varsınız.
ikincisi bilinçliliktir (chit). bu bilinçli zihin anlamında değil­dir. bilinçli zihin daha üstün bir bilincin yalnız küçük bir parça­sıdır. normalde bilinçliyken, bir şeyin bilincinde oluruz. bilinç­lilik objektiftir; bir şey hakkındadır. chit ise saf bilinçliliktir; hiçbir şeyin bilincinde olmadan. ortada bir obje yoktur. bu bi­linç hiçbir şeye yöneltilmemiştir. sonsuz ve arıdır. sonuncusu anand, yani vecddir. mutluluk değil, sevinç de­ğil, vecd. mutluluk kavramı, içinde mutsuzluğu -onun anısını ve karşıtını- da içerir. sevinçte de bir miktar gerginlik, rahatla­tılması ve sakinleştirilmesi gereken bir şey vardır. vecd ise içinde mutsuzluktan hiçbir iz taşımayan mutluluktur. çevresin­de dipsiz bir kuyu olmayan sevinçtir. gerginlik içermeyen mut­luluktur.

vecd en uçtaki sevinç ile en uçtaki üzüntünün tam arasında bir noktadadır. bu öteye geçme, aşma noktasıdır. onda hem üzüntünün derinliği, hem de sevincin zirvesi vardır. sevinçte yükseliş vardır ama üzüntünün derinliği yoktur. üzüntünün ise dipsiz kuyular kadar derinliği vardır ama zirvesi yoktur. vecd'de her ikisi de olduğundan ikisini de aşar. yalnız orta nok­ta iki uçtaki aşırılığın ötesine aşabilme noktası olabilir.
bu üç sözcük, sat/chit/ananda, bunun sınırlarıdır. bu dene­yim hakkında bunlardan daha fazla söylenebilecek bir şey yok. ifade edilemeyene geçiş sının ancak bu sözcüklerle anlatılabilir. bu bir son değil, yalnızca başlangıçtır.
satchitanand yalnızca bir terimdir, gerçek değil. bu akıldan hiç çıkarılmamalıdır ve hiç unutulmamalıdır. ama zihin unutur, o zaman da satchitanand bir gerçek haline gelir. onun çevresin­de teoriler, doktrinler oluştururuz ve zihin kapanır. o zaman öte­ye sıçrama mümkün olmaz. bu hindistan'da da böyle oldu. bu üç sözcüğün çevresinde koskoca bir gelenek oluşturuldu. ama gerçek satchitanand değildir; gerçek onun ötesindedir. ancak bu kadarı sözcüklere dönüştürülebiliyor. bir metafor olarak al­gılanmalıdır. tüm dini kitapların dili semboliktir. doğası gereği ifade edilemeyenin sözcüklere dökülmesidir.
ben bile satchitanand terimini kullanmayı sevmiyorum çün­kü zihin ne olacağını kavradığı an soruşturmaya ve isteklerde bulunmaya başlıyor. satchitanand'ı istiyor, o zaman öğretmen­ler ortaya çıkıp bu isteği mantralar, teknikler ve metotlarla kar­şılıyorlar. her talep karşılanabilir, bu yüzden saçma bir talep saçma şeylerle karşılanır. guruluk ve bütün teolojiler böyle ya­ratıldı.
nihai olanı amaç edinmemeye dikkat etmek gerekir. dilek­te bulunmayın, bir şeyi edinmeyi amaçlamayın ve yolculuğunu­za bir varış noktası tayin etmeyin. o şu anda, burada, farkında olabilirsek o patlama gerçekleşir. zaten çok yakınımızda. o bi­zim en yakın komşumuz ama biz hep uzaktakini arzu ediyoruz. yanı başımızda duruyor ve biz haclara gidiyoruz. bir gölge gi­bi bizi izliyor ama gözlerimiz uzaklarda olduğundan onu göre­miyoruz.
yaşam varoluşun içinde olmak zorundadır. lao tzu'nun bir sözü vardır: "ararsan yitirirsin. arama, bulursun."
Her zaman yaşam nehriyle birlikte git. Asla akıntıya karşı gitmeye, nehirden hızlı akmaya çalışma. Sadece mutlak bir rahatlık içinde, her an kendini yuvada, rahat ve varoluşun içinde huzurlu hissederek git.
Unutmaman gereken şey yaşamın kısa değil sonsuz olduğu ve bu yüzden de aceleye hiç gerek olmadığıdır. Acele etmek yalnızca bir şeyleri kaçırmana neden olur. Varoluşun acele içinde olduğunu gördün mü hiç? Mevsimler zamanında gelir, çiçekler zamanı gelince açar, ağaçlar hayat kısa diye hızla büyümek için koşuşturmazlar. Tüm varoluş yaşamın sonsuzluğunun farkında gibi görünür.
Biz hep buradaydık ve hep burada olacağız; tabi ki aynı biçimlerde, aynı bedenlerde değil. Yaşam evrimleşmeye, daha yüce evrelere erişmeye devam ediyor. Ama bunun bir sonu olmadığı gibi, bir başlangıcı da yok. Başlangıçsız bir yaşamla, sonsuz bir yaşamın ortasında var oluyorsun. Daima bu iki taraflı sonsuzluğun ortasında yer alıyorsun.
Varoluşun gizemlerini soruşturmaya bıraktığın anda varoluş kapılarını sana açar, seni buyur eder. Ve varoluşun gizemlerine bir misafir olarak girmek onurlu bir şeydir. Doğaya saldırmak, doğayı zorlamak ise barbarlıktır. Altın gelecek işte bu olacaktır; bilim varoluşla bir mücadele veya çekişme yerine bir aşk ilişkisine girdiğinde; onunla tezat olarak değil, derin bir ahenk, derin bir dostluk içinde var olabildiğinde.
Niçin pornografiden bu kadar etkileniyorum?

Dini eğitim, kilise okulu yüzünden olmalı; aksi taktirde pornografi ile ilgilenmeye gerek yoktur. Gerçek olana karşı olduğunda hayal kurmaya başlarsın. Dini eğitim yeryüzünden silindiğinde pornografi ölecektir. O bundan önce ölemez. Bu çok paradoksal gözükür. Playboy gibi dergiler sadece Vatikan’ın desteği ile var olur. Papa olmadan Playboy dergisi olamaz; o var olamaz. Onun var olması için hiçbir neden olmayacak. Onun arkasında din adamı vardır.

Canlı insanlar buradayken niçin pornografi ile ilgilenesin ve canlı insanlara bakmak çok güzeldir. Çıplak bir ağaç resmi senin ilgini çekmez değil mi? Çünkü tüm ağaçlar çıplaktır. Sadece şunu yaparsan: Tüm ağaçları kapat ve er ya da geç el altından dolaşan çıplak ağaç dergileri bulacaksın. Ve insanlar onları İncil’lerinin içine koyup okuyacaklar ve onlara bakıp keyif alacaklar. Dene ve göreceksin.
Pornografi sadece insanlar çıplaklıklarını doğal olarak kabul ettiklerinde kalkabilir. Kedileri ve köpekleri, aslanları ve kaplanları resimlerinde çıplak görmek istemiyorsun. Onlar çıplak! Aslında bir köpek yanından geçtiğinde bu gerçeğin farkına bile varmıyorsun, onun çıplak olduğunu görmüyorsun bile. Duyduğuma göre İngiltere’de köpeklerine elbise giydiren bazı bayanlar varmış. Korkuyorlar, köpeğin çıplaklığı bir takım manevi, dini ruhları rahatsız edebilir. Bertrand Russel’ın otobiyografisinde yazmış olduğu bir şeyi okumuştum: Onun çocukluk yılları Victoria dönemiydi. Sandalyelerin bile bacakları örtülmüştü çünkü onlar bacaktı.
Erkeğin doğal olmasına izin ver ve pornografi kaybolur. Bırak insanlar çıplak olsun… Ofislerinde çıplak oturmak zorunda değiller; bu kadar ileri gitmeye gerek yok ancak sahillerde, nehir kıyılarında ya da dinlenirlerken, evlerinde rahatlamışlarken, bahçelerinde güneş altında dinlenirken onlar çıplak olmalılar! Bırak çocuklar çıplak anne ve babanın etrafında çıplak bir şekilde oyun oynasın. Pornografi ortadan kalkar. Playboy dergisine kim ne için bakacak? Bir şey mahrum bırakılmıştır, doğal bazı meraklar engellendiği için pornografi vardır…
İçindeki din adamından kurtul, elveda de. Ansızın pornografinin kaybolduğunu göreceksin. Bilinçaltındaki din adamını öldür ve varlığının içinde çok büyük bir değişimin gerçekleştiğini göreceksin. Daha çok bir arada olacaksın.
Seyahat halindeki bir satıcı, bir otelde konaklarken yatağında bir İncil buldu. Ön sayfasında şöyle yazıyordu: “Hastaysanız kırk ikinci sayfayı okuyun, şayet aileniz hakkında endişeliyseniz sayfa altmış sekizi okuyun. Yalnızsanız sayfa doksan ikiyi okuyun.”

O yalnızdı, bu yüzden doksan ikinci sayfayı açtı ve okudu. Ve bitirdikten sonra sayfanın sonunda el yazısı ile yazılmış şu sözcükleri gördü. “Eğer hâlâ yalnızsanız 62485’i arayın ve Gloria’yı isteyin.”

0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-