FENOMENOLOJİ VE ETNOMETODOLOJİNİN SOSYOLOJİ TEORİLERİ ARASINDAKİ YERİ
Fenomenoloji bireylerin eylemlerinin amaçsal eylemler olduğunu, dış koşullar tarafından belirlenmediğini savunarak pozitivist sosyolojinin hem birey ve toplum anlayışına hem de yöntemine tümden karşı çıkar. Fenomenolojiye ve fenomenolojik düşüncelerden gelişen etnometodolojiye göre sosyoloji insanların içinde bulundukları toplumsal dünyaya atfettikleri anlamı anlamanın ötesine gidemez. Başka bir deyişle fenomenoloji insan eyleminin nedensel bir açıklamasının yapılmasının mümkün olamayacağını savunur. Bu yaklaşıma göre insan eylemlerinin genel yasaları ortaya konamaz, çünkü insan eyleminin bağlı olduğu nesnel yasalar zaten yoktur. Gündelik yaşamdaki etkinliklerde bir düzen vardır ama bu düzen toplumun üyelerinin etkinliklerinin sonucunda meydana gelmektedir, diğer bir deyişle toplumsal olgular üyelerin etkileşim aracılığıyla yarattıkları 'başarılar'dır.
FENOMENOLOJİ (GÖRÜNGÜBİLİM)
Duyular ve sezgiler tarafından algılanan şeyler anlamına gelen fenomen (görüngü) teriminden gelen fenomenoloji kavramı ilk kez filozof Hegel tarafından 1807'de yayımladığı "Aklın Fenomenolojisi" adlı eserinde kullanmıştır. Edmund Husserl'in geliştirdiği fenomenoloji, bilincimizin gündelik yaşamda sorgulamaksızın verili kabul ettiğimiz bu gerçekliği nasıl inşa ettiğini anlamaya çalışan felsefi bir ekol, felsefi bir araştırma yöntemidir. Başka bir deyişle fenomenoloji, dış dünyanın ancak bu dünya hakkındaki bilincimizle anlamlı olduğu varsayımına dayanan ve insan bilicinin işleyişi ile ilgilenen, insanların içinde yaşadığı dünyayı yorumlama yollarını incelemeye çalışan bir felsefe yaklaşımıdır.
Fenomenolojik felsefesinin en önemli özelliği yönelimsellikür (intentionality). Buna göre bilinç her zaman bir şeye/nesneye yönelmiş olarak, yani bir şeyle/nesneyle ilişkili olarak veya bir şeyin/nesnenin bilincinde olarak vardır.
Fenomenolojiye göre bireylerden ayrı ve nesnel bir gerçekliğe sahip olan, değişmeyen, herkese göre aynı olan fiziksel bir dünya yoktur, dünya, insanların ona yüklediği anlamlar bağlamında görelidir
"Yoksulluk" ya da "ceza" gibi kavramlar tamamen insanların belirli durumları tanımlayabilmek amacıyla anlamlandırmalarından, yani insanların yarattığı anlamlardan ibarettirler, bu kavramlara ilişkin bu anlamlardan bağımsız bir gerçeklik yoktur. Örneğin, bir ölüm olayı kaza, cinayet, intihar, ecel gibi çok farklı şekillerde yorumlanabilir. Veyahut kitap okumak zevkli, eğlenceli bir eylem olarak yorumlanabileceği gibi son zamanlarda mahkemelerin bazı suçlar için kitap okuma cezası vermesi örneğinde görüldüğü gibi bazı durumlarda bir "ceza" olarak da yorumlanabilir.
Husserl'e göre toplumsal dünya ve toplumsal gerçeklik insanların varsayımlarından ve yorumlamalarından oluşmaktadır. Bu nedenle insanların dünyayı nasıl anlamlandırdıklarını anlamak istiyorsak normalde bildiğimizi varsaydığımız bilgileri, yani deneyimlerimizi ve sağduyuya dayalı inançlarımızı bir kenara bırakmamız, bu bilgi yokmuş gibi davranmamız, dünyayı ya da belirli toplumsal durumları, bunu deneyimleyenlerin açısından görmeye çalışmamız gerekir. Sağduyuya ve deneyime dayalı bu bilgileri bir kenara atma süreci 'paranteze alma', 'fenomenolojk indirgeme' veya 'epoche' olarak bilinir.
Fenomenolojik yöntem, Alfred Schutz, Martin Heidegger, J.P. Sartre ve Merleu-Ponty gibi çeşitli sosyal bilimciler tarafından benimsemiş, ayrıca R.D. Laing ve Cooper'ın çalışmalarıyla radikal psikiyatri yaklaşımı içinde de etkili olmuştur.
Fenomenolojik Sosyoloji
fenomenolojik sosyolojide temel olgu bilinç değil, gündelik yaşamda yaşadığımız yaşam dünyasıdır. Schutz tarafından geliştirilen fenomenolojik sosyoloji, fenomenolojinin pozitivizm eleştirisini içerdiği için, diğer bir deyişle toplumsal eylemin nedensel bir açıklamasının olamayacağını ileri sürdüğü ve nesnelliği gerçekliğin çarpıtılması olarak gördüğü için Pozitivist veya bilimsel sosyolojiye getirilen en büyük meydan okumalardan biri olarak kabul edilmektedir. Schutz, en önemli eserlerinden biri olan Toplumsal Dünyanın Fenomenolojisi kitabında (1967)Max Weber'ide eleştirmiştir. Schutz'a göre gündelik yaşamda toplumsal dünyanın her bireyin kendi öznel bilinci ile deneyimleniyor olması, bu dünyanın her birey için kişisel, yani 'özel' bir dünya olduğu anlamına gelmez; bireyler diğer bireylerden farklı deneyimlere sahip olduklarını bilirler, ama bakış açılarının karşılıklılığı sayesinde toplumsal dünyayı özneler-arası niteliğiyle algılarlar. Schutz'un fenomenolojik sosyolojisi sosyologların toplumsal-tarihsel dünya hakkındaki tüm bilimsel ön varsayımları paranteze alarak sosyolojik analizlerine 'dışarıda duran' nesnel bir dünya anlayışından değil, "gerçekliği kurmaya ve anlamaya çalışan öznelerin eylemleri ve bilincinden" başlaması gerektiğini savunur.
Schutz'a göre gündelik yaşam dünyası özneler-arası bir dünyadır. Bu dünya, sağduyunun dünyasıdır, sağduyu dünyasında aktörler gerçekliği olduğu gibi kabul etmekte, sorgulamamaktadırlar.
Schutz'un "sağduyu bilgisi" adını verdiği bilgi, toplumun üyelerinin ortak olarak sahip olduğu ve gündelik yaşamın sürmesi için gerekli olan bir bilgi birikimidir.
Tipleştirme, örneğin okul, insan, metal gibi nesneleri ve rüya, sevgi, hırs gibi deneyimleri sınıflandırmak için kullanılan ortak yollardır.
Bakış açılarının karşılıklılığı ise diğer insanların da bizimle aynı tipleştirmeleri yaptıkları, yani biz dünyayı nasıl görüyorsak onların da aynı şekilde gördükleri şeklinde paylaşılan yaygın kanıdır ve genellikle diğer insanların gözlemlenmesi ve deneyimlerin paylaşılması sonucu öğrenilir.
Schultz için "toplumsal dünya nesnel bir sistem ya da yapı değildir; toplumsal dünyanın kaynağı, farklı toplumsal gruplar ve topluluklar hakkındaki ortak varsayımlar ile hep birlikte paylaşılan bilgi birikimidir."
"gerçekte toplum belirli bir biçimi olmayan bireysel deneyimlerden oluşan bir karmaşa olsa da insanlar kendi aralarında toplumda istikrar ve düzen olduğuna ilişkin bir illüzyon yaratırlar"
Fenomenolojik Bir Çalışma: Ölümü Sınıflandırmak
Fenomenolojik çalışmalara bir örnek olarak J.MaxwellAtkinson'ın intiharlarla ilgili çalışması gösterilebilir. Fenomenolojik bir yaklaşıma sahip olan Atkinson, aktörlerin kurgularından bağımsız, 'gerçek' bir intihar oranı var olmadığını ileri sürmüş ve ölümlerin intihar olup olmadığına karar veren resmi görevlilerin ölümleri hangi yöntemlerle sınıflandırdıklarını inceleyerek intiharlarla ilgili istatistiklerin bu istatistikleri oluşturanların kendi yorumlamalarından ibaret olduğunu göstermeye çalışmıştır. Bu çalışmada Atkinson, görevlilerin intihara ilişkin sağduyuya dayalı birtakım varsayımlara ve bir sağduyu teorisine sahip olduklarını ve eğer ölüm hakkında verilen bilgi bu sahip oldukları teoriye uyuyorsa söz konusu ölümü büyük ihtimalle intihar olarak sınıflandırdıklarını ileri sürmektedir. Böylece intiharın birdizi verili kabul edilen varsayıma dayanan bir yorum olduğu sonucuna varmaktadır.
Fenomenolojiye Getirilen Başlıca Eleştiriler
1.Schutz, düşüncelerinin toplumsal dünyanın ampirik çalışılmalarına nasıl uygulanabileceğine dair fazla bir şey söylememekle ve toplumsal dünyanın fenomenolojisini işlemselleştirmemekle eleştirilmiştir
2. öncelikli olarak küçük grupların etkinlikleri ve etkileşimleriyle ilgilendiği için toplumun bütününü inceleyen büyük teorilere oranla zayıf kaldığı ve bilimsel olmadığı ileri sürülmüştür.
3. Bunun yanında fenomenolojinin bakış açısına göre kimse varsayımlardan bağımsız, nesnel ve üstün bir analiz yapamayacağına göre bilimsel analize dayalı her türlü açıklama da öznel bir yorumdan ibaret olarak kabul edilmiş olmaktadır.
ETNOMETODOLOJİ
Diğer sosyolojik yaklaşımlara oranla nispeten yeni bir sosyolojik yaklaşım olan etnometodoloji, Alfred Schutz'un ve Talcott Parsons'ın çalışmalanna dayanılarak Garfinkel tarafından geliştirilmiş olan ve genel olarak fenomenolojik düşüncelerin araştırmalara uygulanmasını içeren bir yaklaşımdır. Etnometodoloji "insanların gerçeklik duygusunu nasıl yarattıklarını, sürdürdüklerini ve değiştirdiklerini açıklamaya yardımcı olabilecek kavramlar ve ilkeler geliştirmektir.” Etnometodoloji, kökleri fenomenolojide olan, insanların sıradan gündelik yaşamda kullandıkları bazı yöntemlerle toplumsal düzeni ürettikleri varsayımına dayanan ve bu yöntemleri inceleyerek hem gündelik yaşamın ilk anda görünmeyen kurallarını hem de insanların toplumsal düzeni nasıl anlamlandırıp ürettiklerini ortaya çıkarmaya çalışan teorik bir yaklaşımdır.
Etnometodolojiye göre gerçekte bir toplumsal düzen de yoktur, üyeler bir düzen algıladıkları için bir toplumsal düzen varmış gibi görünür, yani toplumsal düzen, bu toplumun üyeleri tarafından yaratılmış olan kullanışlı bir kurgudan ibarettir.
Garfinkel'e ve çoğu diğer etnometodologa göre insanların içinde yaşadıkları dünyayı anlamlandırmak, hatta yaratmak için kullandıkları temel araç dil ve konuşma etkinliğidir.
Garfinkel'in çalışmalarının ve genel olarak etnometodolojinin en temel kavramları arasında(i) belgeleme yöntemi, (il) refleksivite ve (ili) dizinsellik/anlamın bağlama-gönderimliliği önemli bir yere sahiptir.
Üyelerin Yöntemleri: "Belgeleme Yöntemi"
Garfinkel'in Mannheim'den ödünç aldığı bir kavram olan "Belgeleme yöntemi" belirli bir görüntüye, temelde bulunan kalıpların 'belgesi' imi; gibi davranılması, bu görüntünün temeldeki kalıbın adına, onu göstermek için var olduğu düşünülmesi, önce bu özelliklere dayanılarak kalıpların yaratılması sonra da bu özelliklerin bu kalıplar hakkındaki bilgiye dayanılarak yorumlanmasıdır.
Daha açık bir ifadeyle insanlar gündelik yaşamda karşılaştıkları hareket, söz ve bilgilerin belirli özelliklerini ayıklayıp bu özellikleri altta yatan bir kalıbın kanıtı olarak görürler, yani bu kalıpları kendi bireysel belgelerinden yola çıkarak elde ederler, daha sonra ise bu özellikleri bu kalıp hakkındaki bilgilerine dayanarak yorumlarlar. Bu durumda bir yandan altta yatan bu kalıp kendi belgelerine dayanılarak oluşturulmakta, diğer yandan da bu belgeler, altta yatan bu kalıp hakkında bilinenlere göre yorumlanmaktadır.
Bir komşunun iyi bir komşu olup olmadığı hakkında nasıl yorum yaparız?
İyi bir komşunun özellikleri ile ilgili sağduyu bilgisine dayalı bir teorimiz olabilir. Örneğin komşumuz gürültü yapmayan, kendi komşularına yardımcı olan biri ise, bu özellikleri nedeniyle bu kişinin iyi bir komşu olduğunu düşünebilir, böylece bazı özelliklere dayanarak bir kalıp yaratmış oluruz. Daha sonra yeni bir komşumuz olduğunda, yeni komşumuzu bu kalıba göre değerlendirir ve iyi bir komşu olup olmadığı hakkında bir yorum yaparız. Böylece kalıbı yaratmak için kullandığımız özellikler ve kalıbın kendisi karşılıklı olarak birbirileri güçlendirmiş olur.
Refleksivite (Reflexivity)
Toplumun üyeleri sürekli olarak belirli etkinliklere ve durumlara, bunların altında yatan kalıplar açısından bakarlar ve daha sonra da bu kalıpların bu etkinliklerde ve durumlarda görülen belirli ifadelerine dayanarak bu kalıpların varlığını onaylarlar. Refleksivite, "toplumsal durumların tanımları ile tanımlandığı gibi olan toplumsal durumlar arasında karşılıklı bağımlılık, hatta denklik" durumu olduğunu ifade etmek için kullanılmaktadır. Örneğin bir kişi "okula gidiyorum" ya da "sınava hazırlanıyorum" dediğinde sadece yapmakta olduğu şeyi betimlemiş olmaz, aynı zamanda ne yapmakta olduğunu ispat etmiş ve bu konudaki belirsizlikleri gidermiş olur, böylece de herkese kendine nasıl yaklaşacaklarını söylemiş olur.
Dizinsellik (lndexicality) veya Anlamın Bağlama-Gönderimliliği
Dizinsellik veya anlamın bağlama-gönderimliliği, herhangi bir nesnenin ya da etkinliğin anlamının, kendi bağlamından türetildiği, yani belirli bir bağlama endekslendiği (dizinlendiği) anlamına gelir. Sözcüklerin her zaman geçerli olan değişmez anlamları yoktur, yani anlam nesnel değildir; üyeler konuşanın kim olduğuna, konuşan ve dinleyen arasındaki ilişkinin ne olduğuna, konuşmanın amacının ne olduğuna vb. bakarak durumu analiz ederler ve sözcükler de bu analize bağlı olarak anlam kazanır. Örneğin bir insan diğer bir insanla konuşurken "sen", "bugün" veya "vesaire" gibi kelimeleri kullandığında, bu kelimelerin ne anlama geldiği ancak o konuşma sırasında, içinde bulunulan durum ya da koşullar içerisinde nettir ve ancak bu bağlam içinde anlaşılabilir. Bu nedenle konuşmakta olan iki kişinin yanına gittiğimizde, ilk anda ne hakkında konuştuklarını anlayamayız, ancak bağlamı anladığımızda konuşmadaki kelimelerin tam olarak ne anlama geldiğini bilebiliriz.
Garfinkel'e göre başkalarıyla gündelik iletişimimizde kullandığımız kelimelerin, dilsel ifadelerin ve de eylemlerimizin konuşmalarımızın geçtiği bağlamın dışında bir anlamı yoktur.
"Bir ifadenin bağlama gönderimli olduğunu söylemek onun anlamının özel bir bağlamla ilişkili olduğunu vurgulamaktır"
Toplumsal Düzenin Kırılganlığı
Garfinkel, toplumsal düzenin kendi başına bir gerçekliği olmadığını, toplum üyeleri tarafından oluşturulduğunu kanıtlamak ve toplum üyelerinin toplumsal dünyayı anlamlandırmada hangi yolları kullandıklarını göstermek için öğrencilerinden deney gereği toplumsal düzeni aksatmalarını ister. Sosyolojik çalışmalarda gündelik yaşamın sağduyu dünyasının ihmal edildiğini ileri süren ve sağduyu etkinliklerinin kendi başına bir çalışma konusu olduğunu göstermeye çalışan Garfinkel'e göre bu deneylerin bir amacı da gündelik yaşamın geri planında görülen ama fark edilmeyen özelliklerin ve beklentilerin nasıl ortaya konacağını göstermektir.Bu deneylerde Garfinkel öğrencilerine örneğin süper markette alış-veriş yaptıktan sonra kasada ürünlerin fiyatları konusunda pazarlık etmelerini ya da kendi evlerine gittiklerinde sanki bir oda kiralayan bir pansiyonermiş gibi davranmalarını önerir.
Etnometodolojik Çalışmalara Örnekler
etnometodologların okullar, hastaneler, aileler, ıslahevleri, karakollar, siyasi kuruluşlar, bürokratik örgütler, adliyeler, öğretmen eğitim programlan, doktor-hasta ilişkileri, cadı avı ritüelleri gibi birbirinden oldukça farklı toplumsal ortamlarda çeşitli çalışmalar yaptıkları görülebilir.
D.H. Zimmerman, bürokratik örgütlerdeki kurallarla ilgili bir çalışma yapmış ve davranışları kuralların yönetmediğini, aksine üyelerin bu kuralları kendi etkinliklerini tanımlamak ve açıklamak için kullandıklarını, üyelerin bazı etkinlikleri kuralların ihlal edilmesini gerektirse de bu durumu bile kurala gönderme yaparak meşrulaştırdıklarını göstermeye çalışmıştı.
Aaron Cicoureldesuç hakkındaki resmi istatistiklerin suç davranışının kesin bir yansıması olmaktan çok bu gerçekleri ve rakamları toplayan ve yorumlayan görevlilerin, özellikle de polisin yorumlarının ve etkinliklerinin bir yansıması olduğunu göstermiştir.Schegloffiletişimsel eylemler üzerinde çalışmış, konuşma üzerine çeşitli analizler yapmışlar ve daha sonra konuşma analizi olarak bilinen alanın gelişmesinde etkili olmuşlardır.
Michael Lynchise bir araştırma laboratuvarını incelediği çalışmasında araştırmacıların etkinliklerinin nasıl bilimsel etkinlikler olarak gerçekleştiğini, bilimin 'gerçek'lerinin araştırmacıların gündelik yaşam etkinlikleri aracılığıyla nasıl toplumsal olarak oluşturulduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Bu çalışmayla Lynch, 'bilimsel Bilgi’nin laboratuvardaki araştırmacıların gündelik deney etkinliklerine yerleşik olan yargısal işlerinin rutin bir sonucu olarak üretildiğini göstermeyi amaçlamaktadır.
Etnometodolojiye Getirilen Başlıca Eleştiriler
• Betimleme yapmaktan öteye gidememekle ve büyük teoriler geliştirememekle, aynı zamanda dar bir çevreye hitap etmekle ve sosyoloji tarafından kabul görmeye çalışmamakla eleştirilmiştir. Ayrıca diğer sosyolojik yaklaşımları ve araştırma yöntemlerini eleştirdikleri halde bunları geliştirmek için faydalı önerilerde bulunmamakla eleştirilmişlerdir.
Çok küçük toplumsal süreçlerle ilgilendikleri için 'önemsiz' görünen konulara odaklanmakla eleştirilmiştir. Yaşamı sadece bireysel gündelik yaşam etkinliklerinden oluşan bir şekilde ele almakla, savaş ya da işsizlik gibi dış etkenleri, diğer bir deyişle toplumda gücün dağılımıyla ilişkili olan olguları dikkate almamakla eleştirilmişlerdir. İnsanların neden belirli şekilde davrandıklarına ilişkin açıklamalar yapmamakla ve insanları sanki hiçbir güdüleri ya da amaçlan olmayan varlıklar gibi göstermekle eleştirilmişlerdir. Etnometodoloji kendi yaklaşımı açısından da eleştirilmiş, eğer ileri sürdükleri gibi sosyal bilimcilerin yaşam hakkındaki betimlemeleri sıradan insanların betimlemelerinden daha iyi değilse etnometodolojik bir çalışma yapmanın da anlamsız olduğu ileri sürülmüştürSOSYAL İNŞACILIK
"Sosyal înşacılık" Fenomenolojik düşüncelerden etkilenen Peter Berger veThomasLuckmann tarafından geliştirilen bir teoridir. Bu teori, toplumsal dünyanın önce tipleştirme süreciyle inşa edildiğini, daha sonra bu tipleştirmelerin kendilerini üreten bireylerin ötesinde nesnel bir nitelik kazandığını ileri sürerek toplumsal eylem yaklaşımı ile yapısalcı yaklaşımları bir araya getirmeye çalışan ve temel olarak etnometodolojiye dayanan bir teoridir. Berger ve Luckmann'a göre gerçeklik kendi irademizden bağımsızmış gibi kabul ettiğimiz, bizden bağımsız, dışarıda, bizim ötemizde ve herkese açık bir gerçekliktir. Bu görüşe göre biz gerçekliği "seçmeyiz", gerçeklik bizim irademizden bağımsız olarak (ama bizim irademize 'rağmen' değil) bize dayatılmaktadır; yani biz herhangi bir niyetsel eylemde bulunmadığımız halde kültür bir gerçeklik haline gelmektedir.
Gerçekliğin inşası, dışsallaştırma, nesnelleştirme ve içselleştirme şeklinde üç evrenin diyalektik ilişkisi ile mümkün olur.
dışsallaştırma sürecinde insanlar bir yandan teknoloji ve teknik araçlar üreterek nesnel kültürü, bir yandan da dil, imaj ve değerler üreterek belirleyici kültürü (anlam ifade eden kültürü) yaratırlar. Dışsallaştırma süreci, insanların kendilerini sürekli olarak çeşitli etkinliklerle ifade ederek maddi ve manevi kültürü yaratmaları, diğer bir deyişle araç gereç üretiminden hukuka, inanç sistemlerinden teknolojiye, toplumsal dünyanın maddi ve kültürel koşullarının üretilmesi sürecidir.
Bir kez dışsallaştırdıktan sonra kültürün nesnelleştirilmesi gerekir, aksi halde kültür insanlığın her istediğinde keyfi bir şekilde değişir. Bir başka deyişle insanların dışsallaştırma sürecinde ürettikleri ürünlerin nesnel bir özellik kazandığı süreç nesnelleştirme olarak adlandırılır. Mesela bir zamanlar dünyanın bir tepsi gibi düz olduğuna ve bir öküzün boynuzlan üzerinde durduğuna inanılıyordu, yine bir zamanlar atomun parçalanamayacağına inanılıyordu, bu tarihler için bu bilgi "gerçek"ti.Bir otele gittiğimizde veya bir bankaya girdiğimizde uymamız gereken bazı kurallar olduğunu biliriz. Otelin/bankanın müşterileri olarak bu kuralları biz koymayız, bu kurallar bizim öznel bilincimizin dışında yaratılmıştır, ama yine de yaratılmışlardır, yani inşa edilmiş ve sonra da bir dış gerçeklik haline gelmişlerdir.
İçselleştirmesüreci, nesnelleştirilmiş toplumsal dünyanın toplumsallaşma yoluyla öznel bilince aktarılmasıdı. İçselleştirme, toplumsallaşma sürecinde gerçekleşir ve hem genel olarak kültürün hem de alt kültürlerin, farklı sınıfların, dini ve etnik grupların kültürünün içselleştirilmesini içerir. İnsanlar sembolik bir evren yaratırlar ve bu sayede gündelik yaşamlarındaki rutin etkinlik ve deneyimlerini anlamlı ve gerçek kılmış, yani öznel bir düzen yaratmış olurlar. içselleştirme toplumsallaşma sürecinde gerçekleşir ama toplumsallaşma her zaman tam olarak tamamlanamayabilir ya da kusursuz olmayabilir, bu nedenle toplum gündelik yaşamda gerçekliği "şüphenin askıya alınması, rutin, konuşma, biyografik deneyim, terapi ve nihilasyon" gibi çeşitli yollarla korumaya, muhafaza etmeye çalışır.
Sosyal inşacılığa göre insan gerçekliği içselleştiriİmiş bir gerçekliktir. İnsanlar kültürü inşa edip nesneleştirdikten sonra toplumsallaştırma aracılığıyla içselleştirirler ve bu sayede kültür doğal, gerçek ve içinde doğduğumuz verili bir şey gibi görünür.
GÜNDELİK YAŞAM SOSYOLOJİSİ
Gündelik yaşam sosyolojisi, çok sayıda alt alana sahip olan ve bu kitapta ele alınan sembolik etkileşimcilik, fenomenoloji, etnometodoloji dışında varoluşçu sosyoloji, dramaturji, etiketleme teorisi,postmodernsosyoloji gibi birbirinden ayrı ama ilişkili bir dizi teorik yaklaşımdan oluşan bir alanı ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Gündelik yaşam sosyolojisi/sosyolojileri alanında yer alan teorilerin çoğu kendilerini bu şekilde sınıflandırmamış, bu terim ilk olarakJack Douglasve öğrencileri tarafından kullanılmıştır.
Özne-nesne ikiliğini büyük ölçüde reddederek özne (bilen) ile nesnenin (bilinen) bilimsel ilkelere göre etkili bir şekilde birbirinden ayrılamayacağını vurgular. Gündelik yaşam sosyologları insanların kendi bağlamları ve gündelik yaşam dünyasının bütünselliği içinde çalışılması gerektiğini ve araştırmacıların bireyler ve grup üyeleriyle zaman geçirerek katılımcı gözlem veya derinlemesine görüşme gibi tekniklerle onların bakış açılarını anlamaya çalışmaları gerektiğini ileri sürerler. Gündelik yaşam sosyolojisi genel olarak yapıdan kopuk olmakla; politik faktörleri görmezden gelmekle; odağı ve bulguları açısından önemsiz olmakla, büyük ölçüde çağdaş olana odaklanarak tarihi dışlamakla eleştirilmiştir
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.