Tüm bu kurumlar, insanın toplumsal bir yapıda huzur ve güven içerisinde, insani çerçevede yaşaması içindir. Ancak, kimi zaman, devlet ve onu oluşturan bu kurumlar insana hizmet etmek yerine, insanı kendine hizmetçi kılarak, sömürgeci ve nahak bir şekle dönüşebilmiştir. İnsani hak ve özgürlükleri gasp eden, hukuksal hakları göz ardı ederek, insani olan her şeyi yasaklayıp manipüle eden bu mantalite, her yönüyle çok zararlıdır. Kendi ilkel ve baskıcı yönetimlerini devam ettirebilmek için, her türlü anlayışı ve uygulamayı tebaasına reva görerek toplumsal yaşamı felç eden, dolayısıyla, toplumun temel taşı olan insanı etkisizleştirerek yaşam dışına atan mantaliteye sahip sistemler, insanlık tarihinin yüz karasıdırlar.Ve bu kurulu düzenler, bireyin ve toplumun yaşamını sürekli tehdit eder. İnsani olan her şey; onur, şeref, namus, kişilik, sevgi, düşünce, inanç v.b. yok olmayla yüz yüze kalır. Tüm bu maddi ve manevi tehlike ve tehditleri sezen insanoğlu, doğal bir refleks olarak, düşünsel red ve toplumsal başkaldırıyı devreye koyar. Var olan sistemi ve işleyişini düşünsel boyutta red ve mahkum eder. Ardından aksiyonel boyutta bu düşünsel red, kendini toplumsal başkaldırıya dönüştürür.
İşte bu süreçte zalim ve sömürgeci devlet, kendini yaşattırabilmek için tüm kurumlarını seferber eder. Siyasal kurumları, askeri kurumları ve hukuk kurumları bunun başında gelir. Bunlar daha çok, bozuk kurulu düzeni suni yaşatma araçlarıdırlar. Ve bu araçlar asıl amaç ve işleyişlerinden oldukça kopuk ve ters bir şekilde kullanılırlar. Sonuç olarak yönetimsel bozukluk, toplumsal dejenerasyon, ahlaki yozlaşma, siyasal iflas ve çöküş gibi bir dizi olumsuzluk yaşamı çekilmez hale getirir.
Asıl amacından kopuk ve ters işleyen bu kurumların başında, hukuk kurumu gelir. Hukuk; adından da anlaşıldığı gibi hak ve hukukları güvence altına almak için oluşturulan kurallar ve kanunlar bütünüdür. Fakat, zulüm sistemlerinde hukuk, zulmü ve baskıyı egemen ve meşru kılarak varolan sistemi yaşatmaya hizmet eder. Buna binaen, hukuk kurumunun temel taşlarından biri olan suç ve ceza olgusu da, bu amaca hizmet temelinde şekillenir. Yani mevcut zulüm yönetiminin varlığını tehdit edecek her şey suç, bunun faili suçlu ve akıbeti de cezadır. Ceza toplumsal yaşamı düzenlemek için değil, her türlü aykırı sesi susturmak için vardır. İşte bu cezanın somuta indirilmiş hallerinden biri de "cezaevi", diğer adıyla "hapishane"dir.
Cezaevlerinin ceza çektirmek maksadıyla ne zaman ve ne surette kullanılmaya başlandığı tam olarak tespit edilmese de, çağdaş anlamda, suçluyu alıkoymak amacıyla olduğu kadar, onu iyileştirici bir araç sıfatıyla cezaevlerinin kullanılması ilk olarak, 1556'da Hollanda tarafından Amsterdam'da inşa edilen ceza evi ile başlamıştır. Burada suçlular, ilk olarak toplu bir halde bulunmaktayken sonradan, 1600'lü yıllardan itibaren geceleri ayrılmışlar, gündüzleri çalışmak için bir arada bulunmuşlardır.
Suçlular, çalıştırılarak, ıslah edilmeye çalışılmıştır. Hollanda'nın bu konuda açtığı hayırsız çığır, diğer Avrupa ülkelerine yayılmış ve 1667'de Flippo Franci adındaki bir İtalyan rahibi, Floransa'da çocuklar için bir cezaevi kurmuş, 1703'te Papa 2.Clement, bir kadın cezaevi inşa etmiştir. 1772 yılında, cezaevi tarihinde önemli bir rolü olan, "Gand Cezaevi" inşa edilmiş ve bu cezaevinde gece; tam ayrılma, gündüz ;bir arada çalışma sistemi uygulanmıştır. Bu cezaevinde çalışmayana yiyecek verilmez ve suçlular ahlaki derecelerine göre sınıflandırılırlardı. Mahkumların birbiriyle konuşması ise yasaktı.
1700'lü ve 1800'lü yıllarda, Avrupa ve o zamanlar kolonileşme döneminde olan ABD'de suçlulara insani muamele yapılması hususunda reform hareketleri başlatıldı. Dönemin reformistlerinden John Howard, Avrupa'da; William Penn, Amerika'da cezaevleri reformlarının geliştirilmesinde öncülük yaparak, hürriyeti bağlayıcılığın ceza olarak dünyada yaygınlaşmasına ve bedensel cezaların yerini almasına neden olan, yüzlerce reformist içerisinde, en etken olanları arasına girmiştir. O dönemde, reformistlerin tamamen kişisel etkinlikleri sayesinde, ilk cezaevi modelleri ortaya çıkmaya başladı. Amerika'da Walnutt Street diye bilinen cezaevi, daha sonra dünyanın en meşhur ve zamanında 35 ülkede kopyalanan Pensilvanya eyalet cezaevleri modelleri, tarihi süreçte ilk cezaevleri olarak adlandırıldılar.
Yüksek güvenlikli cezaevleri ise ilk olarak, 1778'de ABD'de yapıldı.1800'lü yıllara doğru Almanya, Fransa ve İngiltere'de bu cezaevleri kullanılmaya başlandı. CIA'in önerisiyle kurulan bu cezaevlerinde, siyasi tutuklularla, adli tutukluların bir araya konulmasıyla, siyasi tutukluların adli tutuklularla yapacakları kavgalar sonucunda katledilmesi planı, hayata geçirildi. ABD, 100 yıla yakın, bu tip cezaevlerini kullandı. Ancak kamuoyunun tepkisi yükselince, kapattı. Avrupa ülkeleri ise çok daha kısa sürede vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Bu cezaevlerinden vazgeçerek, F tipi cezaevlerini tercih etmişlerdi. Daha sonra bunu H, L ve D olarak geliştirmişlerdi.
Türkiye'de ise ilk cezaevi modelleri, 1940'lı yıllardan sonra inşa edilen A, A1, A2 tipi cezaevleridir. Daha sonra bu, periyodik olarak geliştirilmiştir. Değişik tip ve modellerde cezaevleri açılmış ve bugün hala açılmaya devam etmektedir. Aynı zamanda herhangi bir tip üzerine inşa edilmeyen, il ve ilçe cezaevleri ile kiralık cezaevleri, kadın ve çocuk cezaevleri de mevcuttur. Bu cezaevlerinin özelliklerine kısaca değinecek olursak;
A ve A1 tipi cezaevleri; 24 kişi kapasiteli olup, 1950-1970 yılları arasında inşa edilen ilçe tipi cezaevleridir.
A2 tipi cezaevleri; 40 kişi kapasiteli olup, 1950-1970 yılları arasında inşa edilmiştir.
A3 tipi cezaevleri; 60 kişi kapasiteli olup, 1950-1960 yılları arasında inşa edilen, ilçe tipi cezaevleridir.
B tipi cezaevleri; 64 kişi kapasitesine rağmen, 130 kişi barındırabilen cezaevleridir.
C tipi cezaevleri; 164 kişi kapasitesine rağmen, 300 kişi barındırabilen cezaevleridir.
H tipi cezaevleri; oda sistemi üzerine inşa edilmiş olup, 120 adet tek kişilik, 120 adet 3 kişilik olmak üzere toplam, 480 kapasitesi bulunmaktadır.
K1 ve K2 tipi cezaevleri; 60 kişi kapasitesi bulunmaktadır.
M tipi cezaevleri; koğuş sistemi üzerine kurulmuş olup, 12 koğuşu 6 hücresi bulunmaktadır.
L tipi cezaevleri; 2002 yılında resmileşmiş olup, F tipi cezaevleri gibi ABD'den ithal edilen yeni bir sistemdir. Bu cezaevleri toplam 7 bloktan oluşuyor. 61 adet, 7'şer kişilik hücreler var. Havalandırması 65 m²'dir. Ayrıca 4 adet 3 kişilik; 40 adet tek kişilik hücreler mevcuttur. 8 adet işlik bulunmakta ve bu işlikler 50 m²'den oluşmaktadır.
E tipi cezaevleri; Koğuş sistemi 2 kat bina olarak inşa edilmiş olup, 18 koğuş ve havalandırma bahçesi bulunmaktadır. Koğuş kapasitesi, 20 ile 30 arasında değişmektedir.
Trilyonlarca paralar harcanarak açılan bu cezaevlerine, her gün, yeni bir model eklenerek adeta cezaevi koleksiyonu yapılmaktadır. Bunlardan en son uygulamaya geçenler, F ve D tipi cezaevleridir.
F tipi cezaevleri, 3 kişilik ve tek kişilik hücrelerden oluşmuştur. Genelde, 5 bloktan oluşmakta olup, tek kişilik odalar 10 m², 3 kişilik odalar ise 25 m² alt ve 25 m² üst olmak üzere toplam 50 m² olarak dizayn edilmiştir. Tek kişilik odalar, yan yana 2 yada 3 oda aynı havalandırma bahçesini kullanmaktadır. 3 kişilik odaların ise bir havalandırması vardır. Havalandırmalar 50 m²'lik bir alanı kapsamaktadır.
D tipi cezaevleri ise "Yüksek Güvenlikli Cezaevi" olarak adlandırılmaktadır. F tipinden sonra uygulamaya geçen D tipi cezaevlerinin kapasitesi, 622 kişilik olup, 78 adet tek kişilik hücresi mevcuttur. 10 m² büyüklüğündeki bu hücreler, alçak tavanlı olup, içerisinde banyo, mutfak ve tuvalet de içerisindedir. 3-4 kişilik diğer odalar ise 18-20 m²'den oluşmaktadır.
F tipi cezaevlerine benzeyen bu cezaevlerinin en büyük farklılığı "güvenlik" adı altında alınan aşırı tedbir ortamıdır. Etrafı sıkı askeri kuşatma altına alınan bu tip cezaevlerinde, ayrıca bilinen 380 adet kamera bulunmaktadır. Çatıya, duvara, görüşme yerlerine, giriş ve çıkışlara bu kameralara bağlı olarak, 80 tane televizyon etrafı sürekli izlemektedir.
Bunların dışında, D tipi cezaevlerinin belirgin farklılıklarından bazıları da, hücreler ve görüşme kabinleri arasında uzun bir mesafenin olması. Ayrıca bazı oda ismindeki hücrelerin, yeraltında güneş görmeyen şekilde bulunmasıdır. Bu nedenle D tipi cezaevleri, mezarlık yada tabutluk olarak tabir edilmektedir.
F ve D tipi adıyla tanımlanan "hücre tipi" cezaevi uygulamaları, tutuklu ve hükümlüler açısından, insanı fiziksel ve ruhsal açıdan yok etmeyi hedefleyen ve uzun zamana yayılan bir işkence yöntemidir. Hücre tipi cezaevi uygulaması, bir psiko-terör uygulamasıdır. Bir yok etme konsepti'dir. Hücre tipi cezaevi, ilk önce bedenin, daha sonra ruhun yavaş yavaş durdurulamaz ölümüdür. Sistem bu uygulama ile tutuklu ve hükümlülerin, fiziksel ve ruhsal yıkımını hedefleyen, gayri insani bir politika inşa etmiştir.
F ve D Tipi Cezaevleri, insan hakları savunucuları tarafından "mezarlık" olarak nitelendirilmiş ve bu uygulamaya "sessiz katliam" denilmiştir. Bu benzetmeler çok acı ve dehşet verici olsa da tamamen doğrudur.
Tabi ki hücre tipi cezaevleri rast gele kurulmamıştır. Bu önceden düşünülmüş bilinçli ve sistematik bir politikadır. Mazlumların baş belası, Emperyalizmin öncüsü ABD tarafından, 2. Dünya savaşı sonrasında Gladia politikasının cezaevlerine yansımasıdır. ABD'de CIA gözetimi ve denetiminde tanınmış psikologlar ve beyin cerrahlarının katıldığı "davranış değişikliği yöntemleri" üzerinde deneyler yürütülmüştür. "Davranış değişikliği programı", bu deneyler sonucu çıkmıştır. Bu programı CIA, diğer ülkelere de ihraç etmiş, bu deneylerin başarılı olmasıyla, diğer ülkelerde de özel cezaevleri inşa edilmiştir. Bu konuda özellikle Almanya, en katı tecrit yöntemlerini, tutsaklar üzerinde uygulamıştır. Programın her bir maddesi, mahkumun kimliğinin yok edilmesini sağlayacak, idari ve psikolojik uygulamaları içermektedir. Adeta insan düşmanlığı kokan, bu maddelerden bazıları şunlardır;
Madde 2: Tüm gerçek önderler ve doğal önderler ayrı tutulmalı.
Madde 4: Beyin yıkama amacıyla uyum içinde olmayan tüm grup etkinlikleri, yasaklanmalı.
Madde 7: Oportünistler ve ihbarcılar korunmalı.
Madde 8: Tutsaklar, hiç kimseye güvenmemeleri temelinde ikna edilmeli.
Madde 15: Her türlü duygusal destek yok edilmeli.
Madde 16: Tutsakların tutsaklık koşullarını yakınlarına ve arkadaşlarına yazmaları engellenmeli.
Madde 20: Karakter zayıflaması için teknikler uygulanmalı; aşağılama, iftira gibi yöntemlerle şeref ve haysiyetiyle oynama, bağırma, hakaret etme, suçluluk duygusu yaratma, uykusuz bırakarak etkilenebilirliği sağlama, sert cezaevi yöntemleriyle arada bir, düzenli işkence yapma.
Bu maddelerden de anlaşılacağı gibi amaçlanan; tutuklu veya hükümlüyü sindirebilmek, teslim almak için baskı yoğunluğunu daha da artırmaktır. Toplumsal yaşama uyumlu insan, tarihsel süreç içerisinde buna paralel olarak uygarlık ve devletler kurmuştur. Varlığın idamesi için, bu uygarlık ve devletler çeşitli alanlarda kurumsallaşmışlardır. Eğitim, ekonomi, sağlık ve hukuk bunlardan bazılarıdır.
|
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.