Karşı-psikiyatri, anti psikiyatri olarak da bilinir, psikiyatrinin akıl hastalıklarının tanı ve tedavisinde yararlı olamayacağını ve tıbbi girişimlerin, başta şizofreni olmak üzere tüm akıl hastalıklarının ortaya çıkmasında rol oynadığını savunan akım.
Bu akıma göre özellikle şizofreniyi ilaç, elektroşok, insülin şoku, beyin cenahisi gibi çeşitli fiziksel ya da kimyasal yöntemlerle tedavi etme çabasında, her yeni “kür” yeni bir yıkılmışlık, çökkünlük ve toplumu inkâr dalgasına yol açacak, böylece bu tedavi modeli hasta, hekim, aile ve toplumun tümünü içine alan bir kısır döngü yaratacaktır. Şizofreni ya da kronik akıl hastalığı gibi terimler bilimsel ve nesnel olmadıkları gibi küçük düşürücü bir etki yapmakta ve sanki belirli bir nedeni, işleyişi ve belirtisi olan organik hastalıklarmışçasına damgalayıcı özellikler taşımaktadır. İlaç gibi vücudu hedef alan tedaviler, hekimlerin, toplumca benimsenmeyen ve istenmeyen durumların denetim altına alınması ya da topluma uyumun sağlanması için uyguladığı yöntemlerdir. Bu açıdan ilaçlar, kimyasal bir deh gömleği, elektroşok tedavisi ise unutturucudur. Her türlü tedavi, özellikle hastanın isteği ve iradesi dışında uygulananlar, kişinin yararına olmaktan çok, toplumsal düzenin sağlanmasına yönelik girişimlerdir.
Karşı-psikiyatri akımının sözcüleri hasta-hekim ilişkisini de eleştirir. Bu ilişkide hekim günah çıkartan rahip ve gardiyan gibi ikili bir görev üstlenir. Psikiyatrinin tıbbın bir dalı haline gelmesi, akıl ile ilgili sorunların hastalık olarak sınıflandırılmasına, böylece toplumun hem durumlarından sorumlu olduğu, hem de damgaladığı insanların bir de bilim kılıfı altında damgalanmasına neden olmuştur.
1960′larda D. Cooper ve R. Laing adlı İngiliz psikiyatrların öncülük ettiği akım, deliliğin tıbbi bir çerçevede kurumsallaştırılmasından akıl hastanelerini sorumlu tuttu. Böylece akıl hastaneleri tedavinin ötesinde, toplum düzenine ters düşen kişilerin kapatılıp düzene uydurulmalarının sağlandığı birer kurum işlevi görüyordu. Karşı-psikiyatri akımını savunanlar, hastane yerine toplu yaşam evlerini önerdiler. Londra’nın doğusundaki Kingsley Hail ile Cooper’ m kurduğu Villa 21, toplu yaşam evlerinin ilk örnekleriydi. Londra’daki Soteria Evi ve San Francisco’daki 16 Odalı Ev daha çok şizofrenlerin konuk edildiği yerler oldu. Bu evlerde Laing’in yeniden doğuş adını verdiği noktaya varılan bir birlikte yaşama süreci geçiriliyordu. Özellikle Soteria Evi’nden çıkanların altı ay süreyle izlenmesi sonucunda, şizofreni belirtilerinin artık gözlenmediği bildirildi. Öte yandan sonuçların kontrol gruplarıyla karşılaştırmalı biçimde denetlenmediği ve sınırlı sayıda denek kullanıldığı gibi bilimsel eleştiriler, bu modelin bir seçenek olup olamayacağı konusunda kuşku doğurdu.
Karşı-psikiyatri akımına Laing ve Coo-per’dan başka Thomas Szasz, T.J. Scheff, E. Goffman ve Michel Foucault gerek uygulama, gerekse yapıtlarıyla katkıda bulundular. Akım, psikiyatrinin insancıl bir nitelik kazanması ve esnekleşerek mekaniklikten uzaklaşması açısından yararlı oldu. Kapalı akıl hastanelerinin yerini açık tedavi kurumlarının alması, gündüz hastanesi gibi uygulamaların ortaya çıkması ve koruyucu ruh sağlığı kavramının gelişmesinde karşı-psikiyatri akımının büyük katkılan olmuştur.
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.