-

İşitmenin özellikleri - işitme nasıl gerçekleşir

9 Ekim 2011 Pazar yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar



İşitmenin gerçekleşebilmesi bir takım koşullara bağlıdır. Bunlar;a) sesin olması
b) sesin kulağa ulaşması
c) o sesin insan kulağının alım gücü içinde olması
d) işitme geçit yolunu (dış, orta, iç kulak) aşması
e) işitme merkezine ulaşması ve algılanmasıdır.


Ses; katı, sıvı, gaz türündeki cisimlerin titreşmesinden oluşan bir enerjidir. Titreşimden oluşan ses enerjisi uygun iletken ortamda hareket eden dalgalar halinde yayılır. Yayılma sesin kaynağından itibaren her yöne doğru olur. Buna ses dalgalarının küresel özelliği denir. Sesin belirli bazı özellikleri vardır.

Şiddet : Bir çisim durup dururken kendiliğinden titreşmez. Onun moleküllerine etkileyecek bir başka gücün olması gerekir. İşte o cismi titreştiren güç sesin bir özelliğini belirler ve etkiler. Bu özelliğe şiddet denilmektedir.buna sesin gücü duyulabilirliği de denilmektedir.

Perde : Cisimlerin bir saniyede titreşim sayısı sesin perde özelliğini oluşturur. Bir cismin bir saniyedeki titreşim sayısı frekans, cps, hz olarak adlandırılır. Sesin bu özelliğine bulan alman fizik bilginin soyadının ilk ve son harflerinden oluşan Hz. günümüzde giderek daha yaygın kullanılır olmaktadır. Titreşim sayısı fazla olan sesler tiz, ince; titreşim sayısı az olan sesler ise pes, kalın olur.

Tını : Tınnet, ton, nitelik sözlerinin eş anlamlı olarak kullanıldığı bu özellik aynı perde ve aynı şiddette olan seslerin birbirinden ayırt edebilmesini sağlar. Her titreşim asıl kaynağından ayrılmadan önce kendi cismi içinde bir takım etkileşimde bulunur.Buna seselim (rezonans) denir. Titreşen her cisim seslerin özelliği farklı olduğundan seslerin ayırt edici özelliği ortaya çıkar. Böylece Ahmet’in Ali’nin Sevgi’nin, Yasemin’in seslerini birbirinden ayırt edebiliriz.

Sesin diğer özellikleri : Ses dalgaları asıl kaynağından uzaklaştıkça şiddetinden kaybeder. Bu, uzaklıkla ters orantılıdır. Uzaklık arttıkça sesin gücü azalır. Ses dalgalar halinde yayıldığından uyarıcılığı ona bağlıdır, geçicidir. Bir ses dalgası geldiği anda yakalanırsa duyulur. Sonra kaybolur. İşitme duyu organı sürekli ve istemsiz olarak çalışarak bu eksikliği kapatmaya çalışır. Ses dalgaları yayılırken bir engele çarparsa kırılır, yön değiştirir. Çarpma ve kırılma dik açı biçiminde olursa yankı denilen olay olur. Ses dalgaları her kırılmada gücünden bir miktar kaybeder. Delikli tuğla ve benzeri yapı malzemeleri bu tür fazla kırılma sağladıkları için ses yalıtan, ses soğurucu malzeme olarak bilinir. Ses dalgaları yönlendirilebilmektedir. Doğal olarak küresel dağıldıkları halde megafon ve benzeri araçlarla daha çok kısmı belirli bir yöne gönderilebilmektedir. Ses dalgaları bir akım türünden bir başka akım türüne dönüştürülebilmektedir. Telefon , radyo ve televizyonda hava titreşimi önce elektrik akımına sonra elektrik akımından hava titreşimine dönüştürülmektedir. Ses dalgalarının bir başka özelliği depolanabilmeleridir. Plak ve bant kayıtları bunun örneğidir.

Sesin Kulağa Ulaşması

İşitmenin gerçekleştirilebilmesi için ses dalgalarının var olması yetmiyor. O dalgaların insana ulaşması gerekmektedir. Ses esas kaynağından çıkınca iletken bir ortam gerekmektedir. Hava boşluğu olursa ses yayılmaz. Sesin kaynağı ile insan kulağı arasındaki uzaklık ses dalgasının gücü zayıflamadan ulaşabileceği kadar olmalıdır. Ayrıca sesin kaynağından çıkışındaki gücüde o uzaklıkta kaybolmayacak düzeyde olmalıdır. Ses kaynağı ile insan kulağı arasında yayılmayı önleyecek bir engelin bulunmaması da gerekir. Yayılmayı önleyen örnek pek çoktur. Duvar, pencere, dolap, tahta vb. Hatta şiddeti fazla olan ses zayıf sesler için bir engeldir.

İnsan Kulağının Ses Alım Gücü

İnsan kulağı şiddet ve perde yönünden belirli ölçülerdeki sesi almaya uygundur. Sınırları sayı olarak tek ve kesin biçimde ortaya konulmuş değildir. On değişik kaynaktan alınan perde sınırları 16 ile 20.000 arasında görülmektedir. Buna göre insan kulağı 16 dan daha az 20.000 den daha fazla titreşimli sesleri alamamaktadır. Oysa başka canlılar çok daha fazla titreşimli sesleri alabilmektedir. Şiddet yönünden bakıldığında şiddet ölçü birimi olan dB (desibel) ölçüsüyle yüzden fazla olan sesler işitilmekten çok sancı olarak duyulmaktadır.

Sesin işitme geçit yolunu aşması

İnsanın işitmelik sınırları içinde olup kulağa gelen sesin dış kulak, orta kulak, içkulak ve ordan işitme sinirleriyle beyindeki merkeze iletilmesi gerekir. İşitme geçit yolu diye adlandırılan.bu yol kulağın yapısını esas alarak daha iyi açıklanabilir.kulak genellikle 3 kısımda incelenmektedir.

Dış Kulak:

Kulak kepçesiyle kulak zarına kadar uzanan 25 mm kadar uzunluktaki kulak yolu diye adlandırılan kısımlardan oluşur. Kulak kepçesi genellikle kulak diye adlandırılan, kıvrımlı kıkırdaklardan oluşmaktadır. Kulak yolu kulak kepçesinin iç orta kısmından, şakaktan içeri doğru engebeli olarak uzanan ve kulak zarı diye adlandırılan yerde biten bir yoldur.
Dış kulağın işitmedeki görevi ses dalgalarının orta kulağa iletmek yada ulaşmasında aracılık etmektir.yapısında ortaya çıkabilecek anormallikler kulak yolunun kulak kiriyle kapanması yada içine yabancı nesne kaçması gibi umulmadık durumlar dışında işitmeye fazla engel olmaz yada işitme özrü nedeni olmaz.

Orta Kulak

Kulak zarının gerisinde küçücük bir oda olup üç zar, üç kemikçik ve bir açık kanalı vardır. Zarlardan biri 1 cm2 yüzeyli kulak zarıdır. Diğeri iç kulağın orta kulağa bakan kısımda üzengi kemiği ile temasta olan 3 mm2 lik yüzeyli oval pencere zarıdır. Üçüncü zar yine iç kulağın orta kısmına gelen yüzünde, oval pencerenin altında düşen kısmında yuvarlak pencere diye bilinen pencereyi kaplayan zardır. Kemikçikler çekiç örs ve üzengi adlarıyla bilinir. Çekiç, kulak zarına, üzengi oval pencereye bağlantılı olup, örs kemiği ikisi arasında bağlantı sağlar. Kemikçikler birbirlerine oynaklı eklemlerle bağlantılı olup kaldıraç sistemi ile hareket ederler. Orta kulağa açılan bir yol daha vardır.
Bu orta kulakla boğaz boşluğunun birbirine bağlıyan östaki borusudur. Östaki borusu yoluyla orta kulak boşluğundaki hava basıncı ayarlanır.
Orta kulak işitme olayındaki görevi dış kulak yoluyla gelen ses dalgalarının kulak zarından alıp, oval pencereye, iç kulağa iletmektedir. Bu görevinden dolayı orta kulağa iletim mekanizması diyenler vardır. Bu iletim pek basit bir iletim değildir. Kemikçikler titreşirken gereğinde ayarlama yaparlar. Kemikçikler, bir yandan çok şiddetli titreşimleri ancak kendilerinin iletebileceği kadarını iletmekle, aşırı seslerden bir tür koruyuculuk görevi yaparlar. Öte yandan, kulak zarını 1 cm2 lik yüzeyinden aldıkları titreşim ve basıncı oval 3 mm üstteki yüzeyine iletirken dış kulaktan gelen zayıf sesleri 20- 30 kat kadar şiddetlendirme olanağına sahiptirler.
Zarların duyarlılığı, esnek kemikçikleri hareket iletisini yitirmemiş olmaz, orta kulak boşluğundaki hava basıncının uygunluğu işitme için önemlidir.
Dış kulak yoluyla kulak zarına kadar gelmiş olan ses dalgalarını iç kulağa iletilmesini engelleyecek zedeleme işitme için önemlidir.

İç Kulak

İç kulak yarım daire kanalları ve salyangoz diye adlandırılan kısımlardan oluşan bir labirenttir. İç kulak iki pencereyle orta kulağa açılır. Bunlar daha öncede belirtilen oval ve yuvarlak penceredir. Yarım daire kanalları vücudun dengesi ile ilgilidir. İşitme olayıyla ilgili kısım salyangozdur. Oval ve yuvarlak pencereler salyangozun dış kısmındadır. Salyangozun kendini kendi merkezi etrafında iki buçuk defa kıvrım yapan bir kanaldır. Kanal başlangıçta geniş, sonuna doğru gittikçe daralan, uzun, konik bir boru biçimindedir. Kanal orta yerinden bir zarla ikiye bölünmüştür. Bölüntü uç-tepe noktasında bir açıklık bırakır. Kanalın içi sıvıyla doludur. Kanalın üst kısmı oval pencereyle, alt kısmı yuvarlak pencereyle bağlantılıdır. Kanalın iki kısmının ortasında korti diye adlandırılan bir organ vardır. Sıvıya geçmiş olan titreşimleri alan işime sinirlerinin uçları korti organında bulunur.
İşitme olayında üzengi kemiği aracılığıyla titreşimi alan oval pencere zar bunları kanaldaki sıvıya iletir. Korti boşluğundaki sinir uçları sıvının titreşiminden etkilenir. Burada titreşimler sinir akımına dönüşür. Sinir uçları yoluyla alınan titreşimler, sekizinci çift diye bilinen sinirle beyine iletilir.
İç kulağa kadar gelmiş olan titreşimlerin iç kulaktaki sinirler yoluyla beyne iletilmesi olanaksız olursa işitme gerçekleşmez. Kortideki sinir uçlarında ve işitme sinirlerindeki bir bozukluk işitmeyi engeller.

İşitme Merkezi

Beynin iki yarı küresinde şakak bölgesinin korteks tabakasında iki işitme merkezi vardır. Her iki kulaktan çıkan işitme sinirleri iki merkeze gider. İşitmede beynin görevi büyüktür. Ses dalgaları beyne bir tür sinir atımı yada sinir titreşimi olarak gelir. Bunlara anlam kazandırmak hangi tür titreşimin ne sesi olduğunu ayırt etmek beynin görevidir. Beyin titreşimleri alır, sınıflar, yorumlar ve anlam verir. Bu algılama sonucunu beynin diğer bölgelerine aktarır. Beynin her iki yarı küresindeki merkezde oluşan bir zedelenme işitmeyi etkiler.


TERİM – TANIM

Terimler


Yayında ve konuşma dilinde işitme özrüne ilişkin çok ve değişik terimlere rastlanmaktadır. Sağır, dilsiz, hem sağır hem dilsiz , ahraz, ağır işiten, ağır duyan, lal, samut, tat, iletsel işitme özrü, sinirsel sağırlık, merkezi sağırlık, psikolojik sağırlık, karışık sağırlık, anadan doğma sağırlık, sağırlık-sürdite,anacusis, total sağırlık, tam sağır, top sağır, kazancı sağırlığı,mutuzim, afasia, otizm, işitme engelli vb. Gibi 13- 15 Mayıs 1991 tarihlerinde toplanan I. Özel Eğitim Konseyi İşitme engelli ve işitme engelliler terimini benimsemiştir.
Bu terimlerin doğru kullanılması bu konuda yeterli bilgiye sahip olmaya bağlıdır. Bu terimler tanım ve sınıflama konularında yer yer açıklanacaktır.
Tanımlarda kullanılan özür birinci ünitede açıklanan zedelenme, yetersizlik tanım ve kavramlarının sonucu olarak ortaya çıkan durum için kullanılmaktadır.Bunların tekrar hatırlanması yararlı olacaktır.

Tanım

Terimlerdeki farklılık tanımda da görülmektedir. Yapılan bir incelemede birbirinden oldukça farklı yedi işitme özrü tanımına rastlanmıştır. Bu farklılıklar konuya değişik bilim dallarından değişik bilim adamlarının bakış açılarından kaynaklanmaktadır.
Eğitimci ve özel eğitimcilerin kendi aralarındaki iletişim ve kavram karışıklığını önleye bilmek için ortak bir tanımda karar kılmalarında yarar vardır. Böylesi bir rolü oynayabileceği umulan bir tanım ve açıklama aşağıda verilmiştir.

İşitme Kaybı

İşitme testi sonucunda belli bir bireyin aldığı sonuçlar, kabul edilen normal işitme değerlerinden, belirli derecede farklı olduğunda, işitme kaybı ortaya çıkmaktadır.

İşitme Özrü

İşitme duyarlılığının kişinin gelişim, uyum- özellikle iletişimdeki görevleri yeterince yerine getiremeyişinden ortaya çıkan duruma işitme özrü denir.

İşitme Özürlüler

Bu tanımlamalarda geçen işitme duyarlığıyla, gerekli düzenlemelerden sonra insan kulağının işitme sınırları içinde (16-20.000 Hz. Ve 0.110 dB ) olan sesli uyaranları alıp ona tepkide bulunabilme kastedilmektedir. Yine tanımda geçen iletişim ile sözlü iletişim sembollerinin alınıp algılanması ve algılanan uyarana uygun tepkilerin sözlü iletişim sembolleriyle mesaj halinde cevap verebilmesi kastedilmektedir. Tanımdaki görevleri yeterince yerine getirme ile, sesli uyaranları normal ortamda algılayarak, uyaranlara normal ortamda uygun tepkide bulunabilme kastedilmektedir.

SINIFLANDIRMA

İşitme özrü değişik temel etkenler dikkate alınarak sınıflandırılmaktadır. Bu etkenler; özrün derecesi, özrün oluş zamanı, özrünün nedeni, özrün yeri, özrün oluş biçimi ve özrün süregelmişliğidir. Bu etkenlere bağlı sınıflandırma bir özet çizelge halinde şöyle gösterilebilir.

Temel etkenler Sınıflandırma Sistemi

İşitme özrünün;


1- Derecesi (İşitme Kaybı)

a- Sağır-ağır işiten

b- Çok ağır-ağır-orta-az-çok az

c- A,B,C,D,E,F


2- Oluş zamanı

a-Doğuştan

b-Sonradan

3- Nedeni

a- Doğuştan - edinilmiş,kazanılmış

b- İrsi nedenler - sonraki nedenler,edinilmiş nedenler


4- Yeri

-İletimsel

-Sinirsel

-Merkezi

-Karma

5- Oluş biçimi

-Birden

-Giderek


6- Süregenliği

-
Geçici

-Kalıcı


İşitme Kaybına Göre Sınıflandırma

Türkiye’de özel eğitimde daha çok özrün derecesine göre yapılan sınıflama ve tanımla kullanılmaktadır.

Bugün, Milli Eğitim Bakanlığınca kullanılan yönetmelikte işitme özürlüler iki kümeye ayrılıp tanımlanmaktadır.

Sağırlar : Düzeltildikten sonra iyi işiten kulağındaki işitme kayıpları 70dB. Ve daha fazla olanlara sağır denir. Diğer bir deyimle işitme kayıpları gerekli düzeltmelerden sonra ana dilini konuşmayı olağan yollardan öğrenmeyi engelleyecek kadar fazla ve bu yüzden özel eğitimi gerektiren sağırdır.

Ağır işitenler : Düzeltildikten sonra iyi işiten kulağındaki işitme kayıpları olağan yollardan ana dilini öğrenmesini ağırlaştıracak derecede olup bu yüzden özel eğitimi gerektirenler ağır işitenlerdir.

İşitme özürleri işitme yolu dikkate alındığında özrün oluştuğu yere bağlı olarak adlandırılan bir sınıflamayla da ele alınmaktadır.

Bu türden özür, kişide tüm işitme kaybı oluşturmaz, bu gibilerde işitme kaybı 55-60 dB yi pek geçmez. Onun için çoğunlukla iletimsel işitme özrü olanlar ağır işitenler kümesini oluştururlar.

Duysal-Sinirsel İşitme Özrü : Ses dalgaları dış ve orta kulaktan normal biçimde geçer iç kulağa ulaşır, fakat iç kulakta ki salyangozdaki korti organında yada işitme sinirlerindeki bir bozukluktan ötürü beyne ulaşamazsa, bu tür özürlüler duysal-sinirsel işitme özrü diye adlandırılır.

Tıpta biraz daha değişik bir adlandırma ve ayırım kullanılmaktadır. Eğer bozukluk sadece iç kulaktaysa “duysal” yalnız işitme sinirlerindeyse “sinirsel” her ikisinde birden özür varsa duysal sinirsel diye ayırım yapılmakta ve adlandırılmaktadır. Şayet özür iç kulak ve işitme sinirlerini beraber kaplıyorsa hangi kısımlardaki zedelenme fazlaysa o tanımlama ve ayırım kullanılır denilmektedir.

Bu tür özrü olanların ayırıcı niteliklerden bazıları şunlardır: Genellikle özür iki kulakta birden olur ve süregenlik gösterir. Konuşma yüksek sesle, bağırarak yapılır. Bazı Hz.lerde normal düzeye yakın işitme bazılarında ise önemli işitme kaybı görülür. Kayıp genellikle 1000 Hz. den sonra birden fazlalaşır. İşitme eğrilerinden hava yoluyla kemik yolu iletim arasında bir paralellik görülür. Gürültülü ortamlarda konuşmaları anlamakta güçlük çekerler.

Merkezi İşitme Özrü : Ses dalgalarını alıp ileten işitme organlarında dış, orta, iç kulak, işitme sinirlerinde bir bozukluk olmaz, ses merkeze kadar iletilir, fakat yinede işitme gerçekleşmez, algılama olmazsa merkezi işitme özrü var demektir. Bu tür işitme özrü olanlar iç kulaktan gelen sesleri algılayamaz.

Karma İşitme Özrü : Yukarıda belirtilen üç tür özürden ikisi ya da üçünün birden bir arada olması sonucu ortaya çıkan özürler karışık işitme olarak adlandırılmaktadır. Yukarıdaki üçten hangisinin derecesi fazlaysa bireyde o türün etkisi daha fazla görülür.

Psikolojik İşitme Özrü : İşitme organlarının yapısı ve işleyişinde bir bozukluk olmadığı halde bazı bireylerde işitme yine gerçekleşmez. Bu gibi durumlar psikolojik işitme özrü diye adlandırılır. Bunun histerik sağırlık, psiko-matik sağırlık diye adlandırıldığı da olur.

Çocuklarda psikotik durumlarda, yetişkinlerde psikonevrozla birlikte görülebilir. Psikolojik işitme özrü çoğunlukla aniden oluşur.

TANIMLAMA – DEĞERLENDİRME

İşitme özürlülerin sınıflandırılması, eğitim gruplarının oluşturulması, eğitim ihtiyaçlarının belirlenmesi, uygun yöntem ve araç seçimi, öğrenciye doğru ve ayırıcı tanı konulmasına bağlıdır. Bu, bir bakıma öğrencinin bütün yönleriyle değerlendirilmesi demektir. Ancak , burada ağırlık çocuğun işitmesinin değerlendirilmesine verilecektir. Diğer değerlendirme yöntemleri başka derslerin konusudur. O konuda pek çok kaynak vardır.

İşitmenin Ölçülmesi

Bireyin işitme duyarlığı çeşitli yollarla ölçülebilmektedir. Bu ölçmelerin bir kısmı özel araçlarla yapılan ölçmelerdir. Diğer bir kısmı öğretmenler için pratik diye adlandırılabilecek yollardır.

İşitölçerlerle (odiometre) Değerlendirme

Bu tür ölçmeler, genellikle insan kulağının işitmelik sınırları içinde sesli uyaranlara onun verdiği tepkiye dayanan dayanmaktadır. Bunlardan bir kısmı objektif ölçmeler diye adlandırılmaktadır. Bu yolla işitme ölçümü için bireye elektrik akımına dönüştürülmüş titreşimler verilir. Genellikle titreşimler iç kulağa iletilir. Bireyin organizmasının tepkileri dikkate alınır. Bu ölçme özel araçlarla kliniklerde yapılabilmektedir. Subjektif denilen yol ise bireye verilen sesli uyarıların birey tarafından alınıp alınmadığını yine bireyin kendisinin bildirmesine dayanan yoldur. Eğitimde daha çok kullanılan yolda budur.

Günümüzde subjektif ölçme, İşitölçer (odiometre ) denilen araçlarla yapılmaktadır. İşitölçer sesleri gerektiğinde sağ, gerektiğinde sol kulağa iletebilecek özelliğe sahiptir. Ayrıca bazı işitölçerler sesi hava yoluyla ilettiği gibi gerektiğinde kemik yoluyla iletebilecek özelliğe sahiptir. Eğitimde kullanılan işitölçerlerin bireysel ve küme olarak uygulanma olanağı vardır.

İşitölçerlerde genellikle arı ton ses kullanılır. Ama konuşma sesini kullanan işitölçerler de vardır.

Öğretmen saati kendinin iyi işiten kulağına yaklaştırır, sonra yavaş yavaş uzaklaştırır. Saatin sesini duymamaya başlayınca uzaklaştırmayı durdurur. Kulağıyla saat arasındaki uzaklığı ölçer. Bu uzaklık kaç cm ise onu ölçü olarak kabul eder. Sonra her öğrencinin iki kulağını, saati önce kulağın dibine tutarak, sonra yavaş yavaş uzaklaştırmak suretiyle öğrencinin duyamadığı yere kadar olan uzaklığı ölçer. Öğretmen kendi kulağını ölçtüğünde bulduğu uzaklıkta saatin sesini duyabilen öğrencileri düzgün kabul eder. Duyamayan öğrencileri işaretler, bunların tıbbi bakıları için çareler arar. Bu deney kesin sonuç vermez ama , bir kuşku olup olmadığını ortaya çıkarma bakımından yararlıdır. Bunun güvenirli olması öğretmenin kulağının iyi işitmesine bağlıdır.

Düzgün duyarlı öğrenciyle kıyaslama : Öğretmen işitme duyarlığı düzgün olduğuna inandığı bir öğrenci ile işitmesinden kuşkulandığı öğrencisini dershanenin bir köşesinde, arkaları kendisine dönük olarak dikiltir. Her iki öğrenciye ellerini arkalarına uzatmalarını söyler. Sonra 1 ile 10 arasındaki sayıları, olağan konuşma sesi ile karışık olarak söyler. Çocuklardan söyleyeceği sayıları parmaklarıyla işaret ederek göstermelerini ister. Böylece bir kaç alıştırma yaptıktan sonra giderek azaltır ve sayıları söylemeye devam eder.

Bu tür yoklamada , eğer her söyleyişte düzgün işittiği bilinen çocuk sayıları doğru gösterir, denen çocuk yanlış işaret ederse onun bir doktor bakısından geçmesi gerek demektir. Bu yolun doğruya en yakın sonuç verebilmesi iki koşula bağlıdır. Birisi düzgün işiten diye kabul edilen çocuğun gerçekten düzgün işitmeye sahip olması, diğeri iki çocuğunda birden ona kadar olan sayıları, kavramış ve bunları parmakla gösterebilecek düzeyde olmalıdır.

Öğretmen gözlemleri : Öğretmen yukarıda açıklanan deneyler yanında , gözlem yoluyla da öğrencilerin işitme duyarlığı hakkında ipucu verebilecek bilgiler toplayabilir. Örneğin, aşağıda belirtiler öğrencinin işitmesinin bakıyı gerektirdiği kanısını verebilir.

I.Fizik görüntüler ve sağlıkla ilgili belirtiler
1. Sık sık kulak ağrısı
2. Kulak akıntısı
3. Sık sık kulak çınlaması, baş ve kulak uğultularından şikayet
4. Bedensel devinimlerde (oturma, koşma,yürüme) denge bozukluğu
5. süreğen soğuk algınlığı
6. Kulak kaşıma


II.Konuşma ve sesle ilgili belirtiler
1. Konuşmada belirli seslerin düşürülmesi yada değiştirilmesi
2. Eklemleme dahil diğer konuşma özürleri
3. Belli sözcüklerde yanlış söyleyiş
4. Devamlı olarak fısıltı halinde veya bağırarak konuşma
5. Konuşmada tek düzelik
6. Benzer sesli sözcüklerin karıştırılması


III.Sınıftaki davranışlarla ilgili belirtiler
1. Dershanede birden oluşan ses değişimlerinin farkında olmayış
2. Motorlu araçların gürültülerine ilgisizlik
3. Radyo, pikap, teyp gibi müzik araçlarını dinlemeye karşı ilgisizlik
4. Sınıftaki tartışmalara karşı ilgisizlik
5. Konuşulanların özellikle bazı sözcüklerin, yinelenmesini isteme
6. Konuşana belirli bir biçimde kulağını verme, bir eliyle kulağını destekleyerek dinlemeye çalışma
7. Öğretmenin yada konuşanın sürekli olarak yüzüne bakarak dinleme yada izleme
8. İşite bilmek için konuşana doğru eğilme yada uzanma
9. Konuşulanları bazen işitip, bazen işitmeyerek insana işine geleni duyuyor işine gelmeyeni duymuyor izlenimi verme
10. İsteklerini meramına anlatmak için gereğinden fazla jest ve mimik kullanma
11. Talimatları yanlış anlama
12. Dikte çalışmalarında olağan dışı yanlışlar yapma
13. Okul başarısında yaşına göre düşüklük
14. Sık sık kulak ovuşturma ve karıştırma
15. Sessizliği seçme
16. Gülmede azlık
17. Okuma güçlüğü


IV.Diğer belirtiler
1. Duraksızlık
2. Sabuklama
3. Sürekli gerginlik ve sinirlilik
4. Seslerin hangi yönden geldiğini kestirememe
5. Yaptığı iş ve ödevin yansıttığından daha zeki görünme

YAYGINLIK

Ülkemizde işitme özürlülerin sayısı kesin olarak bilinmemektedir. Uluslararası bazı oranlar kullanılarak genel nüfus ve çağ nüfusları içindeki yaklaşık sayılar bulunabilmektedir. 1990 genel nüfus sayımına göre 0-6 yaş grubunda 64.988, 7-14 yaş gurubunda 68. 400, 15-18 yaş grubunda 30.780 olmak üzere 164.168 çocuk ve gencin işitme özürlü olabileceği tahmin edilmektedir. Bu sayı az değil kaldı ki, özrün etkisi konusunda değinildiği gibi çocukların aile ve yakınları da bundan etkilenmektedir. Önlem alınmadığı, oranlar aynı kaldığı sürece nüfusumuz arttıkça işitme özürlülerinin sayısıda artacaktır. Bu sorunun üstesinden gelebilmek için alınması gereken önlemler işitmenin korunması konusunda önlem alınmaya çalışılmıştır.


NEDENLER

İşitme Özrünün Nedenleri


İşitme özrü çok ve değişik nedenlerden ötürü oluşmaktadır. Nedenlerden bazıları ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilir. Hatta bazıları coğrafi bölgelere bağlı olarak değişebilmektedir. Bu bakımdan kalıtım ve bazı hastalıklar bir genellik gösterse bile yinede genelleme yaparken dikkatli olmak gerekir. Bir kısım nedenler yaşa göre değişebilir. Öte yandan bilimdeki gelişmeler (özellikle tanım,teşhis,sağaltım ve ilaç alanındakiler) nedenleri zaman zaman değiştirmektedir. (8) nedenler değişik sınıflamalarla açıklana bilmektedir.

Doğum Öncesi Nedenler

Ana baba yada önceki kuşaklarda görünen işitme özrü kalıtsal olarak doğan bebekde de görüle bilmektedir. Bu, genellikle duyusal-sinirsel, merkezi tür işitme özrü olarak görülür.

Gebeliğin ilk aylarında annenin yakalandığı hastalıklar, bebekle anne arasındaki kan uyuşmazlığı, annenin tedavi için aldığı ilaçların türü, dozunun fazlalığı, gebelik süresince annenin uğrayacağı kazalar doğum öncesi nedenler kümesini oluşturmaktadır.

Doğum Anı Nedenler

Doğum anında bir takım etkenler o ana kadar normal bir gelişim gösteren bebeğin işitmesini özürlü hale getirebilir. Erken doğum, geç doğum, güç doğum, doğumu yaptıran doktor yada ebenin yanlış işlemleri, oksijen yetersizliğine bağlı kanamalar doğum anı nedenlerinin başında gelir. Kanamalara bağlı olan işitme özürleri genellikle duysal-sinirsel, bazen de merkezi türden olur.

Doğum anında oluşabilecek bazı çarpmalar, diğer kazalar dış kulakta, iç kulakta zedelenme yapabilir. Böylesi zedelenmelere bağlı işitme özürleri çoğunlukla iletimsel türde olur.

Doğum Sonrası Nedenler

Doğumdan sonra bebeğin gelişimi geçirebileceği hastalıklar uğrayacağı kazalar ve diğer bazı etkiler işitme özrü yaratabilir. Doğum anından itibaren bebeğin yakalanabileceği kızıl,kızamık, menenjit, boğmaca, difteri,kabakulak, ansefadit, grip gibi mikroplu ve ateşli hastalıklar işitme özrü yaratabilir. Dış ve orta kulakta meydana gelebilecek iltihaplanmalar, kulak akıntıları işitme özrü yaratabilir. Hastalıklar için alınan ilaçların- özellikle streptomisin ve diğer antibrin-işitme özrü yapabildiği bilinmektedir. Orta kulakta, kemikçiklerde oluşan kireçlenmeler iletimsel türde işitme türü yaratır. Üzengi kemiğinin oval pencere ile olan temasındaki sertleşme,kaynama “otosclerosis” diye adlandırılan, çoğunlukla yetişkinlerde ender çocuklarda görünen bir tür işitme özrü oluşturur. Başa çarpma, merkezi sinir sisteminde sarsıntı ve zedelenme yapabilecek türde kaza ve travmalar, beyin tümörleri, kulak yolunda çıkacak çıban ve kulağa yabancı madde kaçması, bunları çıkartmak için yanlış girişimlerde özrü yaratabilir. Bireyin duygusal gelişimini etkileyen her türlü durum psikolojik türden işitme özrü yaratabilir.

ÖZELLİKLERİ

İşitmesi özürlü olan bireylerin bazı özellikleri vardır. Bu yetersizliğinden, bireyin diğer özelliklerinden, toplumun tutum ve olanaklarından kaynaklanır. Böyle olunca her işitme özürlü, değişik yerde değişik zamanlarda özellikler gösterebilir. Burada etkiler ile iletişim üzerine durulacaktır.

İşitme Özrünün Etkisi

İşitme özrü önce, doğrudan özürlü olan bireyi etkiler. Tabii özürlünün bulunduğu aile bundan etkilenir. Giderek etki toplumsal özelliğe bürünür.

Bireysel Etki : İşitme özrü, özrün derecesi, oluş biçimi, bireyin diğer özellikleri, yaşadığı çevrenin tutum ve olanaklarına bağlı olarak değişik derecede bireyi etkiler.

İşitme özrü, ilk bakışta bireyin dil ve konuşma gelişimini ve onun iletişim yeteneğini sınırlar gibi görünmektedir. Oysa işitmesi sürekli özürlü olan çocuk,özrün niteliği gereği tüm gelişim ve uyumunu aksatabilecek engelle karşı karşıyadır.hiç bir yetersizlik çocuğun gelişimini erken yada ağır derecede bir işitme özrü kadar etkileyemez. Çocuğun zihin ve iletişim gelişimi, okul başarısı, genel uyumu, bir iş edinmesi, hepten olumsuz yönde etkilenir. İletişim diye adlandırdığımız, anlama, konuşma, okuma, yazma gibi eğitimde ve günlük yaşamda çok önemli olan görevlerini işitme özründen etkilenir.

Toplumsal Etki : İşitme özrü oldukça yaygın görülen, her yaştaki kişinin başına gelebilir bir özür olduğundan toplum için bir sorun olmaktadır. Yazının birinci bölümünde belirttiği gibi genel nüfus içinde işitme özürlülerin oranı % 0.6 dır. Bu oran kullanıldığında 7-18 yaş nüfusu içinde 100.000 kadar işitme özürlü çocuk bulunabileceği ortaya çıkar. Bu çocukları yalnız olarak düşünmek yanlış olur. Aileleriyle birlikte düşünüldüğünde sorunun büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Bu bireylerin, ailelerin psikolojik, sosyal ve ekonomik güçlükleri küçümsenmeyecek boyutlara ulaşmaktadır.

İletişim Özellikleri

İşitme özürlü bireylerin diğer özellikleri birbirine eşit yada benzer kabul edildiğinde, sadece işitme kayıplarından ötürü, sözlü iletişimde bazı özellikleri ortaya çıkar. Bunların hem tanı (teşhis) koyma, hem önlem alma yönünden bilinmesinde zorunluluk vardır. Bu bakımdan burada böylesi bir liste verilecektir.

EĞİTİMLERİ

İşitme özürlülerin eğitimleri belirli bazı alt başlıklarda açıklanabilir. Bunlar gelişmeler, kurum türleri, programlar, kademeler, okul ve öğretmene düşen görev ve sorumluluklardır.

Gelişmeler

İşitme özürlülerin eğitimine ilişkin çalışmalar oldukça eskiye dayanmaktadır. Bu çalışmalar sonucu eğitim önlemlerinde, kurum yöntem ve araçlar yönünden değişme ve gelişmeler olmuştur.

Eskiden sağırlar hor görülürdü. Eğitim önceleri bireysel olarak yapılırdı. 1755 yılında ilk sağırlar ilk sağırlar okulu açılmıştır. Okul Fransa’da Abbe de L’eppee tarafından açılmıştır. İlkin zengin çocuklar için yapılan eğitim sonradan herkes için eğitime dönüşmüştür. Önceler, eğitim öğretmen olmayanlarla yürütülürken bu gün bu alanda yetişmiş öğretmenler tarafından yürütülmektedir. Önceleri, eğitim sağırları konuşturmayı amaçlayan sözlü yöntemle yürütülürken sonradan işaret yöntemi de uygulanmaya başlanmıştır. Şimdilerde sözlü yöntemin doğal işaretlerle desteklenmesi benimsenmektedir. Eskiden eğitime yetişkinlikte başlanırken şimdilerde özrün meydana gelişinden yada farkına varıldıktan sonra başlanması öngörülmektedir.kavramda da bazı değişmeler olmuştur. Sağır, dilsiz, hem sağır hem dilsiz, işitme özürlüler, işitme duyarlılığı ve işitme duyarlılığında bireysel ayrılıklar sırasında bir değişme görülmektedir. Bunda bireysel eğitimden, ayrı sağırlar okuluna; yatılı sağırlar okulundan gündüzlü sağırlar okuluna; normal okul içinde sağırlar özel sınıfından sağır çocuğun normal sınıf içinde işiten arkadaşlarıyla birlikte eğitilmesine doğru bir gelişme görülmektedir.

Türkiye’de sağırlar eğitimi, İstanbul’da 1889’da ticaret mektebi içinde başlatılmıştır. Bina olarak sonradan çok değişen okul önemini gidererek yitirmiştir. 1912’de öğrencileri Darülaceze’ye aktarılmış 1926 yılında bu öğrencilerde İzmir’e gönderilmiş ve okul böylece son bulmuştur. İkinci sağırlar okulu 1923 yılında İzmir’de açılmıştır. Bu okul 1924-1925 yıllarında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlanmıştır. Üçüncü olarak 1944 yılında İstanbul’da dernek tarafından açılan İstanbul Özel Sağır Dilsiz ve Körler okulu görünmektedir.

İzmir’deki okul 1951, İstanbul’daki okul 1953 yılında Milli Eğitim Bakanlığınca devralınmıştır. Böylece 1951 yılından bu yana işitme özürlülerin bu eğitimi Milli Eğitim Bakanlığınca sürdürülmektedir. 1988-1989 ders yılı sonu itibarı ile Türkiye’de 28 sağırlar okulu, 2 ağır işitenler okulu bulunmaktadır. Bu okullarda ilk öğretim düzeyinde öğretim yapılmaktadır. Okulların bazılarında orta sanat kısımları bulunmaktadır. Sözü edilen ders yılında bu okullarda, özel sınıf ve kaynaştırma programına devam eden öğrenci sayısı 6.821 olarak görülmektedir.

İşitme özürlülerin okul öncesi eğitimi maalesef pek yaygınlaşmamış görünmemektedir. Anadolu Üniversitesi bünyesindeki İşitme Engelli Çocuklar Eğitim Merkezi ( İÇEM), Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi; İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Cerrahpaşa Tıp ile Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinde okul öncesi düzeyde eğitim,sağaltım çalışmaları yapan tek okul olarak görülmektedir.

Eğitim Kurumu Ve Tesisleri

Diğer ülkeler ve Türkiye'deki sık görülen uygulamalı,yatılı okul ya da kurum;gündüzlü okul;özel sınıf;yardımcı derslik;gezici öğretmenlik;özel işlik;rehabilitasyon merkezi;işitme ve konuşma merkezi olarak sıralayabiliriz (10).Bunlardan Türkiye’de olanlar daha önce belirtildiği gibi,yatılı okul (sağırlar okulu ve yetiştirme okulu),yatılı okula devam eden gündüzlü öğrencilik,gündüzlü okul,normal ilkokullar içinde özle sınıf,normal sınıflara yerleştirilen özürlülerin sınıfı,rehberlik ve araştırma merkezleriyle üniversite ve hastane kliniklerinde yapılan muayene ve sağlam çalışmalardır.

Eğitim Programlarının Eğitim Kademelerine Göre Ayarlanması

İşitme özürlülerinin eğitimi ülkelere göre bazı değişiklikler göstermektedir.Ama giderek belirlenen eğitim,işitme özürlülerin eğitimini normal eğitime paralel hale getirmektedir.Bizde özürlülerin eğitimi,okul öncesi eğitimi,ilköğretim,ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsamaktadır.

Okul Öncesi Eğitim:Doğuştan ya da okul çağından önce işitme kaybına uğramış olan çocukların resmi okul kaydından önce tabi tutulacaklarını eğitim okul öncesi eğitim olarak adlandırılır.Doğuştan sağır olan çocuklar 3 yaşına kadar olan süreyi evde geçireceklerinden bu dönemde eğitim aileye yönelik olmalıdır.Bu dönemde gezici ya da ziyaretçi öğretmenlik uygulamalarına yer verilmesi gerekir.İşitme özürlü çocuk 4-6 yaş arasındaysa normal okul öncesi eğitim kurumlarında eğitime tabi tutulmalıdır.Gezici öğretmenlik yaklaşımıyla çocuğa ve öğretmenine gerekli özle yardımlar yapılarak çocuk bu dönemde çevresindekilerle konuşarak anlaşabilir hala getirilmektedir.

İlköğretim:İlköğretim 5 yıllık ilkokulu kapsayan birinci kademeyle 3 yıllık orta okulu kapsayan ikinci kademeden oluşmaktadır.İlköğretimin birinci kademesi normallerle olduğu gibi işitme özürlülere de vatandaşlık eğitiminin verileceği yerlerdir.Genel amaçlarla değişik gerekmez.Özel amaçlarda iletişimine ağırlık verilmelidir.En büyük yöntem ve araçlarda olacaktır.
İlköğretimin ikinci kademesine yine ilköğretimin ikinci kademe programı esas alınmalıdır.Ancak lisan,konuşma ve işitme eğitimine ağırlık verilmesi zorunludur.

Orta Öğretim:Bu düzeyde eğitime devam edebilecek durumda olanlara uygun program seçiminde yardım edilmesi önelidir.Lisan çalışmalarında dudaktan anlam,işitme eğitimi ve göze hitabeden araçlar kullanılmasını gibi özelliklere yer verilmelidir.

Yükseköğretim:İşitenlere göre işitme özürlülerin daha azı yüksek öğretime devam edebilmektedir.Bizde 1982 yılından bu yana yüksek öğretime devam eden öğrenciler bulunmaktadır.Yüksek öğrenimde özel eğitim hizmetleri teknik yardım diyebileceğimiz konularda olmaktadır.Konuşma,işitme eğitimi,işitme aracı sağlanması gibi.
Rehberlik çalışmaları bu kademede boş zamanların değerlendirilmesi,iş ve meslek seçimi,çocuk yetiştirme gibi konulara yönelik olmalıdır.

Okul Sonrası:Hayata atılmış işitme özürlü bireylerin hayata eğitimlerine devam edilmesi gerekmektedir.Bu gruba girenlerin yaygın eğitime olan gereksinimleri normalden fazladır.Gece eğitimi yoluyla yetişkin sağırlar iş ve meslekleriyle ilgili olarak sürekli biçimde bilgi tazeleme etkinliklerine tabi tutulmalıdır.İş ve meslek değiştirme zorunda kalanlar için hizmet içi eğitimle birlikte özel eğitim de gerekir.


Özel Eğitim Yöntemleri
İşitme özürlü çocukların bu özürlerine bağlı olarak görülen ayrıcalıları daha çok iletişim kolaylıklarındaki kayıplardır.Bu bakımdan işitme özürlülerin eğitimlerinde iletişim becerileri kazandırmak ön plana çıkmaktadır.Bunu sağlayabilmek için kullanılan yöntemler üç kümede görülmektedir.Bunlar; sözlü (oral) yöntem, işaret (manuel) yöntem, tüm iletişim yöntemidir.Sözlü iletişim yöntemiyle tüm iletişim yönteminin birleştiği yanları çoktur.Bizim okullarımızda sözlü iletişim yönteminin uygulanması yönetmelik ve program gereğidir.Bu bakımdan burada çocuğu çevresinde konuşulan dili daha iyi anlar,konuşarak meramını anlatabilir hale getirmek için uygulanan sözlü iletişim yöntemlerinin belirli kısımları üzerinde durulacaktır.Bunlar işitme eğitimi,dudaktan anlama,konuşma eğitimi ve ses eğitimidir.

İşitme Eğitimi:İşitme eğitimi çocuğun işitme kalıntısını en iyi biçimde kullanılabilir hale gelmesini sağlamak için yapılan etkinliklerdir.Akustik eğitimi,ses eğitimi diye adlandırıldığı da olur.Fakat giderek eğitimciler işitme eğitimi deyimini daha çok kullanmaktadır. Çevremizde çok değişik sesler vardır.İşitme duyarlılığı normal olanlar bu seslerin farkındadır ve o sesleri birbirinden ayırt edebilmektedir.İşitme özürlü olanlar bu bu seslerden özürlülerin ağırlık derecesine bağlı olarak yararlanma olanağından yoksun kalmaktadır.Onların bu eksikliğini eğitim yoluyla azaltmaya çalışmak gerekir. İşitme eğitiminde çocuğa kazandırılacak ses ayırt etme becerisini üç kümede toplanabilir.Kaba sesler,müzikal sesler,konuşma sesleri.
Kaba sesler diye adlandırılan çocuğun evde her gün evde,okulda,sokakta duyacağı seslerdir.Gök gürültüsü,rüzgar sesi,yaprak hışırtısı,hayvan bağırtıları gibi doğada oluşan seslerle makine alet ve araçlardan çıkan seslerdir.
Günlük yaşantımızda,radyo,televizyon,pikap gibi araçlar yoluyla yayılan müzik önemli bir yer tutar olmuştur.İşitme özürlü çocuklarda müzikten hoşlanır ve ondan yararlanacak hale getirilmelidir.Onlar müziğin ritmini ayırt edebilir ve o yolla müziği izleyebilirler.
Konuşma seslerinin farkında olmaları ve ayırt edebilmeleri kuşkusuz çok önemli.Çocuk konuşma dilimizdeki ünlü,ünsüz sesleri birbirinden ayırt edebilir hale gelince konuşmaları daha iyi anlar ve bu sesleri kendisi daha doğru çıkarabilir hale gelir.Konuşma seslerini çocuk değişik ortamlarda ayırt edebilir hale gelmelidir.Devamlı sessiz ortamda yapılan işitme eğitimiyle bazı sesleri ayırt edebilir duruma gelen çocuk biraz gürültülü bir ortamda aynı seslerle karşılaşırsa ayırt etme güçlüğü çeker.Günümüzde gürültüyle savaştan söz edilse de ortam giderek gürültü ortamı olmaktadır.Çocuğu bu doğal koşullara göre eğitmek gerekir.

İşitme eğitimi yapılırken uyulması gereken bazı kurallar ve ilkeler vardır.

Bunlar:

1. İşitme özürlü diye bilinen her çocukta bir işitme kalıntısı vardır ve ondan yararlanılabilir.
2. İşitme kaybı ne denli fazla olursa olsun her çocuk işitme eğitimine başlamalıdır.
3. İşitme eğitimine olanakların el verdiği oranda erken başlanmalıdır. İşitme özrünün farkına varıldığı zaman eğitime başlama zamanı olarak kabul edinilmelidir.
4. İşitme eğitiminin planlanması ve uygulanmasında bireyselleştirmeye özen gösterilmelidir. Birbirinin aynısı işitme eğrisi veren çocuk bulmak güçtür. Bu iki çocuğun diğere etmenlerden ötürü işitme eğitiminden yararlanma dereceleri farklı olacaktır. Bunu yeterince dikkate alabilmek için çocuğun iyi tanınması gerekir. İşitme ölçümleri belirli aralıklarla yinelenmeli, işitme eğrileri yinelenmelidir.
5. işitme eğitiminin kulak yoluyla yapılması temel sayılırsa da diğer durumlarla desteklenmesinde yara vardır.
6. İşitme eğitiminin küçük çocuklarda oyun biçiminde, yaş ilerleyip okula başlayınca ünite ve diğer okul çalışmalarına bağlı olarak ele alınıp yürütülmesinde yarar vardır.
7. İşitme eğitiminde çocuklara genellikle okul, öğretmen tarafından planlanan seslerin verilmesi olağansa da ara sıra çocuklara kendi istedikleri sesleri dinleme, duyma fırsatı verilmelidir. Hatta bu bazen yaratılmalıdır.
8. Çalışmalara önceleri doğa yada araç sesleri ayırt etme biçiminde olunmalı, sonradan konuşma seslerine geçilmelidir.
9. Doğal seslerden en iyi biçimde yararlanma fırsat ve olanakları kollanmalıdır. Bir uçağın ani geçişi, tren, korna sesi, gök gürültüsü, zil çalma sesi, çaydanlığın kaynaması, ustaların tıkırtısı, her türlü makineden çıkan seslerin oluştuğu anda yaralanılması yararlı olur.
10. Seslerden doğal olarak yararlanma olanağı bulunmadığında, sesin depolanma özelliğinden yararlanılmalı. Bantlar, plaklar bu amaçla biriktirilmeli, yeri geldiğinde kullanılmalıdır.
11. Yardımcı işitme araçlarından yararlanılmalıdır. Hangi çocuğun hangi tür işitme aracından yararlanabileceğini ilgili uzmanlar saptar. Fakat bu okulda, merkezlerde en verimli biçimde kullanılmasında uzman ve öğretmenin görevi büyüktür.
12. Yardımcı araç çok bol kullanılmalıdır. Teyp, pikap, trampet, davul, tef, zil, boru, kaval, maşa, düdük, piyano, diyapozon, megafon, mikrofon, video ve benzeri araçlar burada sayılabilir.
13. İşitme eğitimi etkinlikleri okullarda önceleri ayrı bir etkinlik olarak ele alınmalıdır. Sonraları çalışmalar ünitelere ve diğer derslere bağlantılı olarak yürütülmelidir.

Dudaktan Okuma

Dudaktan anlama, sözlü iletişim durumunda, işitme özürlünün işitme duyusu desteği dahil olmak üzere kaynağın konuşmasını, ağız, yüz devinimleriyle jestlerinden anlamasıdır. Bazen duddaktan okuma, konuşulanı okuma diye adlandırılmaktadır. İşitme özürlülerin iletişim becerilerinde, özellikle alıcı niteliklerini geliştirmek için dudaktan anlamaya yer verilmesi gerekmektedir. Dudaktan anlama sürecinde en az iki kişi bulunur. Bunlardan biri konuşandır, diğeri ise dinleyendir. Dudaktan anlama sürecinde üç ana öğe bulunur. Bunlar; beden, zihin ve psikolojik öğe olarak adlandırılır. Beden öğesi konuşanın ağız, dinleyenin gözle görme durumunu kapsar. Kaynak ve alıcının yukarıda belirtilen öğeleri iletişimi sağlamaya uygun ve ikisi arasında uyum varsa dudaktan anlama daha kolay ve etkili olur. Zihin öğesi dinleyenin gözle izlediği devinimleri zihninde tamamlayarak bir anlam bütünlüğü sağlamasıdır. Bu bakımdan işitmesi özürlü olan bireyin zihin gücü ve algılama yeteneği önemlidir.
Psikolojik öğe konuşanın ve dinleyenin dudaktan anlamaya karşı genel tutumuyla, dudaktan anlama etkinliği anındaki tutumunu kapsar. Kaynak ve alıcının dudaktan anlamaya karşı tutunu, genel olarak olumlu, yani dudaktan anlamayla iletişim sağlanabilir, inancında olur ve konuşma anında olumlu tutum içinde bul8unurlarsa sonuç verimli olur.
Bu üç öğeyi işitme özürlülerin eğitimiyle uğraşan bireylerin sürekli olarak akıllarında tutması gerekir.

Dudaktan anlama etkinliği için dikkat edilmesi gereken birkaç noktanın sıralanmasında yarar vardır.
1. Dudaktan anlama öğreniminde olanakların el verdiği oranda erken başlamak gerekir. Doğuştan özürlü olanlarda bu daha önemli hale gelir.
2. Dudaktan anlam çocuğa belli bir sözcük dağarcığı kazandırmayı amaç edinmelidir. Sözcük dağarcığı çevreye, çocuğa ve zaman göre bazı farklılıklar gösterebilir.
3. Dudaktan anlama sürekli bir etkinlik olarak düşünülmelidir. Yaş, zaman, ders yada etkinliklerle sınırlı tutulmamalıdır. Bütün öğretim etkinliklerinde dudaktan anlamaya yer verilmelidir.
4. Dudaktan anlama yerle sınırlı tutulmamalıdır. Evde, dershanede, sokakta, çocuğun yaşamının geçtiği her yerde dudaktan anlama yer alır. Yemek, oyun, gezinti, alışveriş, misafirlik, yatağa girme bunlardan bazılarıdır.
5. Dudaktan anlamada çocuğun konuşanın yüzünü iyi görmesi esastır. Küçük yaşlardaki çocuk ve bebeklerde yapılacak çalışmalarda büyükler fırsatlardan yararlanarak bunu sağlamaya çalışmalıdır. Çocuğa büyüdükçe buna kendisinin de dikkat etmesi gerektiği öğretilmelidir. Çocuk konuşanın yüzünü en iyi görebileceği yeri bilmeli ve konuşmayı oradan izlemeyi alışkanlık haline getirmelidir. Gerektiğinde çocuk konuşandan yüzünü daha iyi görünebilir duruma geçmesini rica edebilmelidir.
6. Dudaktan anlamada çocuk konuşanın ağız ve yüz devinimlerini hep aynı açıdan görmemelidir. Bunun yerine konuşanı değişik açıdan izleme beceri ve alışkanlığını kazanmalıdır. Bunu önceleri büyüklerin dikkate alması, giderek çocuğa bu alışkanlığın kazandırılması gerekir.
7. Dudaktan anlamada konuşan kişi normal konuşmaya özen göstermelidir. İşitme özürlü konuşuyorum diye konuşma hızını, sesini, ağız devinimlerini abartmamalıdır.
8. Dudaktan anlama etkinliklerinde çocuk değişik kişilerle karşı karşıya getirilmelidir. Konuşan bireyler aynı şeyi konuşsalar bile değişik ağız devinimleriyle ve değişik hızda konuşurlar. Çocuk hep aynı kişilerin konuşmasını anlamaya alışırsa değişik kişilerle karşı karşıya kaldığında onları anlamada güçlükle karşılaşır.
9. Dudaktan anlama görme kanalını kullanmaya dayalıysa da diğer duyularla desteklenmesi, en azından bir “hazır oluş” oluşturma yönünden gereklidir. Çocuğa nesneleri, resimleri, renkleri, büyüklükleri, biçimleri, yapıları, tatları, kokuları, tanıtmaya yarayan etkinliklerde çocuğun olabildiği kadar çok duyusunu etkin kılmanın çareleri aranmalıdır.
10. Dudaktan anlama çok güç bir iştir. Öğretmen, ana baba ve çocuklarla ilgili ve ilişkili yetişkinler bunu akıldan çıkartmamalıdır. Bunlardan biri konuşma seslerinin hepsinin iyi görüntü vermemesidir. Görüntü daha çok ağzın ön kısmında ve dudakların belirgin devinimleriyle oluşan seslerde yakalanabilir. Ağzın gerisinde oluşan sesleri dudak devinimlerinde yakalamaya çalışmak biraz boşunadır. Bazı sesler daha önce bir yerde değinildiği gibi birbirine benzer görüntü verirler. “p”, “b”, “m” seslerini birbirinden ayırmak kolay değildir. Konuşma dilimizde böyle seslerin sayısı az değildir. Bir başka güçlük kaynağı, ağzın devinim hızıyla gözün görüntüleri yakalayabilme hız arasındaki farktır. Düzgün konuşmada ağız saniyede 13 ses devinimi yapar. Göz ise saniyede 8.9 bazen 10 devinimi yakalayabilir. Bu demektir ki göz konuşmada ağız devinimlerinin 13'te 8’ini yakalayabilmektedir. Yani oran aşağı yukarı ¼ tür. Bu orana seslerin devinimlerindeki belirsizlik ve eş görüntüyü de eklersek dudaktan anlamanın güçlüğünün bir boyutu ortaya çıkar. Konuşan bireyler arasındaki konuşma farklılıkları da hesaba katılırsa güçlük daha iyi canlanır.

Dudaktan anlama öğretiminde üç değişik yöntem kullanılmaktadır. Bunlardan biri (fonetik) sesçil yöntemdir. Sözcüklerin ayrı ayrı sesçil kurallarına göre tanıtılır. İkincil yöntem bütün yada tümce yöntemi diye adlandırılır. Dudaktan anlamayı doğal konuşma içinde öğretmeye çalışır. Üçüncü yöntem seslerin görünenlerini öncelikle ele alıp onlarla, hece, sözcük sonra tümce kurmaya geçen bir tür birleştirme ya da karma yöntemidir.

Ses Eğitimi: İşitmesi özürlü olan bireylerin sesleri özürlerinin derecesi, özrün oluş zamanı ve eğitim durumuna göre değişmekle beraber, normal işitme duyarlılığına sahip bireylerinkine pek benzemez. Bu bakımdan işitme özürlü çocuklara konuşma öğretimi ile birlikte ses eğitimi de yapılmaktadır. Onların çıkardığı sesin yaş, cins ve beden yapılarına uygun biçime dönüştürülmesi gerekir. Ses bozuklukları kısmında verilen yöntemler burada verilen işitme eğitimi yöntemiyle birleştirilerek, ses eğitimi çalışmaları planlanıp yürütebilir.

Eklemleme Eğitimi: Dilimizin elliden fazla sesi vardır. Bu seslerin her birinin düzgün olarak çıkarılıp birbirine eklenmesiyle sözcükler oluşur. İşitme özürlü çocuk bunu yapamadığı için konuşma gerçekleşmez. Dilimizin seslerini doğru olarak çıkarıp birbirine uygun biçimde ulaşmasını öğretmek gerekir. Bunun yapılmasına da eklemleme eğitimi denir. Bunun için konuşma özürlü çocuklar ve eğitimleri ile işitme engelliler eğitimi kaynaklarına başvurulabilir.

Konuşma Öğretimi: işitmesi özürlü olan çocuğu çevresindekilerle ana dilini kullanarak iletişim kurabilir duruma getirmek için onun verici yanında ele alınması gerekir. Yukarıda sözü edilen iletişim eğitimi ve dudaktan anlama sadece çocuğu daha iyi alıcı duruma getirmeye yardım eder.

Çocuğun konuşabilmesi için ana dilinde kullanılan sesleri çıkarabilmesi, onlardan sözcük ve tümce oluşturabilmesi gerekir. Konuşma öğretiminde izlenecek yol düzgün çocuğun konuşma gelişimine uygun basamakları izlemektedir. Yani konuşulanları duyacak, öykünecek, heceler, sözcükler çıkaracak, sözcüklere anlam verecek, kısa tümceler söyleyecek, ondan sonra uzun tümceler söyleyecek hale gelecektir. Daha sonra okulda kazandırılan ana dili çalışmalarına geçecektir. İşitmesi özürlü çocuk hangi yaşta eğitime alınırsa alınsın bu sıraları izlemesi gerekir. Çocuğun durumu ve özelliğine bağlı olarak bu dönemlerin geçirilme süreleri uzayıp kısalabilir.

Konuşma öğretiminde çocuğa günlük yaşamında en çok gerekecek konuşma kalıplarının saptanması ve onlara yer verilmesi gerekir. Çocuk sabahleyin evinde kalkınca ana babasıyla diğer yakınlarıyla neler konuşur. Okulda öğretmenleriyle ve arkadaşlarıyla neler konuşmak zorundadır. Bunlar saptanır, en çok gerekenler, en kolay olanları dikkate alınarak bir sıralama yapılırsa konuşma öğretiminde büyük kolaylık sağlanmış olur. Bu konu daha önce bir özür türü için öz esas konuşma kalıpları adıyla ele alınmıştı. Bu arada da aynı şeyden yararlanılabilir.

Okula ve Sınıf Öğretmenine Düşen Görevler

İşitme özürlü çocukların eğitim hakkı vardır. Okullarımıza düşen görev onların bu haklarını kullanmada onlara yardımcı olmaktır. Zaten 2916 sayılı Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar Kanunu 8. maddesiyle her derecede okul yönetimine bu tür öğrencilerin hiç bir ayrım yapmadan okula kaydedilmesi zorunluluğu getirilmiştir. O halde okul yönetimine düşen ilk görev, okuluna baş vuran işitme özürlü çocuğu okula kaydetmektir. Tabii bu kayıt işitme özürlü dışındaki koşulların uygun olmasına bağlıdır.

Okula böylesi bir öğrenci kaydedildiğinde okul yönetimi bu öğrenciye uygun eğitimi nasıl yürütebileceğini düşünmesi gerekmektedir. Bu konuda ilçe yada ildeki rehberlik ve araştırma merkezinden sağırlar okulundan gerekli bilgiyi alabilirler. Okulda bir den fazla şube var sa bu öğrenciyi en uygun şubeye yerleştirmek önemlidir. Okulda özel sınıf yada normal sınıflara yerleştirilmiş işitme özürlü öğrenci varsa yönetim bu sınıflara gereken özeni ve yardımı esirgememeli ve olumsuz bir tutuma girmemelidir.

Sınıf Öğretmenine Düşen Görevler

İşitme kaybı az olan öğrenciler sınıflarda daima bulunabilir.işitme kaydı fazla olup sağaltıma devam eden öğrencilerde normal sınıflarda bulunabilir. Bu bakımdan dersliklerde ve sınıflarda bu gibi öğrencilerin eğitim ve gelişimleri ne uygun önlemler alınmalıdır.

İşitmesi özürlü olan öğrenciler öğretmeni tarafından zamanında fark edilmez ve gereken önlem alınmazsa bu çocuklar işitme özrünün yanında birtakım uyum güçlükleri geliştirebilirler. İşitmesi özürlü olan çocuk bu özrünü gizlemek için yalnızlığı yeğler. Sınıf içinde geçen konuşma, tartışma soru ve direktifleri anlayamayabilirler. Bu anlamayış onu alay konusu haline getirebilir. Kendisine gülündüğü yada alay edildiğinde onun tepkisi değişik olabilir. Öğretmen bunları dikkate alarak sınıfta bazı önlemler almalıdır.
Öğretmen bu gibi öğrencilerine uygun oturma yeri sağlamalıdır. Sınıfta önemli ve sürekli çalışmalar nerede yapılıyor, öğretmen en çok nerede bulunuyorsa çocuk oraya en yakın ve orayı en iyi görebilecek bir yere oturtturulmalıdır. Sınıf içindeki çalışmalar zaman zaman değişeceğinden çocuk gerek duyduğunda sınıf içinde en iyi duyma ve görme yerini kendisi seçebilmeli, oraya gitmesi için serbestlik tanınmalıdır.
İşitmesi özürlü çocuk sınıfta yokken sınıfta onun problemi anlatılmalı, arkadaşları bu konuda uyarılmalıdır. İşitme özrü olan çocuk sınıftaki her türlü etkinliğe katılmalıdır. Kümeler girebilmesi için gereken beceriler ona kazandırılmalıdır. Öğretmen sınıfa topluca soru sorduğunda işitme öz&uum

0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-