İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı adlı kitabında da görüleceği üzere Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ''bu bana aittir!'' diyebilen,buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan,uygar toplumun gerçek kurucusu oldu.Bu sınır kazıklarını söküp atacak ya da hendeği dolduracak,sonra da hemcinslerine ''bu sahtekara kulak vermekten sakınınız!meyvelerin herkese ait olduğunu,toprağın ise kimseye ait olamadığını unutursanız,mahvolursunuz.'' diye haykıracak olan adam,insan türünü nice suçlardan,nice savaşlardan,nice cinayetlerden,nice yoksulluklardan ve nice korkunç olaylardan esirgemiş olurdu''
Toplumlar teknolojiyle, kentsel yaşamla deforme edilir , güzelliğin, gerçeğin doğada- kırsal yaşamdadır. Sonradan görmeliğin şehirleşme arttıkça zıvanadan çıkacak, rezillik diz Boyu Olacaktır.
-"Siyaset ve ahlaki birbirinden ayiranlar, ikisinden de birsey anlamazlar"
Russo'ya göre doğa durumundaki insan asıl özgür olan ve barışçıl olandır. zira ahlak duygusu gelişmemiştir ve bir şeylere iyi veya kötü tanımlamasını yapmamaktadır. birisi elinden elmasını aldığında bu insan, gider bir başkasını koparır. elmasının elinden alınması kendisinde bir duyguya yol açmaz, çünkü toplum içinde değildir, doğa durumundadır ve bu yüzden küçük düşmek nedir bilmemektedir. tat alma gibi duyuları modern insandaki gibi incelmediği için, yemekleri arasında bir seçimde de bulunmak zorunda kalmamıştır; o sadece özgürce karnını doyurmaktadır. ayrıca bilim vasıtasıyla gelişen teknolojinin modern insanda yol açtığı tembellikten payını almadığı için, kendisinin fiziksel özellikleri ve görme, işitme, koku alma gibi duyuları gelişkin olduğu için, sırf bu sebeplerle bile modern insandan katbekat özgürdür.
Sanat insana olamayacağı, erişemeyeceği şeyleri gösterir. sanat insanın özgürlüğünü elinden alır, zira isteklerini etkiler.Russo'ya göre insanın özgürlüğünün anahtarı, insanın ulaşabilme, yapabilme gücüyle, istekleri arasındaki bağıntıdadır. bu ikisi arasındaki fark ne kadar az olursa, kişi o kadar özgür olur. eğer bizim hayal dünyamız ufukları aşar ama gerçek dünyadaki yerimiz aynı kalırsa, bu bizim özgürlüğümüzün üstünden geçer.
Russo'ya göre genel istenç veya toplumsal yararın, toplumun her üyesinde, o bireye ait bir anlamı olması lazımdır. bu noktada genel istenci düzenleyen ve toplumsal normları belirleyen birey, aslında kendi kendini boyunduruğu altına olmuş olur. Russo'nun toplumsal insanı bir oylama sırasında, üzerine karar verilmesi gereken hususun şıklarını beğenip beğenmediğini sorgulamamalıdır. sorgulaması gereken, oylanan hususun gerçekten genel istence uygun olup olmadığıdır.
Russo özellikle genel istençle ilgili görüşlerinin paralelinde, devletteki partilerin de her zaman küçük ve çok sayıda olması gerektiğini ekler. Zira partiler büyüdükçe ve güçlendikçe, bunların kurumsal istençleri üyeleri açısından, genel istencin üzerine geçebilir. bir toplumda kişinin özel istencinin, genel istencinin üstüne geçmemesi gerektiğini belirten Russo için, böyle bir durum da haliyle kabul edilemezdir.
-Yapmak istediklerimizi yaptığımızda değil yapmak istemediklerimizi yapmadığımız zaman özgürüzdür
-"İnsan özgürdür ve heryerde zincire vurulmuştur"
-Bilgisizlikten daha kötü bir şey varsa o da bildiğini zannetmektir
Rousseau öyle bir formülasyon geliştirdiğine inanır ki, insanlar hem ilkel zamanlarındaki gibi özgür olabilirler hem de doğa durumundaki kavgalarına son verecek egemenlerinin uyruğu olmaya istek duyabilirler. yani hem itaat edecekler hem de özgür olacaklardır. kulağa garip gelen bu tez rousseau'ya göre mümkündür ve çözümü de genel iradedir.
"Genel irade", kişisel iradelerin toplanması sonucu oluşacak bir "çoğunluğun iradesi" demek değildir. genel iradeyi genel yapan toplumsal yarardır. bu durumda genel iradenin genel olabilmesi için ne oy çokluğuna ne oybirliğine gereksinim vardır. bir durumda oybirliğine varılmş olabilir;ama o yine de toplumsal çıkara uygun olmayabilir,dolayısıyla genel iradeye uygun sayılmayacaktır. öte yandan tek bir kişinin görüşü bile, toplumsal çıkara uygunsa,genel iradeye uygun demektir. zaten Rousseau'nun en tehlikeli denebilecek tarafı bu noktadır ki, geliştirdiği genel irade kavramı totaliter rejimlere meşruiyet kazandırma noktasına çekilmiştir.
Genel irade halihazırda soyut bir kavramdır, onun somutlaştırılmış hali "egemen" kavramıdır. "egemenlik kaynağını milletten alır" inancı Rousseau'yla yaygınlaşmıştır. bu demektir ki yasa yapmak genel iradenin işlemleridir. hükümdar/hükümet, yalnızca ve yalnızca halkın görevlendirdiği bir görevlidir ve halkın(=genel irade) oluşturduğu yasalara bağlı kalmak zorundadır. hükümet kurma işi bir sözleşme işi değil, bir yasa işidir.halk istediği zaman onları işbaşına getirir,istemediği zaman da uzaklaştırır. bir adamın kendi başına verdiği kararlar yasa olamaz. hatta egemen varlığın, özel bir konuda verdiği buyruklar yasa değil kararnamedir. rousseau'ya göre yasayla yönetilen her devlet cumhuriyettir. yönetimi kaç kişinin üstlendiği ise bir tercih meselesidir. rousseau'ya göre en etkin yönetim biçimi tek kişini elinde olandır. çünkü tek kişinin özel iradesiyle genel irade bir olacağından herhangi bir sorun çıkmayacaktır. bu bakımdan rousseau, hobbes'un mutlak güç anlayışına yakın durmaktadır.
"Sadece ben. kalbimi duyuyor ve insanları tanıyorum. gördüklerimden hiçbiri gibi yaratılmamışım; yaşayanlardan hiç biri gibi yaratılmış olmadığıma inanmak cüretini gösteriyorum. öbür insanlardan daha iyi değilsem bile, hiç olmazsa başkayım"
Toplumlar teknolojiyle, kentsel yaşamla deforme edilir , güzelliğin, gerçeğin doğada- kırsal yaşamdadır. Sonradan görmeliğin şehirleşme arttıkça zıvanadan çıkacak, rezillik diz Boyu Olacaktır.
-"Siyaset ve ahlaki birbirinden ayiranlar, ikisinden de birsey anlamazlar"
Russo'ya göre doğa durumundaki insan asıl özgür olan ve barışçıl olandır. zira ahlak duygusu gelişmemiştir ve bir şeylere iyi veya kötü tanımlamasını yapmamaktadır. birisi elinden elmasını aldığında bu insan, gider bir başkasını koparır. elmasının elinden alınması kendisinde bir duyguya yol açmaz, çünkü toplum içinde değildir, doğa durumundadır ve bu yüzden küçük düşmek nedir bilmemektedir. tat alma gibi duyuları modern insandaki gibi incelmediği için, yemekleri arasında bir seçimde de bulunmak zorunda kalmamıştır; o sadece özgürce karnını doyurmaktadır. ayrıca bilim vasıtasıyla gelişen teknolojinin modern insanda yol açtığı tembellikten payını almadığı için, kendisinin fiziksel özellikleri ve görme, işitme, koku alma gibi duyuları gelişkin olduğu için, sırf bu sebeplerle bile modern insandan katbekat özgürdür.
Sanat insana olamayacağı, erişemeyeceği şeyleri gösterir. sanat insanın özgürlüğünü elinden alır, zira isteklerini etkiler.Russo'ya göre insanın özgürlüğünün anahtarı, insanın ulaşabilme, yapabilme gücüyle, istekleri arasındaki bağıntıdadır. bu ikisi arasındaki fark ne kadar az olursa, kişi o kadar özgür olur. eğer bizim hayal dünyamız ufukları aşar ama gerçek dünyadaki yerimiz aynı kalırsa, bu bizim özgürlüğümüzün üstünden geçer.
Russo'ya göre genel istenç veya toplumsal yararın, toplumun her üyesinde, o bireye ait bir anlamı olması lazımdır. bu noktada genel istenci düzenleyen ve toplumsal normları belirleyen birey, aslında kendi kendini boyunduruğu altına olmuş olur. Russo'nun toplumsal insanı bir oylama sırasında, üzerine karar verilmesi gereken hususun şıklarını beğenip beğenmediğini sorgulamamalıdır. sorgulaması gereken, oylanan hususun gerçekten genel istence uygun olup olmadığıdır.
Russo özellikle genel istençle ilgili görüşlerinin paralelinde, devletteki partilerin de her zaman küçük ve çok sayıda olması gerektiğini ekler. Zira partiler büyüdükçe ve güçlendikçe, bunların kurumsal istençleri üyeleri açısından, genel istencin üzerine geçebilir. bir toplumda kişinin özel istencinin, genel istencinin üstüne geçmemesi gerektiğini belirten Russo için, böyle bir durum da haliyle kabul edilemezdir.
-Yapmak istediklerimizi yaptığımızda değil yapmak istemediklerimizi yapmadığımız zaman özgürüzdür
-"İnsan özgürdür ve heryerde zincire vurulmuştur"
-Bilgisizlikten daha kötü bir şey varsa o da bildiğini zannetmektir
Rousseau öyle bir formülasyon geliştirdiğine inanır ki, insanlar hem ilkel zamanlarındaki gibi özgür olabilirler hem de doğa durumundaki kavgalarına son verecek egemenlerinin uyruğu olmaya istek duyabilirler. yani hem itaat edecekler hem de özgür olacaklardır. kulağa garip gelen bu tez rousseau'ya göre mümkündür ve çözümü de genel iradedir.
"Genel irade", kişisel iradelerin toplanması sonucu oluşacak bir "çoğunluğun iradesi" demek değildir. genel iradeyi genel yapan toplumsal yarardır. bu durumda genel iradenin genel olabilmesi için ne oy çokluğuna ne oybirliğine gereksinim vardır. bir durumda oybirliğine varılmş olabilir;ama o yine de toplumsal çıkara uygun olmayabilir,dolayısıyla genel iradeye uygun sayılmayacaktır. öte yandan tek bir kişinin görüşü bile, toplumsal çıkara uygunsa,genel iradeye uygun demektir. zaten Rousseau'nun en tehlikeli denebilecek tarafı bu noktadır ki, geliştirdiği genel irade kavramı totaliter rejimlere meşruiyet kazandırma noktasına çekilmiştir.
Genel irade halihazırda soyut bir kavramdır, onun somutlaştırılmış hali "egemen" kavramıdır. "egemenlik kaynağını milletten alır" inancı Rousseau'yla yaygınlaşmıştır. bu demektir ki yasa yapmak genel iradenin işlemleridir. hükümdar/hükümet, yalnızca ve yalnızca halkın görevlendirdiği bir görevlidir ve halkın(=genel irade) oluşturduğu yasalara bağlı kalmak zorundadır. hükümet kurma işi bir sözleşme işi değil, bir yasa işidir.halk istediği zaman onları işbaşına getirir,istemediği zaman da uzaklaştırır. bir adamın kendi başına verdiği kararlar yasa olamaz. hatta egemen varlığın, özel bir konuda verdiği buyruklar yasa değil kararnamedir. rousseau'ya göre yasayla yönetilen her devlet cumhuriyettir. yönetimi kaç kişinin üstlendiği ise bir tercih meselesidir. rousseau'ya göre en etkin yönetim biçimi tek kişini elinde olandır. çünkü tek kişinin özel iradesiyle genel irade bir olacağından herhangi bir sorun çıkmayacaktır. bu bakımdan rousseau, hobbes'un mutlak güç anlayışına yakın durmaktadır.
"Sadece ben. kalbimi duyuyor ve insanları tanıyorum. gördüklerimden hiçbiri gibi yaratılmamışım; yaşayanlardan hiç biri gibi yaratılmış olmadığıma inanmak cüretini gösteriyorum. öbür insanlardan daha iyi değilsem bile, hiç olmazsa başkayım"
Rousseau'nun Yaşamı: Rousseau 1712 yılında Cenevre'de yoksul bir saatçi ve dans öğreticisinin oğlu olarak doğmuştur. Calvin'in püriten ahlak anlayışının yerleştiği bir kent olan Cenevre'de, püriten bir eğitim anlayışıyla yetiştirilmişti. Bu onun eşitlikten, ilkellikten, arılıktan yana olan düşüncelerinin oluşmasında etkili olmuş, yine püriten ahlakın baskıcı, tutucu ve sıkı kurallarla örülü yapısı karşısındaki tepkisi ise özgürlükçü görüşlerini etkilemiştir. Rousseau'nun siyasal görüşleri, yaşadığı kentten kaynaklanan, bir kent devleti modeline oturtulmuştur.
Yedi yaşında Plutarkhos'un yapıtlarını dinleyen Rousseau, bu yazarın özellikle -yalın ve eşitlikçi yapısı kasasında derin izler bırakacak olan- Sparta toplumu ve yasa koyucu Lykurgos'u anlatan yapıtından etkilenmiştir
Annesinin Rousseau doğarken ölmesi, babasının da Cenevre'de ayrılması üzerine tek başına kalmıştı. On yaşındayken eğitimini yarıda bırakarak bir papazın yanında çalışmaya başladı. Bu sayede Latince öğrenen Rousseau daha sonra farklı işlerde de çalıştı.
Venedik büyükelçisinin yazmanı olarak çalıştığı sıralarda siyasal konularla ilgilenmeye başladı.
Kaldığı otelde çalışan Therese Levasseur adındaki bir hizmetçiyle tanışan Rousseau onunla evlenmemekle beraber evlilik hayatı yaşar ve ileride, bulunmuş çocuklar yurduna bırakmak zorunda kalacağı beş çocuğu olur.
Aydınlanma düşüncesinin ürünü olan Ansiklopedi'ye müzik vb. konularda makaleler yazmaya başlaması 1745'de Diderot ile tanışmasıyla başlar. 1750 yılında Dijon Akademisinin açtığı "Bilimler ve Sanatların ilerlemesi Törelerin Bozulmasına mı Arınmasına mı Yardım Etmiştir?" konulu yarışmada, bilimsel ve sanatsal gelişmelerin erdemi yok ettiğini, ortaya çıkardığı yeni gereksinimlerle köleliğe kaynaklık ettiğini ileri sürdüğü, "Bilimler ve Sanatlar Üzerine Konuşma" adlı yazısıyla yarışmayı kazanır. Onun bu yapıtı, uygarlığın gelişimine paralel artan eşitsizliğin insani değerlerin yıkımını gitgide artırması gerçeğine karşı, aşağı sınıfların uygarlığa karşı çıkma biçiminde şekillere tepkisini dile getirir.
1755 yılında, Ansiklopedi'ye "Ekonomi Politik" makalesini yazar. Siyasal düşünüşünün merkezinde yer alan "genel irade" kavramını ilk kez burada kullanmıştır. Aynı yıl İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı adlı kitabı yayımlanır.
Başkent yaşamından zaten sıkılmış olan Rousseau, Cenevre halkının çağrısını kabul ederek ülkesine döner. 1761'de özgürlükleri savunduğu ve aristokratik ahlakı eleştirdiği "Yeni Güneş" adlı yapıtını, 1762'de ise, siyaset üzerine "Toplum Sözleşmesi" ve terbiye üzerine "Emil" adlı yapıtlarını yayımlatmıştır.
Emil'in bir bölümünde bir papazın ağzından sunulduğu "deist" görüşlerinden ötürü, parlamento hakkında soruşturma açılmasını ister. Paris piskoposu kendisine karşı buyrultu yayınlar. Cenevre'de ise cezaya çarptırılır. Bir ara Almanya'da kaldıktan sonra David Hume'un çağrısı üzerine İngiltere'ye geçer. fakat onunla da bozuşur ve bir süre orada burada dolanmak zorunda kalır. Nihayet 1770 yılında Paris'te yerleşme izni alır. Portekiz ve Polonya için kendisinden istenen anayasa taslaklarını hazırlar. Kendi yaşantısını anlattığı itirafları'nı yazmaya başlar. Tamamlayamadan, 1778 yılında yalnızlık ve yoksulluk içinde ölür.
Jean-Jacques Rousseau'nun çağının ilerisine geçmiş bir aydın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Montesquieu, tarihin silmekte olduğu bir sınıfın, aristokrasinin çıkarlarını savunmaya kalkarak zamanın gidişine ters düşen bir duruma düşmüş ve çağının gerisinde kalan bir ideolojiyi temsil etmiştir. Oysa Rousseau zeminini 19. yüzyılda bulacak olan bir ideolojinin görece temsilcisi olmuş ve ileride işçi sınıfının önderlerine ve ideolojisine hizmet edecek düşünceler üretmiştir.
Eşitsizlikçi toplum eleştirisini, insanların özgür ve eşit oldukları, mutluluğun egemen olduğu -ve antropologların anlattıkları ilkel yabanıl sürü toplumlarına pek benzemeyen, kendi kafasında biçimlendirdiği- bir ilkel topluluk modelini ülküleştirerek oluşturmuştur. Bu açıdan baktığımızda çağımızın çok gerilerinde kalmış bir döneme duyduğu özlem üzerinden yaptığı uygar toplumun eşitsizlikçiliği eleştirisi yetersiz kalmakta ve Rousseau da çağının gerilerinde kalmaktadır.
İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağını, yani doğa durumundan uygar topluma geçişin kaynağını özel mülkiyette bulur ve şöyle der: "Bir tarlanın etrafını çitleyip 'burası bana aittir' diyen ve bu söze inanacak kadar saf kişiler bulan ilk insan uygar toplumun kurucusu olmuştur." (İnsanlar arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, II. Bölümün ilk sözü)
Rousseau, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı'nda, uygar topluma özel mülkiyetin doğa durumu eşitliğini bozmasıyla geçildiğini söylemekle birlikte, Toplum sözleşmesi adlı yapıtında bu geçişin bir sosyal sözleşmeyle yapıldığını söyleyerek, birbirinden farklı iki görüş öne sürmüş olur.
Toplum sözleşmesi kuramında Rousseau, hem doğa durumundaki özgürlüklerini korumak isteyen, hem de doğa durumunda ortaya çıkan kavgalara son verecek bir egemenin yönetimi altına girmek isteyen insanın, herkesin tüm haklarını topluma devrettiği ve aslında hiç kimseye devretmediği, kendi kendine itaat ettiği bir durum doğuracak bir toplum sözleşmesiyle bu problemi çözdüğünü öne sürer.
"Rousseau'nun ideali, toplumsallaştırılmış büyük üretimin değil de küçük mülk sahiplerinin toplumculuğudur." Eşitliğin ve özgürlüklerinin korunduğu toplumsal yapının işleyişini ise toplumsal (ortak) yarara karşılık gelen bir genel irade egemenliği sağlayacaktır
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.