-

Küresel Isınma Nedir tanımı nedenleri sonuçları

3 Şubat 2012 Cuma yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar

KÜRESEL ISINMANIN TANIMI VE SEBEPLERİ


İnsanlığın yerleşik yaşama geçişinden bu yana, dünya iklimi neredeyse değişmeyen bir gidiş izliyor; sıcaklıklarda herhangi bir ciddi değişim olmuyor. Bu nedenle bizler de gerek hava sıcaklıklarının gerekse iklim desenlerinin dünya tarihi boyunca hep aynı kaldığını, değişmediğini düşünüyoruz. Ne var ki iklimbilimcilerin bulguları hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Gerçekte dünya iklim sistemi, durgun bir yapıda olmaktan çok uzak. Yzlerce milyon yıllık sıcak dönemler, bunların ardından gelen onlarca milyon yıllık soğuk dönemler; soğuk dönemlerin içinde yüz bin yıllık periyodlarda ve yaklaşık on bin yıl süren ılık vahalar ve bunların içinde de onlarca ya da yüzlerce yıl süren görece hafif, soğuklu sıcaklı birçok dönem var. Kısacası dünya zaman zaman değişen sürelerle hem ısınıyor hem de sonra yeniden soğuyor.
Küresel ısınma nedir?
İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. İklim sisteminde vazgeçilmez bir yere sahip olan sera gazları, güneş ve yer radyasyonunu tutarak, atmosferin ısınmasında başlıca etkendirler. Sera gazlarının bulunmaması durumunda yeryüzünün sıcaklığının bugüne göre 30 C daha soğuk olacağı hesaplanmıştır. Son yıllarda atmosferde çeşitli insan aktivitelerinden kaynaklanan nedenlerle karbondioksit, metan, ozon ve diazot monoksit gibi gazlardan oluşan sera gazları, yeryüzü sıcaklığında belirgin artmalara sebep oluyor. Sera etkisinin artması, troposferin ısınmasında, stratosferin de soğumasında en önemli etken olarak gösteriliyor

Küresel Isınmanın Sebepleri:

Dünyanın Hareketleri:
1930'lu yıllarda Sırp bilim adamı Milutin Milankoviç, Dünya'nın Güneş çevresindeki elips biçimli yörüngesinin, 95 000 yılda bir basıklaştığını gösterdi. Bu periyod akla hemen, yüz bin yıllık buz çağlarını getiriyor. Yörüngedeki bu değişimin yanı sıra Milankoviç, Dünya'nın ekseninde de 41 000 yıllık periyodu olan doğrusal bir kayma ile 23 000 yıllık periyodu olan dairesel bir sapma daha olduğunu buldu. Günümüz bilim adamları Dünya'nın bu hareketlerini bilmekle birlikte, bunların Dünya'nın değişken iklimiyle olan ilişkisini daha tam olarak kuramadılar.

Yeryüzü Hareketleri:
Kimi iklim bilimciler, kıta kayma hareketlerinin ve dağ oluşumlarının iklim değişimlerinde bir etkisi olabileceğini düşünüyor. Çünkü bu tür hareketler okyanuslardaki akıntı sistemlerini ve atmosferdeki rüzgarları etkiler. Kimi bilim adamları da yanardağ etkinliklerindeki periyodik bir aşırılığın iklim sistemini etkileyebileceğini savunuyorlar. Yanardağ patlamalarıyla atmosfere çok büyük miktarlarda toz yükselir. Bu tozlar, güneş ışınlarının geçişini engelleyen bir tabaka oluşturur ve böylece dünyanın sıcaklığı da düşer. 1991'de Filipinler'deki Pinatubo yanardağının patlaması yüzünden bir yıl boyunca dünyanın ortalama sıcaklığı 1°C kadar düşmüştü. Bunlardan başka Güneş lekeleriyle iklim olayları arasında bir ilişki arayan bilim adamları da var. Gerçekten de Güneş'in manyetik alanındaki değişimler ve Güneş lekeleri, yayılan enerji miktarını etkiler. Bu da doğal olarak Dünya'nın aldığı enerji miktannın değişmesine yol açar. 

Isınma ve buna bağlı olan iklim değişikliği doğal bir sürecin sonucu iseler, sonuçların etkilerini hafifletecek tedbirler üzerinde düşünmek gerekecekti. Oysa, önceleri dar bir bilimsel çevrede başlayan, daha sonra giderek bilimsel kanıtlarla beslenen olguya göre, özellikle 20. yüzyılda görülen ısınma artışının en önemli sebebi, insan faaliyetleri sonucu üretilen çeşitli gazların, atmosferdeki oranlarının beklenmedik ölçüde artmasıdır. Dolayısıyla, ısınmaya yol açan gazların salım kontrolunun insanın elinde olduğu anlaşılmış ve iklim değişikliğini önleme çabaları, söz konusu gazların çıkış kaynaklarını bulmaya ve denetim altına almaya yönelmiştir.
Bu gazların önemli bir kısmı, yer yüzünden atmosfere doğru yansıyan güneş ışınlarından, özellikle ısıtıcı nitelikteki kızılaltı ışınlarının dışarıya kaçmasını engellemekte, dolayısıyla yüzeye yakın bölgelerin ısınmasına yol açmaktadır. Bu fiziksel olay, seralarda kullanılan plastik veya cam örtülerin seranın içinin ısınması olayına yol açmasına benzediğinden, söz konusu gazlara "sera gazları" adı verilmektedir.
Sera gazlarının türleri, atmosferdeki artış oranları ve kaynakları aşağıda verilmektedir:
Karbon dioksit (CO2) gazı: CO2 gazının atmosferdeki derişimi 1750 yılından günümüze kadar % 31 oranında artmıştır. Günümüzde atmosferdeki CO2 miktarı son 420.000 yılda ve hatta son 20 milyon yılda hiç bu kadar yüksek bir düzeye erişmemişti. Son 20 yıldır, atmosfere salınan insan kaynaklı CO2 gazının yaklaşık dörtte üçü fosil yakıtların yanmasından, geri kalanı da arazi kullanımı değişikliği ve özellikle ormanların yok edilmesinden kaynaklanmıştır. Son yirmi yılda, atmosferdeki CO2 gazının yıllık artışı % 0,4 olmuş, 1990’dan sonra ise yıllık artış % 0,2 ila 0,8 arasında değişmiştir.
Metan (CH4) ve karbon monoksit (CO) gazları: Metanın atmosferdeki miktarı 1750 yılından beri % 151 oranında artmıştır ve hâlâ artmaya devam etmektedir. Son 420 000 yıldır, atmosferdeki bugünkü metan derişimine erişilmemiştir. 1990’lı yıllarda metan gazı derişiminin yıllık artışında belirli bir yavaşlama gözlenmektedir. Metan gazı salımının yaklaşık yarısı, fosil yakıtların kullanımı, büyük baş hayvan yetiştiriciliği, pirinç tarımı, atıkların gömülmesi gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Son zamanlarda, metan gazı artışına bağlı olarak karbon monoksit gazı salımı da tesbit edilmiştir.
Azot oksit (N2O) gazı: Azot oksitin atmosferdeki derişimi 1750 yılından beri % 17 oranında artmıştır ve artmaya devam etmektedir. Şu anki azot oksit derişimine son bin yıldır hiç rastlanmamıştır. Azot oksit salımının yaklaşık üçte biri, tarıma açık topraklar, büyük baş hayvan yemleri ve kimya sanayii gibi insan faaliyetlerinden ileri gelmektedir.
Halokarbon gazları: Hem ozon tabakasını zayıflatan, hem de sera gazı etkisi gösteren halojenli karbon (halokarbon) gazları salımında, Montreal Protokolünün uygulanmaya başlamasıyla, 1995 yılından beri çok az artış veya azalma görülmüştür. Buna karşılık, sanayide söz konusu gazların yerine kullanılan ve sera gazı etkisine sahip diğer halokarbon gazlarında ise artış gözlenmektedir.



Selin Çavdar, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü

İKLİMDEĞİŞİKLİĞİ

İklim değişikliği ; insanın bitmek bilmez istek ve gereksinimlerinin karşılanması için farklı zamanlarda, farklı mekanlarda, farklı şiddette ama aynı nedenler sonucu ortaya çıkıyor.İklim artık, bir yerde uzun yıllar boyunca aynı karakteristik özelliği gösteren hava durumu anlamına gelmiyor... 
Ne yazık kibutanım, artık ilk ve orta okulda defalarca ezberletilen kitaplarımızda kaldı...Artık televizyondan hava durumunu daha ilgili takip ediyor, ertesi gün ne gibi bir sürprizle karşılaşacağımızı kestirmeye çalışıyor, “Antakya’da lapa lapa yağan kar” görüntülerine sevinme-şaşırma arası bir ifadeyle kilitleniyor ya da birden gelip kentleri yutmaya çalışan sellere korku içinde bakıyoruz. 
İzliyoruz...Siyasi yönetimler tarafından göz ardı edilen, küreselleştikçe ısınan dünyamızı izliyoruz... magazin haberi olmak için yapmayacağı şey kalmayan insancıklara benzeyen “küresel ısınma” tehditine hergün sponsor oluyor, “üzerinde oturduğumuz dalı” kesmeye çalışıyoruz...

İklim Değişikliğinin Seyri Üzerine
Dünya iklimi asırlardan beri bazen ısınma bazen de soğuma devrelerinden geçer.İçinde bulunulan dönemde nispeten soğuma periyoduna girmiş olmalıydı. Ancak sürdürülen bir dizi araştırma ve gözlemler sonucunda, dünya ikliminin soğuk bir döneme değil; aksine tehlike yaratacak ölçüde sıcak bir devreye girmiş olduğu anlaşılmaktadır. 1860 yılından günümüze kadar yapılmış olan gözlem ve kayıtlar ortalama küresel sıcaklığın, 0.5 – 0.8C kadar arttığını göstermiştir.
Sanayi devriminin başlangıcından ve özellikle 20. yy. başıdan itibaren sera gazlarının atmosferdeki bulunma oranlarında sürekli bir artış olduğu bilinmektedir. Bu artış doğal dengenin giderek bozulmasına neden olmaktadır. İklim değişikliğinin ana konusu bu gerçekte düğümlenmektedir. Doğal olarak bulunması gereken düzeyden daha fazla mevcut olan sera gazları ( metan, su buharı, karbondioksit), olması gerekenden daha sıcak bir ortam yaratmakta ve böylece güneş ışınlarıyla ısınan ama içindeki ısıyı dışarıya bırakmayan seralara benzeyen dünyada; doğal denge giderek bozulmaktadır.

1. ETKİLERİ

a)EKOLOJİK SİSTEMLERE ETKİLERİ
2100 Yılına Dair Felaket Senaryosu
Sıcaklık artışının yukarı enlemlerde ve kutup bölgelerinde,dünya ortalamasına oranla 2 katı kadar artması beklenmektedir.Felaketler zincirinin;
- Buzulların erimesi
- Deniz suyu seviyesinin 60cm kadar yükselmesi
- Taşkınlar, kıyı kesimlerde toprak kaybı
- Temiz su kaynaklarının denize karışması ve su sorunu
- Yüksek sıcaklık artışıyla görülen aşırı buharlaşma ve kuraklık sonucu,yangınlar, göl ve ırmak sularında %20’lik azalma
- Bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türlerinin yok olması ya da azalması
- Bazı bölgelerde aşırı ısınma nedeniyle virüs türlerinde değişiklik olması ve salgın hastalıkların gelişmesi
- Oluşacak göç dalgasıyla, yerel ve global ölçekte taşıma kapasitesinin aşılması ve bunun sonucunda sorunların yaygınlaşması şeklinde seyredeceği ileri sürülmektedir.
Doğal peyzaj dokusu:

Doğal peyzaj dokusu; kır ekosistemini içerir ve doğal ekosistem de içinde birçok hayvan,mikroorganizma,bitki barındırır.Çeşitliliğin çok olduğu doğal ekosistemlerin iklim değişikliğine uyumu müdahale edilmiş(çiftlik,planlanmış orman vb.) ekosistemlere oranla daha zordur. Örneğin; iklim kaymaları bazı kuş türlerinin yaşama ortamlarını değiştirmelerine neden olmakta ve bu göçler, uygun ortam bulana dek ,yaşamlarını olumsuz etkilemektedir. 
Doğal peyzajın adaptasyonu için; yok olma tehlikesi altındaki türlerin yer değiştirmesi,koridorlara doğru itilmesi ve anahtar ekosistemdeki türlerin arasına girerek yoğunluğunun beslenmesi gerekmektedir. Öte yandan, taşıma kapasitesi kavramı yapılacak planlamalarda çözümler gerektiren bir başka sorundur.

Deniz ve sahil çevresi:
Sulak alan ve bataklıklar, ekolojik değerlerinden dolayı insanların sürekli müdahalesi ve bunun doğal sonucu oluşan kirlilik nedeniyle; yoğun bir baskı altındadır. Kendi ellerimizle tahrip ettiğimiz,sera gazlarına boğduğumuz yaşam alanlarımız,küresel ısınmanın etkilerine kendini bırakmış beklemektedir. Deniz suyu seviyesinin yükselmesi ile oluşacak taşkınlar,seller sulak alanların ve sahil çevrelerinin beklediği sorunların başındadır.
Orman ve bitki yönetimi:
Ağaç ve bitki türleri küresel ısınmayla gelen değişik koşullara hemen adapte olamazlar.Örneğin; orta çağ ormanları,iklim değişikliği nedeniyle ciddi risk altındadır.Genç ormanlar yerine yenileri konulabildiği halde, yaşlı ormanların kendilerini yenilemesi veya yaşlı orman varlığının korunması kolay değildir.
Küresel ısınmayla gelen sel, kuraklık gibi felaketler bitki varlığını da tehlikeye atacak ,bir çok bitki türü yok olacaktır. 

b) SOSYOEKONOMİK ve POLİTİK BOYUTU
· Su sorunu
· Tarım ve orman ürünlerinde önemli azalış. 
· Su kaynaklarının azalması sonucu enerji sıkıntısı.
· Turizm ve rekreasyon imkanları
Turizm ve rekreasyon alanlarının sorunlu bölgeler haline gelmesi,bir çok sektörün kapanması olasılığı
· Sorunlara karşı mücadeleci yaklaşım zorluğu
Yerleşimler ve sahil kenarındaki yapılardan kaçmak yerine kent yeniden planlanmalıdır,ya da bina kodlarında değişikliğe gidilmelidir
· İnsan Sağlığı
- Bazı bölgelerde aşırı ısınma nedeniyle virüs türlerinin mutasyona uğraması 
Su kaynaklarının kullanılamaz,onarılamaz hale gelmesi ve kirlenmesi
Taşkın,sel vb. gibi olaylar sonucu hastalık oluşturan canlıların taşınması
Besin maddelerindeki azalış
- Oluşabilecek ekonomik kriz vb. sonucu, kendini çaresiz hisseden bireyde gelişecek psikolojik sorunlar küresel ısınmanın insanlığa tehditleridir.
· Göç 
Az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru bir göç dalgasının başlaması beklenmektedir.
· Politik Sorunlar
-Az gelişmiş ülkelerin hükümetlerinin politikasızlıkları(ekonomik,si yasal) ve güçsüz alt yapılarıyla halklarını küresel ısınmanın olumsuz etkilerine karşı koruyamamaları,bunun sonucunda ülkelerde krizlerin baş göstermesi
-Ülkeler içindeki bu iç sorunlardan yararlanmak isteyen süper güçlerin rant planları geliştirmeleri beklenmektedir.
2)ÜLKELERDEN VE BÖLGELERDEN ÖRNEKLER
Küresel ısınmanın etkileri, şimdiden Bangladeş,Maldiv Adaları,Pakistan ve Endonezya’da toprak kayıplarıyla kendini göstermektedir. 
Küresel ısınma sonucuPasifik Okyanusu’nda ,Kiribati Bölgesine ait , Tebua Tarawa ve Abanuea adlı iki adanın okyanus suları altında kaybolduğu bildirilmiştirGüney Pasifik Bölgesel Çevre Programı Kurumu(SPREP) tarafından yapılan açıklamada, Kiribati ve komşu ada ülkesi Tuvalu'da başka adalar da kaybolmak üzere olduğu belirtilmiştir.Hintokyanusundaki Maldiv adalarında da aşağı yukarı durum aynıdır.
· İnsan yerleşimi olan 200 adanın üçte birinde kumsallardalgalara
kapılıp yokolmaya devam etmektedir. .
Yerleşim bölgesi olan adalarda da sıkıntılar başlamıştır.Bu yıl Kiribati, Tuvalu ve Marshall adalarının büyük sel felaketleriyle karşılaştığı bildirilmiştir. Mendirekler,köprüler yıkıldı, yollar,evler,ekili alanlar harabolmuş, bunun yanında Tuvalu’da yükselen deniz suyunun toprağı zehirlediği görülmüştür. Marshall adaları çevresindeki mercanadaları yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.Majuro mercan adasında, 2. Dünya savaşından kalma mezarların sular altında kaldığı ve yüksek duvarlarla korunan havaalanının da bir çok kere sel felaketine uğradığı bilinmektedir.
· Dünyadaki her on buzuldan birine ev sahipliği yapan Peru’da, küresel ısınmanın etkileri belirgin olarak gözlenmektedir.Peru buzullarının dörtte biri yok olmuştur.Özellikle; Rio Santa bölgesinde nehir suyunun yetersizliği nedeniyle, enerji sorununun ortaya çıktığı bunun yanında tarlaları sulamak için su taşındığı bildirilmiştir.
· Alaska’da araştırma yapan bilimadamları küresel ısınma yüzünden bölgede yeni bitki oluşumları ve tundralar görüldüğünü bildirmişlerdir Havadan çekilen fotoğraflara göre, yeşil alan oranı son 50 yılda iki katı arttı. Uzmanlar kuzeyde çoğalan yeşilliğin,
tropik bölgelerin de çölleşmesi anlamına geldiğini söylemektedirler.

· Afrika’daki Klimanjaro dağlarını örten buzullar erimektedir.
Bilimadamlarına Göre... 
· Japonya plajları ve endüstrisi de ,deniz suyu seviyesinin yükselmesiyle, sel riski altındadır.
· Almanya , Hollanda ,Ukrayna kıyılarındaki deltalar ile KuzeyAfrika’daki Nil Deltası sel ve erozyon tehlikesi altındaki yerlerdir.
· Yerleşim ve sanayinin hızla deniz seviyesine kaydığı, Batı ve Orta Afrika’nın alçak seviyeli Angola,Kamerun,Nijerya,Senegal gibi ülkeleri kıyı sel ve erozyonu tehditi altındadır.
· Fransa: Aşırı sıcak nedeniyle pek çok nükleer enerji santralı,
soğutma sistemi için gerekli suyun kıtlığı nedeniyle yaz boyunca
devreden çıkarılacaktır.Belli bölgelerde somon balığı popülasyonu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

· İngiltere: Kış aylarında ılık havaların ardından şiddetli yağmur ve seller gelmesi; her üç yılda bir yaz aylarında kuraklık yaşanması beklenmektedir. Tarımda , üzüm ve soya fasulyesi gibi yeni ürünlere yönelinecektir. 
· İtalya:Kuzey bölgelerde şiddetli seller , güney bölgelerde ise kuraklık görülecektir
· Yunanistan: Sıcak ve bunaltıcı yaz aylarının turizme darbe vurması,
su sıkıntısı yaşanması, orman yangınlarında artış görülmesi beklenen sonuçlardır.

· Akdeniz: Deniz seviyesi yarım metre yükselecek, kuşların yaşam alanı tahrip olacaktır. 
· Alpler:Yüksek yerlerdeki bitkiler ölecek, buzullar ve buz tutmuş göller eriyerek bazı zirvelerin çökmesine yol açacaktır.Pek çok bölgede kayak yapmak imkansız hale gelecektir.

Türkiye’ye Dair...
Türkiye için geliştirilmiş iklim modellerine göre; beklenen en önemli sorun “su” sorunudur.Akdeniz ikliminin uzun süreli kuraklığına ek olarak, kış aylarında yağış miktarında azalmalar beklenmekte,aşırı kuraklıkların;
- 3 yanı denizlerle çevrili,ortalama engebenin 1.100m olduğu Türkiye ‘de çok sayıda alt iklim tipleri oluşmuş böylece sebze,meyve ve tarım ürünlerinde biyolojik çeşitlilik gözlenmiştir. CO2 konsantrasyonunun artması, güneş ışınlarının çok kullanılması ve yavaş terlemeyle bazı bitkilerde tarım ürünü miktarı artmasına rağmen,tarım ve orman ürünlerinde önemli azalışa,
Su kaynaklarının azalması sonucu enerji sıkıntısına , 
- Kıyı kesimlerden iç kısımlara doğru nüfus hareketine neden olması beklenmektedir. 
Son yıllarda Türkiye ormanlarında artış gösteren ağaç kurumaları ve zararlı böcek salgınlarının asıl nedeninin kuraklık olduğu ileri sürülmektedir.

Baran Bozoğlu, ODTÜ Çevre Mühendisligi Bölümü


ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

A) TEKNİK ÇÖZÜMLER

İnsanoğlu yüzyıllardan beri doğaya hakim olma ve yönetme isteğiyle doğayı kendi çıkarları doğrultusunda düşüncesizce tahrip etmektedir. Bu tahrip; devlet çıkarları, sistemsel çıkarlar ve sermaye çıkarları sebebiyle inanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. İşte bu tahribat, sonucunda her problemde oldugu gibi sistemler kendilerini bu sorunlardan arındırabilmek için çözümler üretmek zorundadırlar. 
Küresel ısınma çözümleri iki ana başlıkta toplanmaktadır: 
· Enerji 
· İnsan Populasyonu
· ENERJİ:

Teknoloji çağında olan dünyada çevre sorunlarının sebeplerinin en başında enerji üretimi sonucunda oluşan kirlilik yer alıyor. Ve bu konu ülkelerin kalkınma planlarının merkezini olusturuyor. Enerji üretiminde, çevre kirliliğinin önlenmesi için çalışmalar 3 temel üzerinde:
a) Endüstriel enerji yönetimi 
b) Alternatif yakıt 
c) Yenilenebilir enerji kaynakları

A) Endüstriyel enerji yönetimi: 

Enerjinin büyük oranda tüketildiği ana mekanlardan birisi ve en önemlisi endüstriyel alanlardır. Buradaki enerji problemlerinin önlenmesi icin;
Enerji kaybının önlenmesi
Geridönüşümün geliştirilip kullanımının arttırılması
Üretilen mallarda kullanılan enerjinin azaltılması
Daha az enerji kullanarak daha çok güç üretilmesi
gereklidir.

B) Alternatif yakıt:

Dünya üzerinde yaşayan insan sayısını düşününce kullanılan yakıt miktari ciddi sorunlara neden oluyor. Doğaya dost yakıtlar kullanmak da küresel ısınma probleminin çözümlerinin başında geliyor.
Biyokütleden elde edilen methanol: gasolinle çalışan araçları methanolle çalışan araçlara çevirerek
Fosil olmayan yakıttan hidrojen: fosil olmayan yakıt kullanan generatörler kullanarak (hidrojenle çalışan araçlar)
Solar enerji: taşıma araçlarında
LPG: Araçlarda LPG kullanımı

C) Yenilenebilir enerji kaynakları:

Devletlerin en stratejik problemi enerji kaynaklarıdır. Yıllardan beride sadece devletlerin enerji kaynaklarına hakim olma çabaları sonucunda milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. Enerji günümüzde bir güç göstergesidir ve bu guc gostergeside petrolle tanımlanmaktadır. İşte bu noktada sera etkisinin temeline baktığımızda ve dünya üzerinde enerji üretimin en büyük kaynağının petrol olduğu göz önüne alınınca sera etkisinin en büyük sebeplerinden birisinin de petrolden üretilen enerjinin olduğu anlaşılmaktadır. Teknolojik ve ekonomik yönden gelişmiş ülkeler de bu konu üzerinden çalışmalarını sürdürmektedirler. Ve yenilenebilir, doğaya dost enerji üretimi yolunu aramaktadırlar, bu konuda ciddi bir ilerleme söz konusudur. Yenilenebilir, doğaya dost enerji kaynakları;
hidroelektrik
jeotermal
biyokütle
solar
rüzgar

· İNSAN POPULASYONU

Bugün dünya nüfusu 7 milyara giderek yaklaşıyor ve bu büyüme oranı 1.7/yıl olarak hesaplanıyor. 
Nüfusun artması demek insan ihtiyaçlarını dolayısıyla da tüketimin artması demektir. Aslında insanların ürün tüketiminin artması sadece nüfüs artışıyla da bağlantılı değildir. Örneğin, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde çok hızlı bir nüfus artışı olmamasına rağmen, tüketime dönük, hatta gereksiz tüketime dönük bir toplum yapısına sahip olduklarından dolayı tüketim miktarları çok yüksektir. Öyle ya, fakir ülkeler nasıl tüketsin ki?(!)
Dünya üzerinde insan miktarı arttıkça; giysi, otomobil, besin v.b gibi insanoğlunun yaşamında yer alan ürünlerdeki üretim de artar ve üretim mekanizmalarında doğaya atıklar bırakılır. İşte bizim üzerinde durduğumuz konu bu atıkların sera etkisi yapan gazları içermesidir. 
Demek ki, sera etkisini azaltıp iklim değişikliğindeki anormallikleri bir ölçüde engelleyecek temel çözüm de nüfüs artışının kontrol altına alınmasıdır. Tabii bu gelişmemiş ülkelerde ciddi bir problemdir ve öncelikli olarak çözülmelidir. İnsanlar bu konularda bilinçlendirilmeli ve uluslararası önlemler alınmalıdır.

Karbon dioksit yönetimi:

Karbon dioksit yönetiminde başarılı olunabilmesi için;
· Çevre koruma amacını temel unsur olarak kabul etmek
· Durgun, uzun süreli karbon dioksit saklanmasını sağlamaya çalışmak
· Yeterli maddi kaynağı sağlamak ve bunu başarılı şekilde kullanmak

Karbon dioksitin yok edilmesi:
a) Karbondioksitinyeraltınaverilm esi
b) Karbon dioksitin okyanuslarda depolanması
c) Karbon dioksitin biokütlede ( fotosentez ) ve toprakta saklanması
Karbon dioksitin biokütlede saklanabilmesi için öncelikle ormanlarin yok edilmesinin önlenmesi ve ormanlaştırma çalışmaları yapılması gerekmektedir.

B) DEVLET POLİTİKALARI

Küresel İklim Sisteminin Korunması Çabalarının Tarihsel Gelişimi:

Bu konuyla ilgili bir çok konferans düzenlenmiştir.
İlk ciddi adım, Dünya Meteoroloji örgütü(WMO)’nün öncülüğünde 1979 yılında düzenlenen Birinci Dünya İklim Konferansında konunun önemi dünya ülkelerinin dikkatine sunulmuş ve özetle; Ana enerji kaynağı olarak fosil yakıtların kullanılmasının ve ormansızlaşmanın gelcektede sürmesi halinde atmosferdeki karbon dioksit miktarının büyük ölçüde artabileceğine dikkat çekilerek bunun sonucu olarakda iklim değişikliklerinin olacağı ve bu değişikliklerin sonuçlarının uzun bir süre etkili olacağı belirtilmiştir.

Konu hakkında çalışmalar arttıkça çok sayıda bilim adamının katıldığı dünyada çok az görülen bilimsel bir uzlaşma ortamı oluşmuştur.
· 1985 ve 1987 yıllarında Villach’ta (Avusturya) ve 1988 de Toronto’da düzenlenen toplantılar, dikkatleri ilkkez iklim değişikliği karşısında siyasal seçenekler geliştirilmesi konusu üzerinde toplanmıştır. 1988 yılında düzenlenen ‘Değişen Atmosfer’ konulu Toronto konferansında, uluslararası bir hedef olarak, küresel karbon dioksit emisyonlarının 2005 yılına kadar %20 azaltılması ve protokollerle geliştirilecek olan bir çerçeve iklim sözleşmesinin hazırlanması önerilmiştir.
· Aralık 1988 de Malta nın girişimiyle, BM gelen kurulu ‘ İnsanoğlunun Bugünkü ve Gelecek Kuşakları için Küresel İklim Korunması’ konulu kararı kabul etmiştir. Kararda, küresel iklimin insanoğlunun ortak mirası olduğu ve ortak sorun olduğu belirtilmiştir. 
· Kasım 1989 da, Hollanda’da yapılan balkanlar konferansına ise ABD, Japonya ve eski Sovyetler Birliği dışındaki ülkelerin çoğu, kardon dioksit salınımlarının %20 oranında azaltılmasını desteklediklari halde, azaltmaya ilişkin özel bir hedef yada takvim belirlenememiştir.
· 29 Ekim – 7 Kasım 1990 tarihlerinde Cenevre’de yapılan İkinci Dünya İklim Konferansı küresel bir anlaşmaya yönelik sondan bir önceki adımdır. İklim değişikliği ve sera gazları temelinde oluşturulan İkinci dünya konferansı BakanlarDeklarasyonu, aralarında Türkiyeninde bulunduğu 137 ülke tarafında onaylanmıştır.
· Sera gazlarının belirlenen bir yıl düzeyde tutma ya da belirlenen bir yıla kadar istenen oranda azaltma girişimlerinin sonuncusu ve en önemlisi Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesidir(İDÇS). Yürülüğe girmesi için enaz 50 ilkenin imzasının gerektiği sözleşmeye 180 ülke ve Avrupa Topluluğu imzalamıştır.
· 28 Mart – 7 Nisan Tarihlerinde Berlinde yapılan toplantıda özellikle gönüllü çevre kuruşullarınca küresel ısnmayı önlemeye yönelik önemli ve aynı zamanda tarihsel bir fırsatın kaçırıldığı bir toplantı olarak nitelendirilmiştir. 

Kyoto Protokolü:

1997 yılında Japonyanın Kyoto kentinde toplanan ve 160 ülkeden gelen 10000 civarında bilim adamı, uzman ve hükümet yetkililerinin katıldığı uluslararası konferansta iklim değişikliği ile ilgili konular bütün açıklığı ile gündeme gelmiştir. Konferans sonunda kyoto protokolü olarak adlandırılan bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma hükümlerine göre; gelişmiş ülkeler, başta karbon dioksit ve metan olmak üzere sera gazı üretimlerini, 2012 yılına kadar, 1990 yılı düzeylerinin enaz %5 i oranında azaltacaklarıdır. Tek başına dünya sera gazı üretiminin dörtte birini atmosfere yayan ABD için, bu oran % 8; Japonya için %6 olarak belirlenmiştir. Kyoto protokolüne göre, söz konusu anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için , enaz 55 ülke parlementosunun anlaşma maddelerini kabul etmesi gerekiyordu. Mayıs 2000 tarihine kadar ancak 22 ülkenin Protokolü kabul ettiği bildirildi. Gelişmiş ülkelerin yanında gelişmekte olan ülkelerde sanayileşme arzusu içinde olduklarından ortaya önemli bir tartışma konusu çıkmakta. “ Kim sorumlu ise o tedbir alsın “ denmektedir. 1990 yılı rakamlarına göre, Güney Kore, Hindistan, Brezilya ve Çin gibi gelişmekte olan ülkeler, aynı yıl atmosfere bırakılan toplam 6 milyar ton karbon dioksitin yaklaşık % 36 sını paylaşmaktadırlar. Hazırlanan projeksyonlara göre, 2015 yılına gelindiğinde gelişmekte olan ülkelerin bacalarından çıkan karbon dioksit, 4 milyar ton olacaktır. Bu değer, bütün karbon dioksit miktarı olan 8 milyar tonun yarısı kadardır. 
Sonuç olarak, iklim değişikliğinin ve olası etkilerinin önlenmesi açısından Kyoto’dan beklenenler gerçekleşmedi. Küresel ısınma sisteminin korunması için bilimsel olarak saptanmış gerekli azaltma oranları kabul edilmedi. Bu sonuç, insan kaynaklı salınımların, gelecekte daha fazla azaltılması gibi zor bir yükümlülüğün uygulanmasına neden olabilecektir.

Türkiyenin girişimleri ve bugünkü durum:

İklim değişikliğine konu sera gazı salımlarının giderek büyümesinin ana nedeni, çevresel politikalar ile ekonomik politikaları birbiriyle bütünleyemeyen kalkın(ama)ma politikalarıdır. Ülkenin enerji ve sanayi gibi iki temel sektörü, çok bağlantılı olmakla birlikte, büyük ölçüde çevresel ilkelerden bağımsız politikalarla yürütülmektedir.
Türkiye için temel sorunlar, küresel değişiklik sorununun kontrolü için izlenecek politikaların oluşturulması, önlemlerin alınması ve uygulanmasıyla ilgili yada onlardan tam anlamıyla sorumlu bir kurumun henüz belirlenememiş olmasıdır. Çevre Bakanlığının, konunun tüm ayrıntılarını içerecek biçimde güçlendirilmesi en uygun çözüm olarak görülmektedir. 

Türkiye’nin Yapabileceği Çalışmalar:

a) İklim değişikliği konusunda, öğretim ve halkın bilinçlendirilmesi proglramlarının geliştirilmesi ve sürdürülmesi;
b) Halkın, iklim değişikliği ve etkileri konusunda bilgiye ulaşması;
c) Halkın, iklim değişikliği, etkileri ve yeterli karşı önlemlerin geliştirilmesi konularına katılımı;
d) Bilimsel, teknik ve idari personelin eğitimi. 
Ülkemizde neyazıkki bugüne kadar iklim değişikliğine ilişkin konularda – bazı hizmet içi eğitim programları dışında – sistematik bir eğitim ve bilinçlendirme programı uygulanmamıştır. 

C) ÇEVRE ÖRGÜTLERİ NELER YAPABİLİR:

İnanılamaz boyutlara ulaşan teknolojik gelişmeler devletlerde de kaçınılmaz değişikliklere yol açıyor. Tabii bu gelişmelere ayak uydurmaya çalışmak beraberinde çok ciddi problemlere sebep oluyor. Bu problemlerin çözümlerinde genel olarak temsili demokrasi zayıf kalıyor. Ve katılımcı demokrasinin önemi artiyor. İşte bu noktada STK lar katılımcı demokrasinin temelleri haline gelip, gerek ‘ küresel ısınma ‘ probleminin çözümünde olsun gerek diğer sorunlarda olsun halkın görüşlerini belirterek, yapilan çalışmalara katınılınmasını, desteklenilmesini, yönlendirilmesini hatta ve hatta engellenilmesini sağlıyor.
STK lar küresel ısınma konusunun ciddiyetini algılamalı ve bu konuyla ilgili enazından kendisinin ilgi alanına giren kısmıyla ilgili çalışmalar yapmalı, alt birimler oluşturmalıdır.
STK lar sivil yapılarından dolayı halka daha kolay ve doğrudan ulaşabilmektedirler, bu sebepten halkı küresel ısınma konusunda bilinçlendirmeli, iklim değişikliğinin sonuçlarını anlatmalı, kullandıkları mallar ( parfüm v.b.) konusunda bilinlendirmeli, doğaya dost ürünler kullanmaları konusunda yönlendirmelidirler.
STK ların diğer önemli pozisyonuda devlet politikalarını yönlendirme gücüdür. İktidarların oy kaygıları onları halkın isteklerine yöneltmelidir. İşte STK lar bu kozu iyi kullanmalı ve hükemete baskı unsuru olup, küresel ısınma konusunda yönlendirmelidirler. Hatalı gördükleri çalışmaları eleştirmeli ve tepkilerini eylemselliğe dökmelidirler. 
1992’de Rio de Janeiro’da gerçekleştirilen Dünya
Zirvesi’nden bu yana küresel ısınma konusunda gelişen politik
olaylar:.


1992:
Haziran-
Dünya liderleri Rio de Janeiro’daki Dünya Zirvesi’ni,
çevresel yıkımları önleme ve yoksulluğu azaltma vaatleriyle
bitirdiler. Dünya Zirvesi’nin en büyük başarısı, ısıyı
atmosferin içinde hapseden ve küresel ısınmanın bir nedeni
olduğuna inanılan sera gazlarının yayılmasını
azaltma
anlaşmasıydı.
Uluslar bu zirvede, sera gazı yayım seviyelerini 1990 yılının
seviyelerine indirmeye karar verdiler.
30 Eylül - Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA,
Antarktika’nın üzerindeki ‘ozon deliği’nin 1992 yılında
yüzde 15 oranında büyüdüğünü ve neredeyse bütün Kuzey
Amerika kıtası büyüklüğünde olduğunu bildirdi. İlk kez 1985
yılında fark edilen Antartika ozon deliği, kloroflorokarbon (CFC)
gibi insan ürünü kimyasalların dünyayı koruyan ozon
tabakasının inceltmesiyle oluştu.


1993:
20 Mayıs
 - Amerikalı bilim adamları küresel ısınmanın ekinler
ve ormanlar üzerindeki etkisini tahmin edebilen bir bilgisayar modeli
geliştirdiklerini açıkladılar. Bitkilerin büyüme oranlarının
havadaki karbondioksit, topraktaki nitrojen oranlarından ve küresel
ısınmanın neden olduğu nem değişikliklerine bağlı olduğu
ifade edildi.
20 Ekim -ABD başkanı Bill Clinton küresel ısınmayla savaşmak
geliştirilen planı açıkladı. Ekonominin bütün sektörlerini
etkileyecek bu plan, ABD’nin sera gazı yayım oranlarını 1990
seviyelerine indireceğini öngörüyordu.


1994:
1 Haziran
 - Uluslararası çevre örgütü Greenpeace “İklim Saatli
bombası” adlı raporunda, küresel ısınmanın ciddi iklim
değişikliklerine ve çevre felaketlerine neden olduğunu bildirdi.


1995:
3 Şubat
-Bilimsel araştırmalarda söz sahibi olmak isteyen
Accu-Weather adındaki ticaret ortaklığı, son 100 yıl içinde
sadece hafif küresel ısınmanın meydana geldiğini ve bu
ısınmanın daha fazla kasırga ya da büyük iklim
değişikliklerine yol açmayacağını ifade etti.


1996:
20 Şubat
 - Dünyanın önde gelen ekonomik güçlerinin çevre
bakanları, Paris’te iki gün süren Ekonomik İşbirliği ve
Geliştirme Organizasyonu’nun görüşmelerinde, bütün ülkelerin
küresel ısınma ve ozon tabakasını incelten kimyasalların
kullanımının önüne geçmek için daha fazla çaba göstermesi
konusunda karara vardılar.
18 Temmuz - Büyük endüstriyel güçlerin, yağ ve kömürün
yaydığı sera gazlarını azaltma konusunda bulundukları vaatler
büyük destek gördü ve Cenova’daki BM İklim Konferansı’nın
resmi kayıtlarına girdi.


1997:
22 Ekim
 - Clinton, gelişmiş ülkelerin sera gazı salınımlarını
2008-2012’ye kadar 1990 yılı seviyeleriyle sınırlamalarını
gerektirecek bir anlaşma teklifinde bulundu.
11 Ekim - Japonya, Kyoto’daki uzun görüşmelerden sonra dünyadaki
ilk sera gazlarını azaltma anlaşması açıklandı. Kyoto
Anlaşması, gelişmiş ülkelerin 2008-2012 yılları arasında sera
gazı salınımlarını 1990 seviyelerinden yüzde 5.2 oranında
azaltmalarını gerektiriyor.


1998:
Kasım
 - 170 ülke Buenos Aires’teki küresel ısınma
konferansında toplanarak 2008-2012’ye kadar sera gazı
salınımlarını azaltmanın yollarını tartıştılar.
ABD ve Kanada’dan uzmanlar, küresel ısınmanın dünyanın mercan
kayalıklarını ve onların koruduğu deniz hayatını
öldürdüğünü açıkladılar.


1999:
4 Kasım
 -174 ülkeden çevre bakanları, Bonn’daki görüşmelerini
birçok zor konuyu çözümlendirmeden bitirdiler. Bu konulardan biri
kirlilik hedeflerine ulaşamayan ülkelerin ödeyeceği cezalardı.
Diğer bir konu ise, ulusların kendi adlarına olan kirliliği
azaltmaları için diğer ülkelere ne kadar ödeyebileceğiydi.


2000:
9 Nisan
 - G-8 ülkelerinin çevre bakanları, küresel ısınmanın
ülkelerde gösterdiği farklılıklar hakkındaki konuşmalarını
sona erdirdiler, ancak sera gazlarını azaltma konusundaki
farklılıkların görüşülmesine devam edildi.
8 Eylül - NASA şimdiye kadar ortaya çıkan en büyük ozon
deliğinin Antartika üzerinde oluştuğunu ve yıllar önce yayılan
sera gazlarının etkisini asıl şimdi gösterdiğini bildirdi.
25 Kasım -Lahey’deki iki hafta süren BM iklim toplantısı, Avrupa
Birliği ve ABD arasında sera gazları salınımının azaltılması
konusunda çıkan tartışmalar nedeniyle başarısızlıkla
sonuçlandı.


2001:
28 Mart
 -ABD, küresel ısınmayla savaşan 1997 Kyoto
Anlaşması’ndan çekildiğini açıkladı. Başkan George Bush,
ABD’nin ekonomik çıkarlarına uymadığı gerekçesiyle anlaşmaya
karşı çıktı.
26 Nisan -Avrupa Konseyi Parlamenter Assamblesi ABD’nin kararını
eleştirdi ve Washington’ın küresel bir ortak olarak
güvenilirliğine gölge düşürdüğünü söyledi.
5 Temmuz -Japon Çevre Bakanı Yoriko Kawaguchi görüşmelerin bir
sonraki ayağında büyük bir başarının olası gözükmediğini,
ama Kyoto Anlaşması’nın kuralları hakkındaki son kararın Ekim
ayı sonunda Marakeş’teki BM görüşmelerinde alınması
gerektiğini ifade etti.



Betül Keskin, ODTÜ Çevre Mühendisligi Bölümü

0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-