-

Soğuk Savaşa Geçiş Dönemi güç dengeleri

10 Mart 2012 Cumartesi yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar

1) Soğuk Savaşa Geçiş Dönemi(1945-1947)

İkinci Dünya Savaşından Sonra Güç Dengesi
"İkinci Dünya Savaşından sonra uluslararası politikanın yapısı başlıca dört gelişme nedeniyle radikal bir değişme göstermiştir: Geleneksel güç dengesinin merkezi ve en önemli öğesi olan Avrupa'nın ve Avrupa devletlerinin savaşta büyük tahribata uğramaları; Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin "Süper Devletler" olarak ortaya çıkması; termonükleer silahların geliştirilmesi; dünyanın çeşitli bölgelerindeki ulusalcı hareketlerin "Avrupa İmparatorluklarına " karşı ihtilalcı tutumları.
Kızıl Ordu savaş sırasında işgal etmek olduğu Doğu ve Orta Avrupa'dan kolayca çıkmayacağını, hatta baskısını Batı yönünde attıracağını savaştan sonraki tutumu ile ortaya koymuştu. Amerika tam bir yalnızcılık politikasına dönmeyeceğini, Sovyet girişimlerine karşı cephe alacağını belli etmişti.Böylece, savaş içinde kader birliği yapan, savaş sonrası dünyasının bu iki büyk devleti arasında başlayan çekişme, günümüze değin süregelen yeni uluslararası sistemin ana temasını oluşmuştur. Bu ikili çekişme ve kutuplaşma nedeniyle, savaşlardan sonra yenenlerle yenilenler arasında daima yapılmış olan barış antlaşmalarının imzalanması bile olanaksızlaşmıştır; bunun tek istinası, 1947 yılında İtalya ile yapılan barış antlaşmasıdır."

İKİ KUTUPLULUK
Avrupa'nın bir güç merkezi olarak dünya politikası sahnesinden çekilmesinden sonra, dünya en az yirmi yıl kesin çizgiyle ABD ve Sovyetler Birliği'nin çevresinde " iki kutuplu " bir nitelik kazandı." İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler Almanyası ile Mussolini İtalyasını dize getiren güçler İngiltere ya da Fransa değil, ABD ile Sovyetler Birliği'ydi.Savaş sonrasından 1970'lere kadar uluslararası ilişkilerin tarihini, bu iki karşıt ideolojiye bağlanmış ABD ile Sovyetler birliği'nin yeryüzünde etki kurmak için gösterdikleri çabaların öyküsü olarak nitelemek gerçekçi bir genelleme olacaktır.Savaştan her bakımdan yıkık çıkan Avrupa devletleri bu iki " süper" devletin çevresinde kümeleneceklerdir."Böylece ortaya "iki kutuplu" bir denge çıkmıştır. "Soğuk Savaş " diye kısaca adlandırdığımız bu yeni durum, etkisini yirmi yıl kadar sürdürmüştür. Bugün bile tüm belirtilerinin ortadan kalktığını söyleyemeyiz.
Bu iki kutuplu denge, yeni karşılaşılan bir olgu değildir".Onsekizinci yüzyılda İngiltere ile Fransa, 1890 ile 1914 yılları arasında Üçlü İttifak ile Üçlü İtilaf ve 1945 ile 1990 arasında ABDile Sovyetler Biriliği arasında olagelmiştir.Tarih boyunca iki kutuplu denge,iki güçlü devlet ve bu devletler çevresinde kümelenen küçük devletleri gerektirmiştir."


"Kutupluluk, uluslararası sisteme kaç blok ya da devlet kümesinin etki yaptığıdır. Bu dönemde ise büyük ve orta büyüklükteki devletlerin hemen hemen hepsi iki blok içinde toplanmış durumdadır."
"İki kutuplu sistemin , uluslararası hukuk ve kurallara tam uyularak yönetimi ve düzenlenmesi çok zordur.Bütün bağlantısız devletler bir araya gelseler bile, her iki kampa etkide bulunamaz, çözümler kabul ettiremezler. Resmi olmayan düzenleyiciler olarak iki blok, birbirlerini denetlerlel, karşı tarafın gücünü güçle dengelemye çalışırlar.İki kutuplu sistemin avantajı, bozucu davranış ve bu davranışın yol açtığı sonuçların kolaylıkla görülüp tedbir alınabilmesidir."
İşte İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem bize iki kutuplu sistemi tüm nitelikleriyle anlamamızı sağlayacaktır.Bu dönemdeki gelişmeler de bu çerçeve içinde değerlendirilmektedir.

1945'ten Sonra Kutuplaşmaya Neden Olan Olaylar
İkinci Dünya Savaşı, 1945 Mayıs ayında Avrupa'da, Eylül ayında da Asya'da sona erince,bu kıtalardaki güçler dengesinde büyük boşluklar meydana geldi.Unda, yenilen Almanya, İtalya ve Japonya'nın yanında, galip devletlerden olan savaş öncesinin güçlü devletleri İngiltere ve Fransa'nın da savaştan büyük ölçüde yıpranmış olarak çıkması önemli rol oynadı. Bu devletlerin kendilerine gelebilmeleri için uzun yıllara gerek vardı. Bu bakımdan savaştan sonra, Avrupa'da Almanya'nın, Asya'da Japonya'nın yerini tek başına dolduracak bu kıtalardan devlet bulunmamaktaydı. Savaştan sonra güçlü olarak ayakta kalabilenler ise, siyasi ve ekonomik doktrinleri birbiriyle çatışan, Avrupa'ya göre iki kenar devlet, yani ABD ile Sovyetler Birliği idi.Bunlardan ABD, Birinci Dünya Savaşından sonra olduğu gibi,yeniden kıtasına çekilip olayları uzaktan izleme eğilimi içindeydi. Sovyetler Birliği ise yayılma isteğindeydi.
Bu sırada, savaş sonunda barış ve güvenliğe kavuştuklarını sanan, barışı kurmak ve korumak için kurdukları Birleşmiş Milletler Örgütü'ne güvenen Batı Devletleri, altı yıl süren savaşın kamuoylarında meydana getirdiği yük ve bıkkınlığın da etkisiyle,silahlı kuvvetlerin tamamına yakınını terhis ettiler.Buna karşılık Sovyetler, büyük ve güçlü ordularını daha da takviye etti, savaş sanayiini çalıştırmayı da hızlandırdı.Bu da, Batılı Devletler ile Sovyetler arasında bir dengesizlik meydana getirdi.
"Sovyetler Birliği ile Batı Avrupa arasındaki bu dengesizlik, askeri alanda olduğu gibi, sanayi alanında da Sovyetlerin açık üstünlüğü şeklinde bulunuyordu.Bunların yanı sıra, uygulamasına yöneldiği yayılma politikasıyla Sovyetler, Batı Avrupa için endişe kaynağı haline gelmekteydi. Böylece, savaştan sonra, Avrupa için endişe kaynağı haline gelmekteydi. Böylece, savaştan sonra, Avrupa'da istediği gibi hareket edebilecek tek devlet olarak Sovyetler Birliği kalmış oluyordu."
Bu dönemde Sovyetler Birliği'ne karşı koyabilecek tek devlet ise sonunda kendi kamuoyunun etkisiyle, yeniden kıtasına çekilme politikasına dönme eğilimindeydi. Bu düşünce de, o günlerde dünyanın tek atom gücüne sahip olan bu devleti, hareketsiz hale getirmiş bulunuyordu.
İşte bu durumdan da yararlanmak isteyen Sovyet Rusya, savaş sırasında kendi işgali altına geçen Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini paylaştırırken, diğer yandan Türkiye, Yunanistan, İran üzerinde etkisini geliştirmek için baskıya ve isteklerde bulunmaya, Uzakdoğu'da da Çin'de girişimlerde bulunmaya başladı.Bunlar ise, karşı ittifaklara yol açtığı gibi, dünyayı yeni bir bloklaşma dönemine sürükleyen başlıca etkenler oldu.

Avrupa'da Kurtulma ve Bölünme
1.Postdam Öncesi Gelişmeler
a)ABD ile Sovyetler Birliği Arasındaki Anlaşmazlıklar
"Savaş sırasında Avrupa'yı ilgilendiren kararlar üç büyük devlet tarafından alınmıştı.Böylece savaş sonu Avrupasının toplumsal ve siyasal yapısı büyük ölçüde onlar tarafından belirlendi.Bu noktanın iyi bilinmesi, Avrupa'da savaş sonrası gelişmelerinin anlaşılmasında son derece önemlidir.ABD'nin ekonomik, Sovyetler Birliği'nin iskeri gücüne sahip olmayan İngiltere'nin zayıflığı savaş sonrasında açıkça ortaya çıktı ve böylece iki büyük devlet Avrupa'ya biçim verdiler.
Savaş stratejisi konusunda İngiliz-Amerikan ilişkilerinde pek bir pürüz ortaya çıkmamışsa da aynı şey Sovyet-Amerikan ilişkileri için söylenemez.Sovyetler Birliği, ABD'den savaş içinde büyük miktarda Ödünç Verme ve Kiralama yardımı aldı.Ama yapılan yardımın 1945 Mayısında aniden kesilmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulacağının en erken habercisiydi.Stalin, savaşın ortasında ekonomik yardımın yeterli olmadığını ve batıda ikinci cephenin aç olması gerektiğini söylüyordu.Bu cephenin erken açılmamasını ABD'nin art niyetine, bu devletin Almanya ile anlaşıp Hitler'i Sovyetler üzerine saldırtmak istemesine bağlıyordu.İkinci cephe açılıp her iki ordu da Avrupa'nın ortasına doğru ilerlerken bile, ABD ile Sovyetler arasında gerçek anlamda eşgüdümlü bir askeri planlama yoktu."
"Sovyetler Birliği ile Batı arasındaki ilişkilerin denendiği ilk yer Polonya oldu.Roosevelt ile Churchill, Stalin'in Baltık ülkelerini bırakmayacağını, bazı Fin topraklarını ilhak edeceğini ve Doğu Prusya toprakları konusunda direteceğini tahmin ediyorlardı.Onları asıl düşündüren, Sovyetler Birliği'nin Polanya'daki niyeteydi.Hatırlanacağı gibi, İngiltere'yi 1939'da savaşa sokan Polonya'nın savunulmasıydı.Londra'daki Polonya hükümetinin 1920 Sovyet-Polonya savaşından sonra saptanmış bulunan Polonya'nın doğu sınırında ödünsüz ısrar etmesinin de gerçekçi olmadığını anlamışlardı.Böylece bir ısrar Sovyet-Batı ilişkilerini tehlikeye düşürebileceği gibi kurulması planlanan Birleşmiş Milletler'e Sovyet desteğini kötü yönde etkileyebilirdi."
b) Churchill ile Stalin arasında " Yüzdeler Anlaşması "
" Tarihte " Yüzdeler Antlaşması " diye geçen bu antlaşmada, Churchill ve Stalin arasinda 1944 Ekim'inde gerçeklesen ve amaci Dogu Avrupa'da etki alanlarinin kesin olarak saptanmasi olan anlasmayla Ingiltere ve Rusya Dogu Avrupa'da sahip olacaklari üstünlügü yüzdelerle belirlemislerdir. Macaristan'da Ingiltere %50, Sovyetler %50, Bulgaristan'da %25, %75; Romanya %10, %90; Yugoslavya'da %50, %50; Yunanistan'da %90, %10, Churchill'in anilarindan yazdiklarinda anlasildigina göre, bu anlasma o andaki savas durumu düzenlemesiydi ve imzalanacak olan baris antlasmalarinda degisikliklere açikti. Gerçek ne olursa olsun, böyle bir düzenlemenin savas sonrasi gelismelerini etkileyecegi açikti ve öyle de oldu. Sovyetler Birligi Dogu Avrupa ülkelerinde askeri üstünlügünü sonuna kadar kullanirken, Yunanistan'a karismadi ve Ingiltere, Yunan iç savasinda kralci hükümete tam destek verirken, Yunan komünistlerine dogrudan yardim yapmadi.
İşte hemen savaş sonrasının bu karar ve gelişmeleri, Avrupa'nın, komünizmin kıtada çökmesine kadar süren, bölünmüşlüğünü başlatmıştır.Bu kararlar , Batı'nın Doğu Avrpa'daki gücünün sınırının ve bölgedeki Sovyet üstünlüğünün gerçekçi bir değerlendirmesidir."
c) Almanya Üzerindeki Anlaşmazlık
"Müttefiklerin politikalrındaki asıl fark, daha doğrusu dayanışma denemesi, Almanya'da ortaya çıktı. Almanya'nın savaş içinde Fransa'daki politikası, İngiltere'ye hava saldırısı ve Sovyetler'e karşı giriştiği savaş, Müttefiklerin Almanya'ya karşı tutumlarının saptanmasını kolaylaştırmıştır. Böylece, daha savaş içinde, Almanya'nın silahsızlandırılacağı, Nazilerden arındırılacağı kararlaştırılmıştı.Stalin, Almanya'nın yeniden güçlenmesini önlemek amacıyla, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa'nın Almanya'ya karşı tutumundan çok daha sert bir tutum içindeydi. Almanya'nın şu ya da bu biçimde parçalanması ve böylece Birinci Dünya Savaşı'nda yapılan hatanın tekrarlanmaması, en önemli Müttefik amaçlarından biri oldu. Daha 1941 Eylül'ünde, Stalin tamirat sorununu ortaya atmıştı. 1919 yılından sonra tazminat sorununu ne denli güçlüğklere yol açtığını hatırlayan İngiltere, bu tamiratın para yerine eşya ile ödenmesi konusunda Sovyetlerle anlaştı. Ayrıca Almanya'nın kayıtsız şartsız tesliminden sonra, ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği'nin temsilcilerinden kurulu bir " Müttefik Denetim Komisyonu " nun Almanya'nın yönetimini ele alması da kararlaştırılmıştı."
Tüm bu nedenlerle, 1943 Tahran doruk toplantısında bu genel konularda anlaşmaya varmak kolay olmuştu, ama hala Almanya'nın nasıl parçalanacağı ve Müttefik işgalinin nasıl örgütleneceği konularında kesin karar verilmemişti. İşgal bölgeleri en sonında Yalta Konferansı'nda belirginleşip kabul edildi. Sovyetler Birliği Almanya'nın doğu bölgesini, İngiltere kuzeybatısını ve ABD güneybatı bölgesini işgal edeceklerdi. Sovyet işgal bölgesi içinde kalan Berlin de aynı biçimde işgal bölgelerine ayrılacaklardı. Ancak Batılıların Berlin'e nasıl geçecekleri Yalta'da belirlenmedi. Bu konu Müttefikler arasında ilişkiler bozulunca büyük sorun çıkaracak, Batılılar ile Sovyetler Birliğini bir çatışmanın eşiğine kadar getirecekti.
Potsdam Konferansı, 1945
II. Dünya Savasi sonlarina dogru Müttefik devletlerin yaptigi son konferansdır. Konferans, Prusya devletinin kraliyet merkezi olan Potsdam'da yapildi. Konferansa ABD'den Baskan Truman, Ingiltere'den Basbakan Winston Churchill (Konferans sürerken yapilan seçimlerde Churchill iktidardan düstü ve Attlee yeni Basbakan olarak Potsdam konferansina katildi) ve Sovyetler Birligi'nden Stalin katilmistir.
"Temmuz 1945'te baslayan Konferans, tarihin en büyük zaferinden sonra toplanmistir. Fakat çözülmesi gereken sorun çok önemliydi: Avrupa'nin yeniden kurulmasi. Avrupa'nin savastan yikik çikmasi, bu ihtiyaci dogurmustu. Potsdam konferansi, planlandigi tarihten birkaç gün sonra baslamisti. Tarihçiler bu konuda Truman'i sorumlu tutmaktadirlar. Truman, konferansa ilk atom bombasi denemesinin sonucunu beklerken gitti. Konferans'ta, baris antlasmalarini hazirlayacak bir Disisleri Bakanlari Kurulu kuruldu. Üzerinde durulan en önemli konular: Almanya sorunu, Polonya sorunu, Avusturya'nin isgali, SSCB'nin Dogu Avrupa'daki rolü,savas tazminatlari ve Japonya ile süren savasin durumuydu. Konferansta en çok tartisilan konu Almanya idi. Müttefikler, Almanya'nin yenilmesi kesinlik kazanmaya baslayinca, Almanya'nin parçalanmasi konusundaki eski görüslerini degistirmeye basladilar. Churchill Mart 1945'te "Almanya'yi parçalamayi düsünmüyoruz" demekteydi. Stalin ise Almanya'yi parçalamayi istemedigini söyledi. Stalin Ruhr bölgesinden tamirat almak istiyordu. Potsdam'da, daha çok Almanya'nin Nazilikten ve askerlikten arindirilmasi konusu üzerinde duruldu.Çünkü Nazizim ortadan kalkarsa, militarizm de ortadan kalkar ve silaha da gerek kalmazdı. Ilk önce savas suçlularinin cezalandirilmasina karar verildi. Alman askerlerinin elinden silahlarin alinmasi, demokratik düzenin kurulmasi; bunu yapmak için ise, egitim sisteminin tümüyle degistirilmesi gerekirdi. Bunun için Almanya'nin bir süre isgal altinda kalmasi kararlastirildi. Buna göre, Almanya, Sovyet, Ingiliz, Amerikan ve Fransiz isgal kuvvetleri komutanlarinca yönetilecek dört ayri isgal bölgesine ayrilacakti. Berlin, Viyana ve Avusturya ayni sekilde bölünecekti. Almanya'da demokrasiyi kurmak için, tüm ülkeyi kapsayan ve yerel özerklige sahip devletlerden olusan bir federasyon kurulmasina karar verildi. Maliye, dis ticaret ve bunun gibi konular ise federalizm kapsamina alinmayarak "Denetim Kurulu" olusturuldu."
Konferansta üzerinde durulan diger bir önemli konu, Polonya'ydi. Yalta Konferansinda kurulmasi kararlastirilmis olan koalisyon hükümeti, simdi Potsdam Konferansi süresince kurulmus ve kabul edilmisti. Polonya'da seçimler açik olacakti, gazeteciler de seçimde gözlemci sifati ile bulunacaklardi. Sovyetler Birligi, Müttefik devletlerden yönetimleri degisen Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'a karismamalarini, Türkiye'den Sovyetlere bir üs verilmesini istedi. Fakat bu istekler kabul edilmedi.
Potsdam'da Türkiye de söz konusu edildi. Stalin'in Montrö Sözleşmesi'nin değiştirilmesi isteği ilke olarak Batılılarca kabul edildi.Ayrıca Sözleşme'nin Türkiye ile ayrı ayrı yapılacak görüşmelerle değiştirilmesi de kararlaştırıldı. Böylece Sovyetler Birliği Boğazlar konusunda uzun süreden beri istediklerini en sonunda Batılılara kabul ettirmiş oldu. Hem Sözleşme değiştirilecek hem de bu değiştirmede Türkiye ile yalnız kalabilecekti.
Japonya'ya, Potsdam Bildirgesi'ni kabul etmesi için ültimatom gönderildi. Ancak, Japonya bunu reddetti. Bunun üzerine ABD, Hirosima ve Nagazaki'ye (6 Agustos, 9 Agustos) atom bombasi atti. Konferans 1 Agustos 1945 tarihinde sona erdi.
Yalta Konferansı'dan sonra görülen olumlu hava, Potsdam Konferansı'ndan sonra yoktur.Konferansa ilişkin Sovyet yorumuna göre, Batılılar Sovyetler Birliği'nden çok Almanya'nın kalkınmasına öncelik veriyor ve Almanya'nın Sovyet halkı ve topraklarına verdiği zarara karşı ilgisiz davranıyordu.Batılılara göreyse Sovyetler Birliği, genel bir Avrupa düzenlemesinden çok kendini güçlendirmek peşindeydi.
Postdam Konferansı'nın en çok zamanını alan Almanya sorunu, "soğuk savaş "ın en önemli konusu oldu.
Atom Silahındaki Anlaşmazlık
Almanya'nın sorunundan sonra soğuk savaşa geçiş dönemini oluşturan ikinci olay, atom enerjisi sorunudur. O kadar ki Hiroşima'dan bu yana bu sorun hemen hemen her diplomatik alışverişte karşımıza çıkmaktadır.
"1945 yılının sonunda " Büyük Üçler " in dışişleri bakanları, Güvenlik Konseyi'ne bağlı bir Atom Enerjisi Komisyonu kurarak bu dehşetin engellenmesi konusunda anlaştılar. 1946 Martındaysa ABD kendi projesini sundu. Acheson-Lilienthal Önerisi adını alan proje, atom silahonın uluslararası denetimi için bir dizi aşama getirmekteydi. Ayrıca bu geçiş döneminde ABD atom tekeline sahip bulunurken, öteki devletler uluslararası ajanslarca denetlenecekti. Bu noktaya kadar Müttefikler arasunda görünürde bir anlaşmazlık çıkmadı. Ancak Başkan Truman 1946 Nisanında Bernard Baruch'u BM Komisyonu'na Amerikan temsilcisi seçince durum değişti ve bu noktadan sonra Amerikan politikası yeni biçimler aldı.Baruch, Sovyetler Birliğine karşı sert bir tutum takınılması görüşündeydi ve bu görüşlerini Amerikan askeri yetkililerine kabul ettirdi. Baruch 14 Haziran 1946'da BM Atom Enerjisi Komisyonu'na Amerikan projesini bildirdi. Uluslararası bir güvenlik sistemi altında ABD'nin atom tekelinden vazgeçmesini ana hedef olarak kabul eden Baruch Planı; atom enerjisinin geliştirilmesi ve kullanımının tüm aşamlarını denetleyecek olan bir uluslararası Atom Geliştirme Kuruluşu'nun kurulması; ihlallere karşı bu kuruluşa sınırsız denetleme yetkisinin tanınması; atom silahının yapımıyla ilgili her türlü ihlalin en sert biçimde cezalandırılması; kuruluş tam denetim kurduktan sonra atom silahının yapımının yasaklanması ve mevcut atom stoklarının yok edilmesi ve anlaşmayı ihlal edenlerin cezalandırılmasını engellenmemesi için Güvenlik Konseyi!ndeki veto sisteminin değiştirilmesini içermektedir.

Baruch Planı, Sovyetler Birliği tarafından kabul edilmemesine rağman, daha sonra ABD tarafından nükleer silahsızlanma konferanslarında ortaya konan önerilerin temelini oluşturması açısından önemlidir.sovyetler Birliği'nin planı reddetme nedenleri ise; planın uygulanmasıyla ABD atom silahı yapabilme yeteneğine sahip tek devlet olarak kalması; ABD, BM'de karar verme sürecine egemen olduğu için, bu örgütün bir kuruluşu olan Atom Enerji Komisyonu'nu da etkisi altına alabileceği; planın tartışıldığı sırada Sovyetler Birliği atom silahının gizlerini ele geçirip bu silahı çok kısa bir süre içinde yapabilme uğraşı içindeydi.Bu nedenlerden dolayı bu planı kabul etmeyen Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki gerginlik daha da büyüdü.

0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-