-

Neandertallerin Yaşamı - son bulgular - beslenme şekilleri

6 Şubat 2012 Pazartesi yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar

Geçmişi 200 bin yıl öncesine giden ve daha
önce etobur oldukları düşünülen insan türü Neandertallerin, çeşitli
bitki ve sebzeleri de pişirerek yedikleri belirlendi.
ABD‘deki bilimadamlarının yaptıkları araştırmada, Neandertallerin dişleri arasında pişirilmiş bitki kalıntıları bulundu.
Araştırma, Neandertallerin beslenme biçiminin etle sınırlı olmadığını
ve daha önce zannedilenden çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor.
Neandertallerin etobur oldukları yolundaki inanç, bu türün kemik
analizlerinin, pek sebze yemediklerini göstermesine dayanıyordu.
“Proceedings of the National Academy of Sciences” dergisinde yayımlanan yeni
araştırma, sözkonusu kimyasal analizlerin tersi yönde, doğrudan
deliller sağladı. Araştırmacılar, dünyanın çeşitli yerlerindeki
Neandertallerin dişlerinde fosilleşmiş bitki kalıntıları buldular ve
bunların bazılarının pişirilmiş olduğunu saptadılar.
Daha önce Neandertallerin yaşadıkları bölgelerde ve ocaklarında polen taneleri bulunmuştu ancak bu son araştırmanın, bitkilerin bu tür tarafından tüketildiğinin açık göstergesi olduğu belirtiliyor.
George Washington
Üniversitesi’nden Prof. Alison Brooks, daha önceki testlerde,
kemiklerdeki protein seviyesine bakıldığını ve bunun sonucunda da
Neandertallerin etobur oldukları varsayımına varıldığını belirtti.
Brooks, “ancak bu proteinin bir bölümünün bitkilerden gelme ihtimali de
var” dedi.
Araştırma, Neandertallerin daha önce zannedildiğinden daha fazla insanlara benzediğini de göstermesi açısından önem taşıyor.
Neandertal adı, Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde Düsseldorf
kenti yakınında Neander Vadisi’nden geliyor. “Thal”, Almanca “vadi”
anlamına geliyor. Neander Vadisi, bu türün ilk keşfedildiği yer olarak
biliniyor.




Neandertal adamının rekonstrüksiyonu
Neandertaller yaklaşık 200 bin ile 35 bin yıl önce yaşamış insan
türüdür. Latince adı Homo sapiens neanderthalensis. 1855 yılında
Almanya’nın Neander vadisinde (Almanca “tal”, eski Almanca’da
“thal”=vadi) bulunan kalıntılardan dolayı bu türün adı Neandertal olarak
koyuldu. Neandertal dik yürüyen anlamına gelir. İlk bulunan örneklerden
birisinin ileri derecede romatizma hastası oluşundan dolayı, ilk
başlarda bu türün bir ucube olduğu düşünüldü.
Neandertaller bizim türümüz olan Homo sapiens’e göre biraz daha irice bir insan türüdür.
Neandertallerin genel olarak yaşadığı bölge, Avrupa ve Yakındoğu’dur.
Türkmenistan’da da Neandertallere ait fosiller bulunmuştur. Fakat Çin’de
Neandertaler yaşamamıştır. Bu dönemde Avustralya ve Amerika kıtalarında
da insan yerleşimi yoktur. Yaşadıkları dönem, Riss buzulu ile Riss-Würm
buzul arasıdır.
İlerleyen araştırmalar Neandertallerin de bizim türümüz gibi bir kültüre
sahip olduğunu gösterdi. Ateşin yaygın ve etkili bir şekilde
kullanılması onların yaşadığı dönemde gerçekleşti. İlk fırlatmalı silah
olan mızrakları onlar icat etti. Ölü gömmeyle ilgili ilk kanıtlar da
Neandertallerden kalmıştır. Bu nedenle en çok fosili bulunan insan
türlerinin başında (bizim türümüzden sonra) Neandertaller gelmektedir.
Modern arkeolojinin en büyük tartışma konularından biri de
Neandertallerin bizim türümüzün atası olup olmadığıdır. Bu konuda
yapılan genetik araştırmalar her defasında farklı sonuçlar ortaya
koymaktadır. Genetik olarak ne olduğunu bir yana bırakırsak, kültürel
anlamda Neandertallerin bizim kültürümüzü oluşturan temel ögelere sahip
oldukları kabul edilebilir.
‘İnsan ve Neandertal çiftleşmişlerdi’
ABD’li
antropolog Erik Trinkaus, 35 bin yıllık iskeletler üzerinde yaptığı
araştırmada, insanın atalarıyla Neandertaller’in çiftleştiklerini ve
Avrupa halklarında Neandertal atalarından genetik kalıntılar
olabileceğini öne sürüyor.NTV-MSNBC
Güncelleme: 21:06 TSİ 03 Kasım 2006 Cuma
İSTANBUL – Antropologlar, insanların Neandertaller’le kültürel iletişime
girdiğini savunuyor. Ancak biyolojik evrim tarihi açısından esas önemli
soru, Afrika’dan gelen insanların, Avrupa’da hüküm sürmekte olan
Neandertaller’le çiftleşip çiftleşmedikleri. ABD’nin önemli araştırma
kurumlarından Washington University uzmanı Erik Trinkaus, Avrupa’daki
insanların Neandertaller ile ilişkilerinin olduğunu savunuyor.
DNA dizelerinin oluşturulması, evrimin gizemli yaratıkları
Neandertaller’in saç ve göz rengi, deri biçimi, zihin ve konuşma
yetileri gibi konularını aydınlatacak. Bilim insanlarının merak ettiği
bir konu da, Neandertaller’in insanın genetik havuzuna katkı yapıp
yapmadığı. Geçen haftalarda yayımlanan bir makalede Washington
University uzmanı Erik Trinkaus, Avrupa ırklarının genetik havuzunda
Neandertal kalıntıları olabileceğini savunmuştu.
DNA’LAR YÜZDE 99.9 BENZİYOR
Science dergisinde yayımlanan makalesinde Profesör Rubin, Neandertal’in
genetik materyelinin metagenomics adı verilen bir yöntemle yeniden
yapılandırıldığını belirtti. Bu yöntemde DNA parçaları, bir bakterinin
içine konarak kendi kendilerine çoğalmaları sağlanıyor. Rubin’in
deyimiyle bu şekilde bakteryel kapta bir DNA kümesi meydana geliyor.
Rubin bu yöntemle Neandertal’in 65.250 çift DNA serisini yeniden
oluşturdu. Rubin, Neandertal DNA’sı ile insan DNA’sının yaklaşık yüzde
99.5 ile 99.9 arasında benzerlik taşıdığını vurguladı.

Bilim ekibi şimdiye dek 12 Neandertal’in mitokondrial DNA’sının (mtDNA)
dizilerini yapılandırdı. Hücre çekirdeğindeki DNA’lar anneden çocuğa
geçiyor ve çekirdek DNA’dan daha uzun süre dayanıyor. İlk belirlemeler
Neandertaller’in insanlardan farklı olduğunu gösteriyor. İnsanoğlunun
evrimsel kuzeni varsayılan Neandertaller’in nükleer DNA’sından alınan
örnekler ise daha ince detayların açığa çıkmasını sağlayacak.
FOXP2 GENİ MERCEK ALTINDA
Rubin, Neandertal’in FOXP2 genini inceleyecek, zira bu genin insanın
şempanzeden ayrıldıktan sonra konuşma yetisini sağladığı düşünülüyor.
Tabiatiyle, konuşma yetisi göz renginden daha öncelikli bir konu.
DNA’ları yeniden yapılandırılan 38.000 yıllık Neandertal, Hırvatistan’ın
Vindija Mağarası’nda bulunmuştu. Neandertal’in genetik haritasının
oluşturulması ve DNA’nın yeniden yapılandırılması için 5 gram’lık bir
kemik parçası yeterli geliyor.
AVRASYA’DA HÜKÜM SÜRDÜLER
Bilim insanları, 500.000 yıl önce insanın atasından ayrılan
Neandertaller’in Homo Sapiens’e en yakın tür olduğunu tahmin ediyor. Bu
önermeye göre, insanoğlu yarım milyonluk evrimi boyunca zihinsel
yetilerini sürekli geliştirerek bugüne ulaşırken, çevre uyum
sağlayamayan Neandertaller zamanla yeryüzünden silindi.
Almanya’nın Leipzig kentinde bulunan Max Planck Evrimsel Antropoloji
Enstitüsü uzmanı Svante Paabo’ya göre, ilk Neandertaller yaklaşık 3.000
kişilik küçük bir kavimdi. Avrupa’dan Özbekistan’a yayılan kuzey
Avrasya’da hüküm süren ve güçlü yapıya sahip Neandertaller, insanoğlunun
en yakın insansı akrabasıydı.
İNSANLA NEANDERTAL ÇİFTLEŞTİ TEZİ
Afrika’dan çıkan modern insan ise Avrupa’ya yaklaşık 40.000 yıl önce
girdi, bunu müteakip 10.000 yıl içinde Neandertaller yeryüzünden
silindi. 24.000 yıllık son Neandertal izlerine İberya Yarımadası’nda
rastlandı. Neandertaller’in insanların yıkıcı etkisi nedeniyle yok
olduğuna dair kesin bir kanı oluşmuş değil.
ABD’li antropolog Erik Trinkaus, insanların Avrupa’ya girişiyle
Neandertaller’le çiftleştiğini ve Neandertaller’in insanın genetik
havuzuna katkı yaptığı fikrini ortaya atmıştı. Edward Rubin, bu fikri
güçlendiren kanıtlara rastlamadığını belirtirken; Paabo, genetik
katkının insandan Neandertal’e doğru olduğunu savunuyor.İnsanlar ile Neandertaller arasında dik yürümenin dışında da bazı
zihinsel benzerlikler bulunuyor. Her ikisi de temel ses yetilerini ortak
bir dil oluşturucak şikeldi geliştirmişti. Neandertaller ise gelişmiş
beyinleri olmasına karşın insanlar kadar sofistike ber neden-sonuç
ilişkisi ve akıl yürütme yeteneklerine sahip değildi.
İNSANLA PRİMAT ARASINDA BEKLENMEDİK FARKLAR
Neandertallerin genetik şifresi insanlarınkisi çözülecek. İnsanın en
yakın akrabası primatların DNA serisi geçen yıl deşifre edilmişti. Bu
gen haritasında insanla primatlar arasında bazı önemli DNA farklılıkları
olduğunu ortaya çıkarmıştı. Örneğin, insanla primatlar arasında 35
milyon farklılığın çıkması, birçok soru işaretini beraberinde
getirmişti.
İNSANIN GELİŞİNE IŞIK TUTACAK
Buna karşılık, Neandertaller’in ise insana çok yakın bir genetik
haritasının olabileceği belirtiliyor. Özellikle insan beynine olan
benzerliği primatlardan daha yüksek olması nedeniyle Neandertaller’in
aklın gelişimine ışık tutması bekleniyor.
Neandertal (solda) ve insan iskeletleri.
Avrupa’da bulunmuş fosil kalıntılarının inceleneceği proje kapsamında
bilim insanları Neandertal genetik haritasına 3 milyar şifre çözecek.
Eldeki fosillerde DNA’ların sadece yüzde 5’inin Neandertaller’e özgü
olduğu düşünülüyor. Neandertaller ve insanlar 500 bin yıl öncesinde aynı
atadan geliyor, ancak Neandertaller daha sonra evrimin çıkmaz
sokaklarında yok olurken, insanoğlu evrimini ve gelişmini sürdürerek
bugüne ulaştı.
Max Planck Estitüsü, Branford-Connecticutt merkezli 454 Life Sciences adlı bir genetik şirketiyle işbirliği yapacak.
Neandertal
iskeleti (solda), 168 cm boyunda ve 64.5 kg ağırlığında bir canlıya
ait. Beyni ise bin 200 ila bin 700 santimeküp kare hacme sahip. İnsan
(sağda) ise 175 cm boyunda ve 78 ağırlığında olup, bin 300 ila bin 500
santimeküp kare beyne sahip.
Neandertal iskeleti 120 bin yıla ışık tutuyor
Antropologlar, Neandertal iskeletlerinden parçaları birleştirerek ilk
kez bir model meydana getirdi.
Ortaya beli kısa, kalçası büyük bir yaratık çıktı.
NEANDERTAL KEMİKLERİ BİRLEŞTİRİLDİ
La Ferrassie 1’e eklenen parçalar, 1983 yılında İsrail’de
bulunan 60 bin yıllık Kebara 2 adlı bir başka Neandertal iskeletinden
geldi. Kebara 2, şimdiye dek bulunan en düzgün göğüs kafesi ve leğen
kemiğine sahip Neandertal iskeleti. 70 bin yıllık La Ferrassie ise, 1909
yılında Fransa’da bulunmuştu. Ortaya çıkan Neandertal iskeleti bilim
insanlarını da şaşırttı. Aşağı doğru büyüyen bir kaburga yapısı gövdeyi
yuvarlaklaştırıyor, geniş kalça yapısı ise Neandertal canlısının büyük
bir kalçası olduğunu gösteriyor.
BELİ KISA, KALÇASI BÜYÜK
Neandertal iskeletinde insana göre en önemli fark, göğüs kafesi
ve omurga yapısının insanın tam tersine aşağı doğru daralmak yerine,
genişlemesi. Düz durduğunda Neandertal’in belinin, insana göre çok daha
kısa olduğu farkediliyor. Bilim insanları, Neandertal’in belinin
kısalığını “Beli çok kısa olduğu için, cüce bir yapı söz konusu”
şeklinde özetliyor.
MODERN İNSANIN KUZENİ
Birden çok Neandertal’den alınan parçalardan ortaya çıkan sonuç için
bilim insanları “Neandertal Frankenstein’ı” benzetmesini yapıyor.
İlk
bakışta insana benzerliği ile dikkat çeken Neanderthal’i bilim
insanları “Homo Sapiens’in uzak akrabası” şeklinde tanımlıyor, çünkü
“kemik yapısı ve göğüs kafesindeki farklılıklar nedeniyle insanın
Neandertal’den üremesi olanaksız görünüyor”. Modern insanın
Neandertal’den üremiş olamayacağını belirten Sawyer, “Şüphesiz onlar da
insansı yaratıklar, modern insanın ancak uzak kuzeni olabilir” diyor.
120 İLA 29 BİN YIL ÖNCE YAŞADILAR
Neandertaller, Avrupa ve Ön Asya’da 120 bin ila 29 bin yıl önce
insanlarla birlikte aynı coğrafyada yaşadılar. Soğuğa dayanıklı olan bu
canlılar, güçlü elleri ve kaslı yapıları ile avcılıkta gelişmişlerdi.
Model Neandertal iskeleti, halen ABD’nin Cold Spring Harbor kentindeki
Dolan DNA Learning Center’da tutuluyor, daha sonra da Amerikan Doğal
Tarih Müzesi’nde sürekli gösterime girecek.
ntropologlar, insanların
Neandertaller’le kültürel iletişime girdiğini savunuyor. Ancak biyolojik
evrim tarihi açısından esas önemli soru, Afrika’dan gelen insanların,
Avrupa’da hüküm sürmekte olan Neandertaller’le çiftleşip
çiftleşmedikleri. ABD’nin önemli araştırma kurumlarından Washington
University uzmanı Erik Trinkaus, Avrupa’daki insanların Neandertaller
ile ilişkilerinin olduğunu savunuyor.
Trinkaus,
araştırmasında Neandertaller ve insanlara ait kemik parçaları,
kafatasları, çene kemiklerini karşılaştırdı. Mukayesede kullanılan insan
kemiklerinin bir kısmı, Afrika’da yaşayan insanlardan seçilirken, bir
kısmı da Avrupa’ya göçenlerden seçildi. Mukayesede insan kemiklerinde
sadece Neandertaller’den kaynaklanabilecek bazı özelliklerin var olduğu
tespit edildi.
Bunların başında,
Neandertaller’de olduğu gibi farklı beyin yapısının bir sonucu olarak
kafatasının arkaya doğru bombe yapması geliyor. Ayrıca insanlarda çene
kemiği ve kaslarının yapısı da Neandertaller ile çiftleşme belirtileri
gösteriyor.
‘NEANDERTALLER BİZİM KUZENİMİZ’
Trinkaus bulguları, “İki tür arasında çiftleşme olduğu, iki türün de
birbirlerini sosyal olarak kabul ettiğiniz söyleyebiliriz” şeklinde
yorumluyor.
Esas
ilginç bulgu ise şu, Trinkaus’a göre bazı Avrupa halklarının
genetiğinde Neandertal kalıntıları bulunuyor olabilir. Ancak Trinkaus
bunun ne oranda belirleyici olduğunu henüz tespit edemiyor.
İnsanın ataları ve Neandertaller insanoğlunun hayat ağacının iki dalı.
Birbirleriyle aralarında anatomik farklar olmasına karşın, bilim
insanları iki türü ‘kuzen’ olarak niteliyor. Trinkaus her iki türün de
birbirlerine diğer türlerle olduğundan çok daha yüksek ‘sosyal yakınlık’
gösterdiğini vurguluyor. İki tür arasındaki binlerce yıl yakınlıktan
sonra insanlar ayakta kalırken, Neandertaller yaklaşık 30.000 yıl önce
yeryüzünden silindi.
Trikaus’un araştırmasını yürüttüğü kemikler, Romanya’da Pestera Muierii
mağarasında 1952’de bulunmuştu. Karbon tarihleme yöntemiyle yapılan
mukayesede kemiklerin en az 35.000 yıllık olduğu tahmin ediliyor. Avrupa
kıtasında şimdiye dek sadece çok az sayıda 28.000 yıldan daha eski
insan kalıntısı bulunabildi.
İNSANLAR NEANDERTALLER’İ TÜKETTİ Mİ?
Avrupa’dan Özbekistan’a dek yayılan geniş bir coğrafyada yaşadıkları
tahmin edilen Neandertaller’e ait en eski kalıntılarsa 400.000 yıllık.
Neandertaller, fiziksel olarak oldukça güçlü olduklarından çok iyi
avcılardı. Modern insanın atası ise yaklaşık 40.000 yıl önce Avrupa
kıtasına güneyden giriş yaptı. Neandertaller’in soyunun ise insanların
Avrupa’ya girmesinden yaklaşık 10.000 yıl sonra tükendiği tahmin
ediliyor. En son Neandertaller’in İberya Yarımadası’nda 24.000 yıl önce
öldüğü varsayılıyor.
Neandertaller’in soyunun nasıl tükendiği
ile ilgili çeşitli varsayımlar mevcut. Kimi uzmanlar, iklim
değişikliğinin açlık ve hastalıkları beraberinde getirdiğini, kimi
uzmanlar ise daha zeki olan insanların Neandertaller’in sonunu
hazırladığını düşünüyor. İkinci teoriye göre, zeki insanoğlu ticaret
yaparak, kıtlık zamanlarında ayakta kalmayı becerirken, Neandertaller
açlıktan kırıldı. Ancak, soylarının tükenme nedeni ne olursa olsun,
Trinkaus Neandertaller’in modern insanın genetik havuzuna katkısı
olduğunu vurguluyor.
1856 Ağustosunda bir gün, kuzeybatı Almanya’da Neander
Vadisi’ndeki bir taş ocağında, bir işçi kireçtaşı içinde mağara ayısına
ait olabileceğini düşündüğü bazı kemikler buldu.
Bulduklarını o yörede öğretmenlik yapan, doğa
tarihine meraklı Johann Fuhlrott’a göstermek için bir kenara
ayırdı.
Fuhlrott, ayı kemiklerinden çok daha
önemli bir olayla karşı karşıya olduğunu hemen kavradı. Kafatası hemen
hemen bir insanın kafatası boyutlarındaydı ama farklı bir biçime
sahipti, alnı daha basıktı. Gözlerin üzerinde kemik çıkıntısı vardı,
geniş basık bir burun, iri ön dişler ve eğik bir sırt görülüyordu.
Bulunan kemiklere bakılırsa, onların sahibi olan yaratık, normal
insanlardan daha kısa, bodur ve çok daha güçlüydü ama yine de bu
kemikler bir insan iskeletini andırıyordu. Fuhlrott, kemiklerin çok eski
jeolojik tortuların arasında bulunmuş olmasının, onları daha da önemli
kıldığını anlamıştı.
Öğretmen,
Bonn Üniversitesi’nde anatomi profesörü olan Hermann Schaaflhausen ile
temas kurdu. Profesör de kemiklerin olağandışı olduğunu kabul etti. Daha
sonra, bunların “bugüne dek bilinmeyen doğal bir yapı” olduklarını
söyleyecekti. Gerçekten de Schaaflhausen, işçinin bulduğu ve Neandertal
olarak adlandırılacak olan iskeletin, yeni -daha doğrusu çok, çok eski-
bir insan tipi olduğuna inanıyordu. Hatta, Schaaflhausen,
Neandertallerin modern insanın eski atası olduğundan bile kuşkulanmış
olabilirdi.
Eğer profesör ve öğretmen, buluşlarının
bilimsel çevreler tarafından onurlandıracağını ummuşlarsa, büyük bir düş
kırıklığı yaşamış olmalılar. Darvin’in evrim teorisini öne sürdüğü
Türlerin Kökeni’nin yayınlanmasına (1859) daha üç yıl vardı. Bilim
insanlarının çoğunluğuna göre, insanın bırakalım şu kemiklerin ait
olduğu türü, bir başka türden evrimleştiği fikri tam bir saçmalıktı.
Zamanın önde gelen patologu, Rudolf Virchow, kemikleri inceledi ve
bunların pek bilinmeyen bir hastalıktan ölen normal bir insana ait
olduğunu açıkladı. Diğer uzmanlar da bu kervana katıldılar.
Ne var ki, on dokuzuncu yüzyılın sonunda, Darvinizm artık bilimsel çevrelerin çoğunluğuna egemendi.Fransa‘da
Gabriel de Mortillet gibi bazı bilim adamları, kemikleri yeniden
inceleyip, modern insanın Neandertallerden türediğini öne sürdüler. Fransa,
Belçika ve Almanya’da daha çok Neandertal kalıntısının bulunması,
savlarını güçlendirdi. 110 bin ile 35 bin yıl öncesine ait olan
fosiller, ya hastalıklı ya da modern insan olduklarını öne sürerek, bu
türü göz ardı etmeyi olanaksız kılmıştı.
Ama bir başka Fransız’ın, Marcellin Boule’nin başını çektiği bilim
insanlarının çoğunluğu, Neandertallerin insanın atası olduğunu hala
inatla reddediyordu. Boule, iskeletlerin eski olabileceğini kabul
etmekle birlikte, kendisiyle akraba olamayacaklarını söylüyordu. Boule,
bu bükük dizli, kambur, eğik belkemikli Neandertallerin insandan çok,
insansı maymun olduğunu ileri sürdü. Ona göre, eğer modern insanın
onlarla herhangi bir ilişkisi olmuşsa, bu ilişki her kim olurlarsa
olsunlar, bizim gerçek insan atalarımızın bu “yozlaşmış türü”
yeryüzünden silmesiyle sınırlı olmalıydı.
Yirminci yüzyılın
büyük bölümünde bilimsel ayrılık sadece derinleşti. Bir yanda ilkel
olsalar da Neandertalleri doğrudan atamız olarak gören Mortillet’nin
izleyicileri vardı. Diğer yanda, Boule gibi, Neandertalleri en iyimser
tahminle uzak kuzenlerimiz, yerlerini modern insana bırakmaya mahkum bir
evrimsel çıkmaz sokak olarak görenler vardı. Ancak, bilimciler son
birkaç yıldır bu derin ayrılığı gidermeye yeni yeni başladılar.
Boule’un
izleyicilerinin, yirminci yüzyılın uzunca bir bölümünde bile
Neandertalleri göz ardı edebilmesinin tek nedeni, insanın atası olarak
çok iyi bildikleri ve güvendikleri kendi adaylarım öne çıkarabilmekti.
Bu aday 1912′de keşfedilen ve daha sonra bir sahtekarlık olduğu
anlaşılan ‘Piltdown’ insanıydı. Charlos Dawson adlı bir amatör fosil
avcısı, Piltdown kemiklerini İngiltere’de, Sussex’te bir çimenlikte
buldu ve kemikler anında sansasyon yarattı. Neandertal kafatasının
tersine, Piltdown’unki birçok açıdan modern insanınkine tıpatıp
uyuyordu. İlkel görünen sadece maymunlarınkini andıran dişlerdi ama
burada bile üstleri düzleşmiş dişler kafatasına insan özelliği
katıyordu. İşte bu Boule’un kendi atası olarak kabul etmekten mutluluk
duyabileceği türdü!
Sorun Piltdown insanının bir sahtekarlık
olmasıydı. Birisi, belki de Dawson bir modern insan kafatasından
parçalar almış, bunları bir orangutanın çene kemikleriyle birleştirmiş
ve kemiklerin iyice eski görünmesini sağlamak için boyamıştı. Törpülenen
dişler araştırmacıları yanlış yola sürüklüyordu. En sonunda, 1953′te
bilim insanları dişleri mikroskop altında incelediklerinde törpü
izlerini açıkça görebildiler.
Şimdi bilimde ağırlık, Neandertallerin
insanın ataları olduğuna kaymıştı. Bilimciler, onların bizden ne kadar
farklı olduğunu vurgulamak yerine, benzerlikler üzerinde odaklanmaya
başladılar. 1957′de iki Amerikalı anatomisi, William Straus ve A. J. E.
Cave, Boule’un Neandertalleri vahşi ve insantürü dışında tanımlamasına
kaynaklık eden, hemen hemen aynı fosili yeniden incelediler. Bu, 1908′de
Güney Fransa‘da bir mağarada bulunan La ChapelleauxSaints fosiliydi.
Straus
ve Cave’in ilk dikkatini çeken, La ChapelleauxSaints insanının raşitik
olmasıydı. Bu Boule’un da gözünden kaçmamıştı ama etkilerini göz ardı
etmişti. Straus ve Cave’e göre, raşitizm Neandertallerin dik duruşuna
kanı oluşturduğundan, Neandertal insanın diğer bölümleri bir anda modern
insandan çok farklı görünmedi. İki anatomisi, buradan eğer Neandertal
insanı “yeniden yaratılabilse ve yıkanmış, tıraş olmuş bir şekilde ve
modern giysilerle, New York metro istasyonuna bırakılsaydı, şehrin diğer
sakinlerinden daha çok dikkat çekmezdi” sonucuna vardı.
Piltdownsonrası
dönemde, Neandertallerin görünüşleri kadar davranışlarının da yeniden
değerlendirildiğini gördük. 1960′larda Amerikalı antropolog C. Loring
Brace, Neandertal aletleri, teknolojisi ve örgütlenmesiyle ilgili yeni
çalışmalarıyla yeni bir yol açtı. Örneğin, Brace, geride bıraktıkları
küllerin yapısından. Neandertallerin yiyeceklerini, daha sonra gelen
insaniarmkinden çok farklı olmayan alçak çukurlarda pişirdikleri
sonucunu çıkarmıştı. Diğer antropologlar, birçok Neandertal kalıntısının
bilinçli bir şekilde gömüldüğünü ve bunun tartışılmaz bir biçimde
insanlara özgü bir uygulama olduğunu bildirdiler. Ayrıca, çeşitli
Neandertal alanlarında özenle sıralanmış kemiklerin bir çeşit kurban
törenine işaret ettiği görülüyordu ve Yugoslavya’daki Krapina alanında
Neandertal kemikleri yamyamlık izlenimi verecek şekilde parçalanmıştı.
Bunlar ne denli dehşet verici olursa olsun, kesinlikle insana özgüydü.
Neandertallerin yüceltilmesi, 1971′de Ralph Solecki’nin Shanidar diye bilinen bir Irak
mağarasındaki çalışmalarını yayınlamasıyla doruğa çıktı. Oradaki bir
Neandertal mezarlığından alınan toprak örneklerinde, rüzgarın
taşıyabileceği ya da hayvanların getirebileceğinden çok fazla,
olağandışı yüksek miktarda dağ çiçeklerinin polenlerine rastlandı.
Solecki, buradan Shanidar Neandertallerinin mezarlık alanlarına çiçek
bıraktıkları sonucuna vardı ve kitabına “The First Flower People” (İlk
Çiçek Çocukları) adını verdi. Solecki, orada gömülü yaşlı birisine ait
kemiklerden adamın sağ kolunun olmadığının ve kör olduğunun
anlaşıldığını belirterek, bunların Neandertallerin insan olduğunu
gösteren ek bir kanıt olarak kabul edilmesi gerektiğini bildirdi. Bu
durum aile ya da klan üyeleri tarafından bakılmaması koşuluyla
kesinlikle adamın erken ölümüne yol açmış olmalıydı.
Solecki’nin
kitabıyla birlikte, Neandertallerin dönüşümü tamamlanmıştı. Boule’un
imgelemindeki kuyruksuz iri maymuna benzeyen vahşiler olmaktan çıkıp,
şimdi bir çeşit hippilerin ilk örneğine, modern insanlardan birçok
yönden daha insani özellikler taşıyan bir topluluğa dönüşmüşlerdi. Aynı
zamanda, modern insanın Avrupa ve Ortadoğu’da Neandertallerden ve başka
bölgelerdeki benzer eski insanlardan evrimleştiğini öne süren “çok
merkezli evrim” teorisi olarak bilinen teorinin doruk noktasıydı bu. Ama
Neandertal imgesi (ve onunla birlikte, çok merkezli evrim teorisi) bir
başka darbenin eşiğindeydi. Bu kez saldın arkeolog ya da
antropologlardan değil, moleküler biyologlardan gelecekti.
Biyologlar,
ne fosiller ne de arkeoloji ya da antropoloji hakkında yeterli bilgiye
sahipti. Ama kalıtım materyalinin Mitokondriyal DNA ya da kısaca mtDNA
diye bilinen küçük bir kesiti konusunda yeterince bilgileri vardı.
Berkeley Üniversitesi biyologlarından oluşan bir ekip Rebecca Cann, Mark
Stoneking ve Allan Wilson insan mtDNA’sının mutasyon süresini hesapladı
ve 1987′de insanın kökenini yaklaşık iki yüz bin yıl öncesine
tarihlendirdi.
İnsan soyunun bu hipotetik anasına uygun bir isim de bulundu: Havva.
Artık elimizde insanın yeni bir atası vardı ve Piltdown’un tersine,
bu bir sahtekarlık ürünü değildi. Eğer biyologlar yanılmamışsa ve Havva
iki yüz bin yıl önce yaşamışsa, o zaman modern insan, bilim insanlarının
eskiden düşündüğünden yüz bin yıl önce tarih sahnesinde boy göstermiş
olmalıydı. Bu ilk modern insanların Neandertallerin soylarının
tükenmesinden uzun zaman önce İber Yarımadası ‘nda bulunan fosillerden
daha yirmi sekiz bin yıl öncesine kadar bazı Neandertallerin hala
yaşadığı sonucuna varıyoruz ortaya çıkmış olduğu anlamına geliyordu.
Neandertallerin
atamız olduğunu savunanlar zor duruma düşmüştü. En başta, eğer bazı
Neandertaller, bazı modern insanlardan daha yeniyse, o zaman daha eski
bir türün daha yenisinden türemesi epey olanaksız görünüyordu. Eğer
bugün mümkün olduğunun anlaşıldığı gibi, Neandertallerin ortaya
çıkışından önce bile modern insanlar görülmüşse, o zaman modern insanın
Neandertallerden evrimleşmesi tam anlamıyla olanaksızdı.
Yeni
tarihleme yöntemleri, modern insanın Neandertallerden çok daha eski
olmasa bile, onlar kadar eski olduğuna dair daha çok kanıt sağladı.
Bilimciler, eski tahminleri hemen hemen doğrulayarak, Neandertallerin
yaklaşık altmış bin yıl önce, Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerinde
yaşadığını tahmin ettiler. Ama modern insanla ilgili yeni tarihlemeler
gerçek bir şok yaratmıştı: Modern insanının Ortadoğu’da yaklaşık doksan
bin yıl önce, yani eskiden düşünüldüğünden çok daha önce yaşadığı ortaya
çıkmıştı.
Bu arada, arkeologlar yüz bin yıllık, bazı
tarihlemelere göre, iki yüz bin yıllık modern insan kalıntıları
buldukları Afrika’nın Sahraaltı bölgelerinde yeniden tarihlendirme
çalışmalarına da başlamışlardı. Biyologların Havva’nın yurdunun
-Cennetinin- Afrika olduğuna ilişkin bulguları buna tıpatıp uygun
düşmüştü.
Cann, Stoneking ve Wilson, modern Afrikalıların
mtDNA’sının diğer ırklarınkinden çok daha büyük bir çeşitlilik
gösterdiğini buldular. Bunu, Afrikalıların çok daha uzun bir evrimleşme
süreci geçirmesine bağladılar; bu yüzden ilk insanlar Afrikalı
olmalıydı.
Dolayısıyla, “Afrika’dan çıkış” teorisi olarak bilinen
teoriye göre, insan soyu önce Afrika’da ortaya çıktı, sonra Ortadoğu’ya
yayıldı ve en son Avrupa’ya ulaştı. İnsanlar daha sonra geldikleri iki
kıtada, daha ilkel Neandertallerle karşılaştı ve sonuçta insanlarla
temasa geçen diğer birçok türün de yazgısını paylaşan Neandertaller
tükendi. 1990′ların başında, egemen teori haline gelen “Afrika’dan
çıkış” senaryosu, çok merkezli evrimin yerini almıştı.
Çok
merkezli evrime son darbe, 1997′de yine moleküler biyologlardan geldi.
Matthias Krings ve Münih Üniversitesi’nden çalışma arkadaşları, gerçek
bir Neandertal’in -aslında, Fuhlrott’un orijinal Neandertal insanının-
kol kemiğinden küçük bir parçadan mtDNA numunesi almayı başardılar. Daha
sonra, Neandertal mtDNA’sını yaşayan insanlarınki ile karşılaştırarak,
araştırdıkları 379 diziden 27′sinde farklılık saptadılar. (Tersine,
diğer modern insanlarınkinden çok daha büyük bir çeşitlilik gösteren,
Afrikalıların DNA’sı birbirinden sadece 8 dizide farklılık
gösteriyordu.) Krings, Neandertaller ve modern insanlar arasındaki
genetik uzaklığın, Neandertallerin atamız olmasını çok büyük ölçüde
olanaksız kıldığı sonucuna ulaştı.
Bölgesel sürekliliği
savunanlar bu kanıtların hiçbiri karşısında pes etmediler. Genetik ve
tarihlemeye dayanan kanıtların geçerliliğini sorgularken, 1999′da, kendi
yaptıkları büyük buluşlardan biri onları sırtlarından vurdu. Lizbon’un
yaklaşık yüz otuz kilometre kuzeyinde, Portekizli arkeologlar
yarı-insan, yarı-Neandertal olduğu ortaya çıkan 24.500 yaşında bir erkek
çocuğunun iskeletini buldular. Çocuk anatomik bakımdan modern insana
özgü bir yüze sahip olmakla birlikte, gövdesi ve bacakları Neandertaldi.
Çocuğu an Neandertallerin tükendiği bir tarihten sonraki zaman dilimine
yerleştiren tarihleme, çocuğun Neandertal ve modern insanın melez
kuşaklarının atası olduğunu gösteriyor gibiydi.
Çok merkezli
evrimi savunanlar, eğer Neandertaller ve modern insanlar melezleşmişse,
Afrika’dan çıkış teorisinin yandaşlarının ileri sürdüğü gibi, bu
durumun, birbirlerinden o kadar uzak olamayacaklarını gösterdiğini
söylemekte gecikmediler.
Portekiz keşfi, her iki tarafı uzlaşmaz
görünen kanıt ve teorileri savunmaya zorlayarak, tartışmayı daha sivri
uçlara kaydırabilirdi. Bir ölçüde bu gerçekleşti: İki görüşü de öteden
beri savunanlar yeni bulguyu ya selamlamak ya da göz ardı etmek için
kuyruğa girdiler. Ama, belki de, tartışma odağı değişmeye başladığı için
eski keşiflerden sonrasına kıyasla söylemleri bir parça yumuşamıştı.
Bilim insanları, artık Neandertaller ya da diğer arkaik insanların
evrimleşerek modern insana dönüştüğünü öne sürmek yerine, gitgide
Neandertaller ve modern insanın ne tür bir etkileşim içinde olduğu
sorunu üzerinde odaklanıyorlardı.
Birbirleriyle savaşmışlar
mıydı? Birbirlerinden öğrenmişler miydi? Birbirleriyle konuşmuş ya da
melezleşmiş ya da yoksa birbirlerini sadece görmezlikten mi gelmişlerdi?
Belki ya arkeologlar ya mikrobiyologlar -ya da tamamen farklı
disiplinlerden gelen araştırmacılar- bir gün bu sorulan
yanıtlayabilecek. Şimdilik, yanıtlar ne kadar ilginç olursa olsun, çok
spekülatif. Örneğin, Alman antropologu Günler Brauer, Afrika’dan göç
senaryosunun çok daha ılımlı bir çeşidini önermiştir. Brauer’e göre,
modern insan gerçekten de Afrika’da ortaya çıkmış, sonra dünyanın diğer
yerlerine gitmiştir. Ama Ortadoğu ve Avrupa’da karşılaştığı
Neandertallerden birçok yönden farklı olmasına rağmen, onları
melezleşmeyecek kadar farklı görmemişti. Dolayısıyla Brauer, Neandertal
genleri bizim yapımızın ancak çok küçük bir parçasını bile oluştursa,
modern insanın bazı Neandertal ataları olabileceğini öne sürdü.
Diğer
kampta, Tennessee’li antropolog Fred Smith gibi, çok merkezliliğin bazı
savunucuları, insan yapısında temel genetik değişimin Afrika’da
gerçekleştiğini teslim ettiler. Ancak Smith Avrupalı ve Ortadoğulu
Neandertallerin, yeni gelenler tarafından ortadan kaldırılmadığını, tam
tersine onları içlerine alarak, genetik üstünlüklerini kendilerine
geçirdiklerini ileri sürdü.
Ne Brauer’un ne de Smith’in bulduğu orta yol tamamen benimsendi.
Bunun gibi, Neandertallerin insanın tarih öncesindeki yeri konusunda,
herhangi bir uzlaşma ufukta görülmüyor. Oysa, bilimcilerin çoğunluğu,
Neandertaller ve modern insan arasındaki ilişki ne olursa olsun, bu
ikisinin zaman ve belki mekanda çakışmış olduğu konusunda artık uzlaşmış
bulunuyor. Dolayısıyla, başlangıçta bu iki türe ait topluluklar -her
biri bazı görünebilir insan özelliklerine sahip olmakla birlikte
günümüzün ırklarına göre birbirlerinden çok daha farklı topluluklar- bir
yer-lerde, en büyük olasılıkla, ilkin Ortadoğu, ardından Avrupa’da
birbirleriyle karşılaşmışlardı.
Daha sonra ne olduğunu kesin olarak bilen hiç kimse yok.
Neandertaller bundan 100 bin yıl önce Avrupa’da
aniden ortaya çıkmış ve yaklaşık 35 bin yıl önce de
yine hızlı ve sessiz bir biçimde yok olmuş -ya da diğer
ırklarla karışarak asimile olmuş- insanlardır. Günümüz
insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz daha güçlü
ve kafatası ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır.
Neandertaller bir insan ırkıdır ve bugün
artık bu gerçek hemen herkes tarafından kabul edilmektedir.
Evrimciler bu insanları “ilkel bir tür” olarak göstermek
için çok çabalamışlar, ama bütün bulgular Neandertal
insanının bugün sokakta yürüyen herhangi bir “yapılı”
insandan daha farklı olmadığını göstermiştir. Bu konuda
önde gelen bir otorite sayılan New Mexico Üniversitesi’nden
paleoantropolog Erik Trinkaus şöyle yazar:
Neandertal
kalıntıları ve modern insan kemikleri arasında yapılan
ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neandertaller’in
anatomisinde, ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi
veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insanlardan
aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.1
Bu nedenle günümüzde birçok araştırmacı,
Neandertal insanını günümüz insanının bir alt türü olarak
tanımlayarak “Homo sapiens neandertalensis” demektedir.
Bulgular, Neandertaller’in ölülerini gömdüklerini, çeşitli
müzik aletleri yaptıklarını ve aynı dönemde yaşamış
Homo sapiens sapienslerle beraber, gelişmiş bir kültürü
paylaştıklarını açıkça göstermektedir. Kısacası Neandertaller,
sadece zamanla ortadan kaybolmuş “yapılı” bir insan
ırkıdır.
Homo Sapiens Archaic, Homo Heilderbergensis
ve Cro-Magnon
Homo sapiens archaic, hayali evrim şemasının
günümüz insanından bir önceki basamağını oluşturur.
Aslında bu insanlar hakkında evrimciler açısından söylenecek
bir şey yoktur, zira bunlar günümüz insanından ancak
çok küçük farklılıklarla ayrılırlar. Hatta bazı araştırmacılar,
bu ırkın temsilcilerinin günümüzde hala yaşamakta olduklarını
söyleyerek Avustralyalı Aborijin yerlilerini örnek gösterirler.
Aborijin yerlileri de aynı bu ırk gibi kalın kaş çıkıntılarına,
içeri doğru eğik bir çene yapısına ve biraz daha küçük
bir beyin hacmine sahiptirler. Ayrıca çok yakın bir
geçmişte Macaristan’da ve İtalya’nın bazı köylerinde
bu insanların yaşamış olduklarına dair çok ciddi bulgular
ele geçirilmiştir.
NEANDERTALLER:
İRİ YAPILI İNSANLAR
 
Üstte,
İsrail’de bulunan Homo Sapiens neanderthalensis,
Amud 1 kafatası yeralıyor. Neandertal insanı genel
olarak kısa boylu ve sağlam yapılı olarak bilinir.
Ancak bu fosilin sahibinin 1.80 m. boyunda olduğu
tahmin edilmektedir. Beyin hacmi ise bugüne kadar
rastlanılanların en büyüğüdür: 1740 cc. Bu nedenlerle
bu fosil, Neandertallerin ilkel bir tür olduğu
yönüandeki iddiaları çok kesin bir biçimde yıkan
bir delil niteliğindedir. Yanda görülen Kebara
2 (Moşe) fosili bugüne kadar bulunmuş en tamam
Neandertal kalıntısıdır. 1.70 boyundaki bu bireyin
iskelet yapısı günümüz insanından ayırdedilememektedir.
Fosille beraber bulunan alet kalıntılarından,
bu bireyin ait olduğu topluluğun aynı zamanda
aynı bölgede yaşayan Homo sapiens topluluklarıyla
aynı kültürü paylaştığrı düşünülmektedir.
Evrimci literatürde Homo heilderbergensis
olarak tanımlanan sınıflandırma ise, aslında Homo sapiens
archaic’le aynı şeydir. Aynı insan ırkını tanımlamak
için bu iki ayrı kavramın da kullanılmasının nedeni,
evrimciler arasındaki görüş farklılıklarıdır. Homo heilderbergensis
sınıflamasına dahil edilen tüm fosiller ise, anatomik
olarak günümüz Avrupalı’larına çok benzeyen insanların
günümüzden 500 bin, hatta 740 bin yıl önce İngiltere’de
ve İspanya’da yaşadıklarını göstermektedir.
Cro-magnon sınıflaması ise, 30.000 yıl
önceye kadar yaşadığı tahmin edilen bir ırktır. Kubbe
şeklinde bir kafatasına, geniş bir alna sahiptir. 1600
cc.’lik kafatası hacmi, günümüz insanının ortalamasından
fazladır. Kafatasında kalın kaş çıkıntıları vardır ve
arka kısımda, Neandertal adamının ve Homo erectus’un
karakteristik özelliği olan kemiksi çıkıntı bulunmaktadır.
Avrupalı bir ırk olarak kabul edilmesine
karşın, Cro-Magnon kafatasının yapısı ve hacmi, günümüzde
Afrika ve tropik iklimlerde yaşayan bazı ırklara fazlasıyla
benzemektedir. Bu benzerliğe dayanarak, Cro-Magnon’un
Afrika kökenli eski bir ırk olduğu tahmin edilir. Diğer
bazı paleoantropolojik bulgular, Cro-magnon ve Neandertal
ırklarının birbirleri ile kaynaşarak, günümüzdeki bazı
ırklara temel oluşturduklarını göstermektedir. Dahası
günümüzde Cro-magnon ırkına benzer etnik grupların Afrika
kıtasının farklı bölgelerinde ve Fransa’nın Salute ve
Dordonya bölgelerinde hala yaşadığı kabul edilmektedir.
Polonya ve Macaristan’da da aynı özelliklere sahip insanlara
rastlanmıştır.
Atalarıyla Aynı Anda Yaşayan Türler!…
Şimdiye kadar incelediklerimiz bize açık
bir tablo oluşturdu: “İnsanın evrimi” senaryosu tümüyle
hayali bir kurgudur. Çünkü böyle bir soy ağacının var
olması için, maymunlardan insanlara aşamalı bir evrim
yaşanmış ve bunun fosillerinin bulunmuş olması gerekir.
Oysa maymunlarla insanlar arasında açık bir uçurum vardır.
İskelet yapıları, kafatası hacimleri, dik ya da eğik
yürüme kriterleri gibi özellikler, insan ile maymunun
arasını açıkça ayırmaktadır. (1994 yılında iç kulaktaki
denge kanalları üzerinde yapılan incelemelerin de Australopithecus
ve Homo habilis’i maymun sınıfına, Homo erectus’u ise
insan sınıfına ayırdığına değinmiştik.).

26
BİN YILLIK İĞNE
Neandertal
insanının günümüzden onbinlerce yıl önce giyim-kuşam
bilgisine sahip olduğunu gösteren ilginç bir fosil:
26 bin senelik iğne. (D.Johanson, B. Edgar. From
Lucy to Language. s.99)
Bu
farklı türler arasında bir soy ağacı olamayacağını gösteren
çok önemli bir başka bulgu ise, birbirlerinin atası
olarak gösterilen türlerin aynı anda ve birarada yaşamış
olmalarıdır! Eğer evrimcilerin iddia ettiği gibi Australopithecuslar
zamanla Homo habilis’e, onlar da zamanla Homo erectus’a
dönüşmüş olsalardı, bu türlerin yaşadıkları dönemlerin
de birbirini izlemesi gerekirdi. Oysa aksine, böyle
bir kronolojik sıralama yoktur.
Evrimcilerin kendi hesaplamalarına göre,
Australopithecuslar 4 milyon yıl öncesinden 1 milyon
yıl öncesine kadar yaşamışlardır. Homo habilis olarak
sınıflandırılan canlıların ise 1,7-1,9 milyon yıl öncesinde
yaşadığı hesaplanmaktadır. Homo habilis’ten daha “ileri”
olduğu söylenen Homo rudolfensis için biçilen yaş ise,
2,5-2,8 milyon yıl kadar eskidir! Yani Homo rudolfensis,
“atası” olması gereken Homo habilis’ten neredeyse 1
milyon yıl daha yaşlıdır. Öte yandan Homo erectus’un
yaşı 1,6-1,8 milyon yıl kadar geri gitmektedir. Yani
Homo erectus örnekleri de, sözde ataları olan Homo habilis
sınıflamasıyla yaklaşık aynı zaman diliminde ortaya
çıkmışlardır.
Alan Walker, “Doğu Afrika’da Australopithecus
bireyleri ile Homo habilis ve Homo erectus türlerinin
aynı anda yaşadıklarına dair kesin deliller vardır”
diyerek bu gerçeği doğrular.2
Louis Leakey, Olduvai Gorge bölgesindeki
Bed II katmanında Australopithecus, Homo habilis ve
Homo erectus fosillerini neredeyse yanyana bulmuştur.3Elbette böyle bir soy ağacı olamaz. Harvard Üniversitesi
paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir
evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği
bu çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer birbiri ile paralel
bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı)
çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu?
Açıktır ki bunların biri diğerinden gelmiş olamaz.
Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel
bir gelişme trendi göstermemektedirler.4
Homo erectus’tan Homo
sapiens’e doğru ilerlediğimizde de yine ortada bir soyağacı
olmadığını görürüz. Homo erectus’un ve Homo sapiens
archaic’in günümüzden 27.000 yıl öncesine hatta 10.000
yıl öncesine kadar yaşamlarını sürdürmüş olduklarını
gösteren bulgular vardır. Avustralya’da Kow Bataklığı’nda
13 bin yıllık, Java Adası’nda ise 27 bin yıllık Homo
erectus kafatasları bulunmuştur.5
Homo Sapiens’in Gizli Tarihi
Tüm bu incelediklerimizin yanında, hayali
evrim soy ağacını temelinden yıkan en önemli ve şaşırtıcı
gerçek ise, Homo sapiens’in, yani modern insanın tarihinin
hiç umulmadık kadar geriye gitmesidir. Paleontolojik
bulgular, bundan neredeyse bir milyon yıl öncesinde,
bize tıpatıp benzeyen Homo sapiens insanlarının yaşadığını
göstermektedir.Bu konudaki ilk bulgular,
ünlü evrimci paleoantropolog Louis Leakey’e aitti. Leakey,
1932 yılında Kenya’daki Victoria gölü yakınlarındaki
Kanjera bölgesinde anatomik olarak modern insandan farkı
olmayan, Orta Pleistosen devrine ait birkaç tane fosil
buldu. Ancak Orta Pleistosen devri, bundan bir milyon
yıl öncesi demekti.6Bu bulgular evrim soy ağacını tepetaklak
ettiği için diğer bazı evrimci paleoantropologlar tarafından
reddedildi. Ama Leakey, hesaplarının doğru olduğunu
her zaman için savundu.
Evrimci literatürün en popüler
dergilerinden biri olan Discover, Aralık 97 sayısında,
800 bin yıllık insan yüzünü kapaktan vererek, evrimcilerin,
“bizim geçmişimize ait yüz bu mu?” şeklindeki
hayret ifadesini başlık yapmıştı.
Bu tartışma unutulmaya başlamıştı
ki, 1995 yılında İspanya’da bulunan bir fosil, Homo sapiens’in
tarihinin sanıldığından çok daha eski olduğunu çok çarpıcı
bir biçimde ortaya çıkardı. Söz konusu fosil, Madrid Üniversitesi’nden
üç İspanyol paleoantropolog tarafından İspanya’daki Atapuerca
adı verilen bölgedeki Gran Dolina mağarasında bulundu.
Fosil, günümüz insanıyla tamamen aynı görünüme sahip 11
yaşındaki bir çocuğa ait bir insan yüzüydü. Ancak çocuk
öleli tam 800 bin yıl olmuştu. Discover dergisi, Aralık
1997 sayısında, konuya geniş yer verdi.
Bu
fosil, Gran Dolina araştırma ekibinin başı Arsuaga Ferreras’ın
bile insanın evrimi hakkındaki inançlarını sarsmıştı.
Ferreras, şöyle diyordu:
Büyük, geniş, şişkin,
yani anlayacağınız ilkel bir şeyle karşılaşmayı umuyorduk.
800.000 yıl yaşındaki bir çocuktan beklentimiz, Turkana
Çocuğu gibi bir şey olmasıydı. Ama bizim bulduğumuz
bütünüyle modern bir yüzdü… Bunlar sizi sarsan türden
şeyler: Fosil bulmak değil, tamam fosil bulmak da
beklenmedik ve güzel bir olay. Fakat, en etkileyici
olanı bugüne ait olduğunu düşündüğünüz birşeyi geçmişte
bulmanız. Bu bir anlamda, Gran Dolina’da kasetçalar
bulmak gibi birşey. Böyle birşey çok şaşırtıcı olurdu
elbette. Alt Pleistosen tabakalarında teypler, kasetler
bulmayı beklemiyoruz, ancak 800 bin yıllık “modern”
bir yüz bulmak da bunun gibi bir şey. Onu gördüğümüzde
çok şaşırmıştık.7
Bu fosil Homo sapiens’in tarihinin
800 bin yıl kadar geriye götürülmesi gerektiğine işaret
ediyordu. Ama fosili bulan evrimciler, ilk şoku atlattıktan
sonra, bu fosilin başka bir türe ait olduğuna karar verdiler.
Çünkü evrim soy ağacına göre 800 bin yıl önce Homo sapiens’in
yaşamamış olması gerekiyordu. Bu yüzden “Homo antecessor”
adlı hayali bir tür oluşturdular ve Atapuerca kafatasını
bu sıralamaya dahil ettiler.

0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-