Arap ülkeleri ve Avrupa nezdinde, barışa en büyük tehdit,İsrail'dir. Arap ülkelerinde barışa tehdit sıralamasında ABDikinci gelirken, ne kadar hazzedilmese de İran'dan daha az korkulmakta.
Gün be gün bize sunulduğu şeklinden farklı olarak dünyayı görebilmek için insanın kendi derisinden soyunması kolay değil. Fakat denemekte yarar var. Haydi birkaç örneğe bakalım...
İran ’la ilgili savaş davulları her zamankinden daha gümbürtüyle çalıyor. Bu durumu ters yüz edilmiş olarak tasavvur edin.
İran , büyük güçlerin de katılımıyla, İsrail ’e karşı öldürücü ve düşük yoğunlukta savaş yürütüyor. İran liderleri, müzakerelerin hiçbir işe yaramadığını söylüyor. İsrail , Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı (NPT) imzalamayı ve nükleer denetimlere izin vermeyi reddediyor, tıpkı İran ’ın yapmış olduğu gibi.* İsrail , Ortadoğu ’nun nükleer silahlardan arındırılmış bölge olması yönünde uluslararası toplumun galebe çalan çağrılarına kulak asmamayı sürdürüyor. Tüm bunlar olurken, İran , süpergüç hamisinin desteğine sahip olmanın keyfini sürüyor. Bu sebepten İranlı liderler, İsrail ’i bombalama niyetlerini duyuruyor ve önde gelen İranlı askeri analistler, saldırının ABD başkanlık seçiminden önce gerçekleşebileceğini bildiriyor.
İsrail keyfi güç kullanıyor
İran , kudretli hava kuvvetlerinin yanı sıra Almanya ’nın gönderdiği, nükleer füze donanımlı ve İsrail sahili açıklarında demirli yeni denizaltılarını da kullanabilir. Nasıl bir takvime uyulursa uyulsun, İran , süper güç destekçisinin saldırıya öncülük etmese bile katılacağına güveniyor. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, “Böyle bir saldırıdan yana olmasak da İran , egemen bir ülke olarak çıkarlarına en uygun biçimde hareket eder” diyor.
Elbette bunları tahayyül etmek bile imkânsız ama gerçekte oluyor, sadece oyundaki karakterler tersi rollerde. “Teşbihte hata olmaz” derler, oysa böyle bir analoji İran ’a haksızlık oluyor.
Hamisi gibi, İsrail de keyfi güç kullanıyor. BM Güvenlik Konseyi kararları ve uluslararası hukuku arsızca hiçe sayarak, işgal ve ilhak ettiği topraklarda ısrarla yasadışı yerleşimler inşa ediyor. Lübnan’a tekrar tekrar acımasızca saldırılar düzenledi, Gazze halkını esir etti, inandırıcı bir bahane bile uydurmadan on binlerce kişiyi öldürdü.
İsrail ’in 30 yıl önce Irak ’ta bir nükleer reaktörü vurmasından son dönemde övgüyle söz ediliyor. Öyle ki, bombardımanın Saddam Hüseyin’in nükleer silah programını sona erdirmek bir yana, başlattığına dair Amerikan istihbaratının güçlü kanıtları bile görmezden geliniyor. İran ’a bomba yağdırmak da aynı etkiyi yaratabilir.
İran da saldırganlık yaptı ama son birkaç yüzyıl boyunca sadece ABD destekli Şah yönetimi altında ve Basra Körfezi’ndeki Arap Adaları’nı işgal ederek.
İran , nükleer gelişim programlarına, Şah yönetimi döneminde Washington ’ın resmen verdiği güçlü destekle girişti. İran hükümeti gaddar ve baskıcıdır, tıpkı ABD ’nin bölgedeki müttefikleri gibi. En önemli müttefik olan Suudi Arabistan, en aşırı İslamcı köktendinci rejimdir ve radikal Vahhabi doktrinini başka ülkelere yaymak için muazzam paralar harcar. Yine ABD ’nin gözde müttefiklerinden olan Körfez diktatörlükleri, Arap Baharı ’na katılmaya yönelik her türlü halk hareketini haşin biçimde bastırmakla meşgul.
‘Bağlantısız’ farkındalığı
Tahran, Bağlantısızlar Hareke-ti’nin 4 Eylül’de sona eren zirvesine ev sahipliği yaptı. Dünya nüfusunun çoğunluğunu temsil eden hükümetlerin oluşturduğu grup, İran ’ın uranyum zenginleştirme hakkını kuvvetle desteklerken, Hindistan gibi bazı üyeleri de ABD ’nin İran ’a yönelik sert yaptırımlarına sadece gönülsüzce ve kısmen uyuyor.
Hiç şüphe yok ki Bağlantısızlar’ın delegeleri, Batı’daki tartışmalara hükmeden tehdidin farkında. ABD Stratejik Komutanlığı’nın eski kumandanı General Lee Butler’ın açık seçik dile getirdiği gibi: “ Ortadoğu denen kaynayan düşmanlık kazanında bir ulusun nükleer silahlarla donanarak diğer ulusların da bu yönde esinlenmesine sebep olması, aşırı tehlikeli bir şeydir.”
Butler burada İran ’a değil, İsrail ’e göndermede bulunuyor. Arap ülkeleri ve Avrupa nezdinde, barışa en büyük tehdit, İsrail ’dir. Arap ülkelerinde barışa tehdit sıralamasında ABD ikinci gelirken, ne kadar hazzedilmese de İran ’dan daha az korkulmakta. Hatta pek çok ankette çoğunluk, İran ’ın kendisine yönelik tehditleri dengelemek için nükleer silah sahibi olmasının bölgeyi daha güvenli hale getireceğinden yana görüş bildirmiştir.
Amerikan istihbaratının elinde hâlâ böyle bir bilgi olmamasına rağmen, farz edelim, İran gerçekten de nükleer silah kapasitesi yönünde ilerleme kaydediyor. Bunu, ABD ile İsrail ’in BM şartını net biçimde ihlal ederek sürekli savurdukları tehditlerden esinlenerek yapıyor olmasın?
O zaman niye İran , Batı’nın resmi söyleminde sunulduğu gibi dünya barışına en büyük tehdidi oluştursun ki? Baş sebebi, ABD - İsrail ordusuyla istihbaratı itiraf ediyor: İran , gözlerini korkutarak ABD ile İsrail ’i güç kullanmaktan vazgeçirebilir.
Üstüne üstlük İran ‘başarılı meydan okuyuşu’ yüzünden cezalandırılmalı. Washington , yarım asır önce Küba ’yı bununla suçlamıştı ve ABD ’nin uluslararası kınamalara rağmen süregiden Küba ’ya yönelik saldırılarının gerisindeki itici güç de hâlâ budur.
Assange Rusları ele verse...
Gazetelerin baş sayfalarındaki diğer haberlere de farklı bir perspektiften bakmak faydalı olabilir. Farz edelim, tek farkla diğer tüm şartlar aynı kalsın ve Julian Assange , Moskova ’nın kamuoyundan saklamak istediği çok gizli Rus belgelerini yayımlamış olsun. İsveç , Assange ’ı Londra’da sorgulamayı kabul eder ve kendisinin adil yargı şansı bulunmadığından Rusya’ya iade edilmeyeceğini açıklardı.
En güncel haber ise ABD başkanlık seçimi. En münasip bakış açısını, evvel zaman içinde ABD Yüksek Mahkemesi yargıcı Louis Brandeis dile getirmişti: “Bu ülkede ya demokrasi olur ya da refah küçük bir azınlık tarafından gasp edilir, ama ikisi birden olmaz.” 31 üyeli OPEC’in sosyal adalet sıralamasında, ABD ’nin olağanüstü avantajlara sahip olmasına rağmen 27’nci gelmesine şaşmamak lazım.
Bazen komedinin sınırlarında dolaşan seçim kampanyalarının hayhuyunda meselelere mantıksal yaklaşımın buhar olup uçmasına da...
Mesela, Paul Krugman’ın yazdığına göre, Cumhuriyetçi Parti’nin pek hayran olunan Büyük Düşünürü Paul Ryan’ın, mali sistemle ilgili fikirlerini devşirdiği Atlas Silkindi adlı fantezi roman, kâğıt para yerine altın sikke kullanılmasını savunuyor.
O zaman bize kalan, gerçekten önemli bir yazardan alıntı yapmak... Jonathan Swift’in Gulliver’in Seyahatleri kitabında, Lagado kentinin bilge sakinleri sahip oldukları her şeyi sırtlarına yükleyip yanlarında taşır ve altının boyunduruğuna girmeden değiş tokuş yapmakta kullanır. Böylece ekonomi ve demokrasi gerçekten gelişirdi ve en önemlisi, toplumsal eşitsizlik keskin biçimde azalırdı ve bu da Yargıç Brandeis’nin ruhunu şad ederdi.
(*Çevirmenin notu: İran NPT’nin imzacısıdır ve nükleer denetimlere izin vermektedir. Ortadoğu ’da bunları kabul etmeyen tek ülke İsrail ’dir.) (4 Eylül 2012)
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.