Geçmişi 200 bin yıl öncesine giden ve daha önce etobur oldukları düşünülen insan türü Neandertallerin, çeşitli bitki ve sebzeleri de pişirerek yedikleri belirlendi. ABD‘deki bilimadamlarının yaptıkları araştırmada, Neandertallerin dişleri arasında pişirilmiş bitki kalıntıları bulundu. Araştırma, Neandertallerin beslenme biçiminin etle sınırlı olmadığını ve daha önce zannedilenden çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor. Neandertallerin etobur oldukları yolundaki inanç, bu türün kemik analizlerinin, pek sebze yemediklerini göstermesine dayanıyordu. “Proceedings of the National Academy of Sciences” dergisinde yayımlanan yeni araştırma, sözkonusu kimyasal analizlerin tersi yönde, doğrudan deliller sağladı. Araştırmacılar, dünyanın çeşitli yerlerindeki Neandertallerin dişlerinde fosilleşmiş bitki kalıntıları buldular ve bunların bazılarının pişirilmiş olduğunu saptadılar. Daha önce Neandertallerin yaşadıkları bölgelerde ve ocaklarında polen taneleri bulunmuştu ancak bu son araştırmanın, bitkilerin bu tür tarafından tüketildiğinin açık göstergesi olduğu belirtiliyor. George Washington Üniversitesi’nden Prof. Alison Brooks, daha önceki testlerde, kemiklerdeki protein seviyesine bakıldığını ve bunun sonucunda da Neandertallerin etobur oldukları varsayımına varıldığını belirtti. Brooks, “ancak bu proteinin bir bölümünün bitkilerden gelme ihtimali de var” dedi. Araştırma, Neandertallerin daha önce zannedildiğinden daha fazla insanlara benzediğini de göstermesi açısından önem taşıyor. Neandertal adı, Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde Düsseldorf kenti yakınında Neander Vadisi’nden geliyor. “Thal”, Almanca “vadi” anlamına geliyor. Neander Vadisi, bu türün ilk keşfedildiği yer olarak biliniyor. Neandertal adamının rekonstrüksiyonu Neandertaller yaklaşık 200 bin ile 35 bin yıl önce yaşamış insan türüdür. Latince adı Homo sapiens neanderthalensis. 1855 yılında Almanya’nın Neander vadisinde (Almanca “tal”, eski Almanca’da “thal”=vadi) bulunan kalıntılardan dolayı bu türün adı Neandertal olarak koyuldu. Neandertal dik yürüyen anlamına gelir. İlk bulunan örneklerden birisinin ileri derecede romatizma hastası oluşundan dolayı, ilk başlarda bu türün bir ucube olduğu düşünüldü. Neandertaller bizim türümüz olan Homo sapiens’e göre biraz daha irice bir insan türüdür. Neandertallerin genel olarak yaşadığı bölge, Avrupa ve Yakındoğu’dur. Türkmenistan’da da Neandertallere ait fosiller bulunmuştur. Fakat Çin’de Neandertaler yaşamamıştır. Bu dönemde Avustralya ve Amerika kıtalarında da insan yerleşimi yoktur. Yaşadıkları dönem, Riss buzulu ile Riss-Würm buzul arasıdır. İlerleyen araştırmalar Neandertallerin de bizim türümüz gibi bir kültüre sahip olduğunu gösterdi. Ateşin yaygın ve etkili bir şekilde kullanılması onların yaşadığı dönemde gerçekleşti. İlk fırlatmalı silah olan mızrakları onlar icat etti. Ölü gömmeyle ilgili ilk kanıtlar da Neandertallerden kalmıştır. Bu nedenle en çok fosili bulunan insan türlerinin başında (bizim türümüzden sonra) Neandertaller gelmektedir. Modern arkeolojinin en büyük tartışma konularından biri de Neandertallerin bizim türümüzün atası olup olmadığıdır. Bu konuda yapılan genetik araştırmalar her defasında farklı sonuçlar ortaya koymaktadır. Genetik olarak ne olduğunu bir yana bırakırsak, kültürel anlamda Neandertallerin bizim kültürümüzü oluşturan temel ögelere sahip oldukları kabul edilebilir. ‘İnsan ve Neandertal çiftleşmişlerdi’ ABD’li antropolog Erik Trinkaus, 35 bin yıllık iskeletler üzerinde yaptığı araştırmada, insanın atalarıyla Neandertaller’in çiftleştiklerini ve Avrupa halklarında Neandertal atalarından genetik kalıntılar olabileceğini öne sürüyor.NTV-MSNBC Güncelleme: 21:06 TSİ 03 Kasım 2006 Cuma İSTANBUL – Antropologlar, insanların Neandertaller’le kültürel iletişime girdiğini savunuyor. Ancak biyolojik evrim tarihi açısından esas önemli soru, Afrika’dan gelen insanların, Avrupa’da hüküm sürmekte olan Neandertaller’le çiftleşip çiftleşmedikleri. ABD’nin önemli araştırma kurumlarından Washington University uzmanı Erik Trinkaus, Avrupa’daki insanların Neandertaller ile ilişkilerinin olduğunu savunuyor. DNA dizelerinin oluşturulması, evrimin gizemli yaratıkları Neandertaller’in saç ve göz rengi, deri biçimi, zihin ve konuşma yetileri gibi konularını aydınlatacak. Bilim insanlarının merak ettiği bir konu da, Neandertaller’in insanın genetik havuzuna katkı yapıp yapmadığı. Geçen haftalarda yayımlanan bir makalede Washington University uzmanı Erik Trinkaus, Avrupa ırklarının genetik havuzunda Neandertal kalıntıları olabileceğini savunmuştu. DNA’LAR YÜZDE 99.9 BENZİYOR Science dergisinde yayımlanan makalesinde Profesör Rubin, Neandertal’in genetik materyelinin metagenomics adı verilen bir yöntemle yeniden yapılandırıldığını belirtti. Bu yöntemde DNA parçaları, bir bakterinin içine konarak kendi kendilerine çoğalmaları sağlanıyor. Rubin’in deyimiyle bu şekilde bakteryel kapta bir DNA kümesi meydana geliyor. Rubin bu yöntemle Neandertal’in 65.250 çift DNA serisini yeniden oluşturdu. Rubin, Neandertal DNA’sı ile insan DNA’sının yaklaşık yüzde 99.5 ile 99.9 arasında benzerlik taşıdığını vurguladı. Bilim ekibi şimdiye dek 12 Neandertal’in mitokondrial DNA’sının (mtDNA) dizilerini yapılandırdı. Hücre çekirdeğindeki DNA’lar anneden çocuğa geçiyor ve çekirdek DNA’dan daha uzun süre dayanıyor. İlk belirlemeler Neandertaller’in insanlardan farklı olduğunu gösteriyor. İnsanoğlunun evrimsel kuzeni varsayılan Neandertaller’in nükleer DNA’sından alınan örnekler ise daha ince detayların açığa çıkmasını sağlayacak. FOXP2 GENİ MERCEK ALTINDA Rubin, Neandertal’in FOXP2 genini inceleyecek, zira bu genin insanın şempanzeden ayrıldıktan sonra konuşma yetisini sağladığı düşünülüyor. Tabiatiyle, konuşma yetisi göz renginden daha öncelikli bir konu. DNA’ları yeniden yapılandırılan 38.000 yıllık Neandertal, Hırvatistan’ın Vindija Mağarası’nda bulunmuştu. Neandertal’in genetik haritasının oluşturulması ve DNA’nın yeniden yapılandırılması için 5 gram’lık bir kemik parçası yeterli geliyor. AVRASYA’DA HÜKÜM SÜRDÜLER Bilim insanları, 500.000 yıl önce insanın atasından ayrılan Neandertaller’in Homo Sapiens’e en yakın tür olduğunu tahmin ediyor. Bu önermeye göre, insanoğlu yarım milyonluk evrimi boyunca zihinsel yetilerini sürekli geliştirerek bugüne ulaşırken, çevre uyum sağlayamayan Neandertaller zamanla yeryüzünden silindi. Almanya’nın Leipzig kentinde bulunan Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü uzmanı Svante Paabo’ya göre, ilk Neandertaller yaklaşık 3.000 kişilik küçük bir kavimdi. Avrupa’dan Özbekistan’a yayılan kuzey Avrasya’da hüküm süren ve güçlü yapıya sahip Neandertaller, insanoğlunun en yakın insansı akrabasıydı. İNSANLA NEANDERTAL ÇİFTLEŞTİ TEZİ Afrika’dan çıkan modern insan ise Avrupa’ya yaklaşık 40.000 yıl önce girdi, bunu müteakip 10.000 yıl içinde Neandertaller yeryüzünden silindi. 24.000 yıllık son Neandertal izlerine İberya Yarımadası’nda rastlandı. Neandertaller’in insanların yıkıcı etkisi nedeniyle yok olduğuna dair kesin bir kanı oluşmuş değil. ABD’li antropolog Erik Trinkaus, insanların Avrupa’ya girişiyle Neandertaller’le çiftleştiğini ve Neandertaller’in insanın genetik havuzuna katkı yaptığı fikrini ortaya atmıştı. Edward Rubin, bu fikri güçlendiren kanıtlara rastlamadığını belirtirken; Paabo, genetik katkının insandan Neandertal’e doğru olduğunu savunuyor.İnsanlar ile Neandertaller arasında dik yürümenin dışında da bazı zihinsel benzerlikler bulunuyor. Her ikisi de temel ses yetilerini ortak bir dil oluşturucak şikeldi geliştirmişti. Neandertaller ise gelişmiş beyinleri olmasına karşın insanlar kadar sofistike ber neden-sonuç ilişkisi ve akıl yürütme yeteneklerine sahip değildi. İNSANLA PRİMAT ARASINDA BEKLENMEDİK FARKLAR Neandertallerin genetik şifresi insanlarınkisi çözülecek. İnsanın en yakın akrabası primatların DNA serisi geçen yıl deşifre edilmişti. Bu gen haritasında insanla primatlar arasında bazı önemli DNA farklılıkları olduğunu ortaya çıkarmıştı. Örneğin, insanla primatlar arasında 35 milyon farklılığın çıkması, birçok soru işaretini beraberinde getirmişti. İNSANIN GELİŞİNE IŞIK TUTACAK Buna karşılık, Neandertaller’in ise insana çok yakın bir genetik haritasının olabileceği belirtiliyor. Özellikle insan beynine olan benzerliği primatlardan daha yüksek olması nedeniyle Neandertaller’in aklın gelişimine ışık tutması bekleniyor. Neandertal (solda) ve insan iskeletleri. Avrupa’da bulunmuş fosil kalıntılarının inceleneceği proje kapsamında bilim insanları Neandertal genetik haritasına 3 milyar şifre çözecek. Eldeki fosillerde DNA’ların sadece yüzde 5’inin Neandertaller’e özgü olduğu düşünülüyor. Neandertaller ve insanlar 500 bin yıl öncesinde aynı atadan geliyor, ancak Neandertaller daha sonra evrimin çıkmaz sokaklarında yok olurken, insanoğlu evrimini ve gelişmini sürdürerek bugüne ulaştı. Max Planck Estitüsü, Branford-Connecticutt merkezli 454 Life Sciences adlı bir genetik şirketiyle işbirliği yapacak. Neandertal iskeleti (solda), 168 cm boyunda ve 64.5 kg ağırlığında bir canlıya ait. Beyni ise bin 200 ila bin 700 santimeküp kare hacme sahip. İnsan (sağda) ise 175 cm boyunda ve 78 ağırlığında olup, bin 300 ila bin 500 santimeküp kare beyne sahip. Neandertal iskeleti 120 bin yıla ışık tutuyor Antropologlar, Neandertal iskeletlerinden parçaları birleştirerek ilk kez bir model meydana getirdi. Ortaya beli kısa, kalçası büyük bir yaratık çıktı. NEANDERTAL KEMİKLERİ BİRLEŞTİRİLDİ La Ferrassie 1’e eklenen parçalar, 1983 yılında İsrail’de bulunan 60 bin yıllık Kebara 2 adlı bir başka Neandertal iskeletinden geldi. Kebara 2, şimdiye dek bulunan en düzgün göğüs kafesi ve leğen kemiğine sahip Neandertal iskeleti. 70 bin yıllık La Ferrassie ise, 1909 yılında Fransa’da bulunmuştu. Ortaya çıkan Neandertal iskeleti bilim insanlarını da şaşırttı. Aşağı doğru büyüyen bir kaburga yapısı gövdeyi yuvarlaklaştırıyor, geniş kalça yapısı ise Neandertal canlısının büyük bir kalçası olduğunu gösteriyor. BELİ KISA, KALÇASI BÜYÜK Neandertal iskeletinde insana göre en önemli fark, göğüs kafesi ve omurga yapısının insanın tam tersine aşağı doğru daralmak yerine, genişlemesi. Düz durduğunda Neandertal’in belinin, insana göre çok daha kısa olduğu farkediliyor. Bilim insanları, Neandertal’in belinin kısalığını “Beli çok kısa olduğu için, cüce bir yapı söz konusu” şeklinde özetliyor. MODERN İNSANIN KUZENİ Birden çok Neandertal’den alınan parçalardan ortaya çıkan sonuç için bilim insanları “Neandertal Frankenstein’ı” benzetmesini yapıyor. İlk bakışta insana benzerliği ile dikkat çeken Neanderthal’i bilim insanları “Homo Sapiens’in uzak akrabası” şeklinde tanımlıyor, çünkü “kemik yapısı ve göğüs kafesindeki farklılıklar nedeniyle insanın Neandertal’den üremesi olanaksız görünüyor”. Modern insanın Neandertal’den üremiş olamayacağını belirten Sawyer, “Şüphesiz onlar da insansı yaratıklar, modern insanın ancak uzak kuzeni olabilir” diyor. 120 İLA 29 BİN YIL ÖNCE YAŞADILAR Neandertaller, Avrupa ve Ön Asya’da 120 bin ila 29 bin yıl önce insanlarla birlikte aynı coğrafyada yaşadılar. Soğuğa dayanıklı olan bu canlılar, güçlü elleri ve kaslı yapıları ile avcılıkta gelişmişlerdi. Model Neandertal iskeleti, halen ABD’nin Cold Spring Harbor kentindeki Dolan DNA Learning Center’da tutuluyor, daha sonra da Amerikan Doğal Tarih Müzesi’nde sürekli gösterime girecek. ntropologlar, insanların Neandertaller’le kültürel iletişime girdiğini savunuyor. Ancak biyolojik evrim tarihi açısından esas önemli soru, Afrika’dan gelen insanların, Avrupa’da hüküm sürmekte olan Neandertaller’le çiftleşip çiftleşmedikleri. ABD’nin önemli araştırma kurumlarından Washington University uzmanı Erik Trinkaus, Avrupa’daki insanların Neandertaller ile ilişkilerinin olduğunu savunuyor. Trinkaus, araştırmasında Neandertaller ve insanlara ait kemik parçaları, kafatasları, çene kemiklerini karşılaştırdı. Mukayesede kullanılan insan kemiklerinin bir kısmı, Afrika’da yaşayan insanlardan seçilirken, bir kısmı da Avrupa’ya göçenlerden seçildi. Mukayesede insan kemiklerinde sadece Neandertaller’den kaynaklanabilecek bazı özelliklerin var olduğu tespit edildi. Bunların başında, Neandertaller’de olduğu gibi farklı beyin yapısının bir sonucu olarak kafatasının arkaya doğru bombe yapması geliyor. Ayrıca insanlarda çene kemiği ve kaslarının yapısı da Neandertaller ile çiftleşme belirtileri gösteriyor. ‘NEANDERTALLER BİZİM KUZENİMİZ’ Trinkaus bulguları, “İki tür arasında çiftleşme olduğu, iki türün de birbirlerini sosyal olarak kabul ettiğiniz söyleyebiliriz” şeklinde yorumluyor. Esas ilginç bulgu ise şu, Trinkaus’a göre bazı Avrupa halklarının genetiğinde Neandertal kalıntıları bulunuyor olabilir. Ancak Trinkaus bunun ne oranda belirleyici olduğunu henüz tespit edemiyor. İnsanın ataları ve Neandertaller insanoğlunun hayat ağacının iki dalı. Birbirleriyle aralarında anatomik farklar olmasına karşın, bilim insanları iki türü ‘kuzen’ olarak niteliyor. Trinkaus her iki türün de birbirlerine diğer türlerle olduğundan çok daha yüksek ‘sosyal yakınlık’ gösterdiğini vurguluyor. İki tür arasındaki binlerce yıl yakınlıktan sonra insanlar ayakta kalırken, Neandertaller yaklaşık 30.000 yıl önce yeryüzünden silindi. Trikaus’un araştırmasını yürüttüğü kemikler, Romanya’da Pestera Muierii mağarasında 1952’de bulunmuştu. Karbon tarihleme yöntemiyle yapılan mukayesede kemiklerin en az 35.000 yıllık olduğu tahmin ediliyor. Avrupa kıtasında şimdiye dek sadece çok az sayıda 28.000 yıldan daha eski insan kalıntısı bulunabildi. İNSANLAR NEANDERTALLER’İ TÜKETTİ Mİ? Avrupa’dan Özbekistan’a dek yayılan geniş bir coğrafyada yaşadıkları tahmin edilen Neandertaller’e ait en eski kalıntılarsa 400.000 yıllık. Neandertaller, fiziksel olarak oldukça güçlü olduklarından çok iyi avcılardı. Modern insanın atası ise yaklaşık 40.000 yıl önce Avrupa kıtasına güneyden giriş yaptı. Neandertaller’in soyunun ise insanların Avrupa’ya girmesinden yaklaşık 10.000 yıl sonra tükendiği tahmin ediliyor. En son Neandertaller’in İberya Yarımadası’nda 24.000 yıl önce öldüğü varsayılıyor. Neandertaller’in soyunun nasıl tükendiği ile ilgili çeşitli varsayımlar mevcut. Kimi uzmanlar, iklim değişikliğinin açlık ve hastalıkları beraberinde getirdiğini, kimi uzmanlar ise daha zeki olan insanların Neandertaller’in sonunu hazırladığını düşünüyor. İkinci teoriye göre, zeki insanoğlu ticaret yaparak, kıtlık zamanlarında ayakta kalmayı becerirken, Neandertaller açlıktan kırıldı. Ancak, soylarının tükenme nedeni ne olursa olsun, Trinkaus Neandertaller’in modern insanın genetik havuzuna katkısı olduğunu vurguluyor. 1856 Ağustosunda bir gün, kuzeybatı Almanya’da Neander Vadisi’ndeki bir taş ocağında, bir işçi kireçtaşı içinde mağara ayısına ait olabileceğini düşündüğü bazı kemikler buldu. Bulduklarını o yörede öğretmenlik yapan, doğa tarihine meraklı Johann Fuhlrott’a göstermek için bir kenara ayırdı. Fuhlrott, ayı kemiklerinden çok daha önemli bir olayla karşı karşıya olduğunu hemen kavradı. Kafatası hemen hemen bir insanın kafatası boyutlarındaydı ama farklı bir biçime sahipti, alnı daha basıktı. Gözlerin üzerinde kemik çıkıntısı vardı, geniş basık bir burun, iri ön dişler ve eğik bir sırt görülüyordu. Bulunan kemiklere bakılırsa, onların sahibi olan yaratık, normal insanlardan daha kısa, bodur ve çok daha güçlüydü ama yine de bu kemikler bir insan iskeletini andırıyordu. Fuhlrott, kemiklerin çok eski jeolojik tortuların arasında bulunmuş olmasının, onları daha da önemli kıldığını anlamıştı. Öğretmen, Bonn Üniversitesi’nde anatomi profesörü olan Hermann Schaaflhausen ile temas kurdu. Profesör de kemiklerin olağandışı olduğunu kabul etti. Daha sonra, bunların “bugüne dek bilinmeyen doğal bir yapı” olduklarını söyleyecekti. Gerçekten de Schaaflhausen, işçinin bulduğu ve Neandertal olarak adlandırılacak olan iskeletin, yeni -daha doğrusu çok, çok eski- bir insan tipi olduğuna inanıyordu. Hatta, Schaaflhausen, Neandertallerin modern insanın eski atası olduğundan bile kuşkulanmış olabilirdi. Eğer profesör ve öğretmen, buluşlarının bilimsel çevreler tarafından onurlandıracağını ummuşlarsa, büyük bir düş kırıklığı yaşamış olmalılar. Darvin’in evrim teorisini öne sürdüğü Türlerin Kökeni’nin yayınlanmasına (1859) daha üç yıl vardı. Bilim insanlarının çoğunluğuna göre, insanın bırakalım şu kemiklerin ait olduğu türü, bir başka türden evrimleştiği fikri tam bir saçmalıktı. Zamanın önde gelen patologu, Rudolf Virchow, kemikleri inceledi ve bunların pek bilinmeyen bir hastalıktan ölen normal bir insana ait olduğunu açıkladı. Diğer uzmanlar da bu kervana katıldılar. Ne var ki, on dokuzuncu yüzyılın sonunda, Darvinizm artık bilimsel çevrelerin çoğunluğuna egemendi.Fransa‘da Gabriel de Mortillet gibi bazı bilim adamları, kemikleri yeniden inceleyip, modern insanın Neandertallerden türediğini öne sürdüler. Fransa, Belçika ve Almanya’da daha çok Neandertal kalıntısının bulunması, savlarını güçlendirdi. 110 bin ile 35 bin yıl öncesine ait olan fosiller, ya hastalıklı ya da modern insan olduklarını öne sürerek, bu türü göz ardı etmeyi olanaksız kılmıştı. Ama bir başka Fransız’ın, Marcellin Boule’nin başını çektiği bilim insanlarının çoğunluğu, Neandertallerin insanın atası olduğunu hala inatla reddediyordu. Boule, iskeletlerin eski olabileceğini kabul etmekle birlikte, kendisiyle akraba olamayacaklarını söylüyordu. Boule, bu bükük dizli, kambur, eğik belkemikli Neandertallerin insandan çok, insansı maymun olduğunu ileri sürdü. Ona göre, eğer modern insanın onlarla herhangi bir ilişkisi olmuşsa, bu ilişki her kim olurlarsa olsunlar, bizim gerçek insan atalarımızın bu “yozlaşmış türü” yeryüzünden silmesiyle sınırlı olmalıydı. Yirminci yüzyılın büyük bölümünde bilimsel ayrılık sadece derinleşti. Bir yanda ilkel olsalar da Neandertalleri doğrudan atamız olarak gören Mortillet’nin izleyicileri vardı. Diğer yanda, Boule gibi, Neandertalleri en iyimser tahminle uzak kuzenlerimiz, yerlerini modern insana bırakmaya mahkum bir evrimsel çıkmaz sokak olarak görenler vardı. Ancak, bilimciler son birkaç yıldır bu derin ayrılığı gidermeye yeni yeni başladılar. Boule’un izleyicilerinin, yirminci yüzyılın uzunca bir bölümünde bile Neandertalleri göz ardı edebilmesinin tek nedeni, insanın atası olarak çok iyi bildikleri ve güvendikleri kendi adaylarım öne çıkarabilmekti. Bu aday 1912′de keşfedilen ve daha sonra bir sahtekarlık olduğu anlaşılan ‘Piltdown’ insanıydı. Charlos Dawson adlı bir amatör fosil avcısı, Piltdown kemiklerini İngiltere’de, Sussex’te bir çimenlikte buldu ve kemikler anında sansasyon yarattı. Neandertal kafatasının tersine, Piltdown’unki birçok açıdan modern insanınkine tıpatıp uyuyordu. İlkel görünen sadece maymunlarınkini andıran dişlerdi ama burada bile üstleri düzleşmiş dişler kafatasına insan özelliği katıyordu. İşte bu Boule’un kendi atası olarak kabul etmekten mutluluk duyabileceği türdü! Sorun Piltdown insanının bir sahtekarlık olmasıydı. Birisi, belki de Dawson bir modern insan kafatasından parçalar almış, bunları bir orangutanın çene kemikleriyle birleştirmiş ve kemiklerin iyice eski görünmesini sağlamak için boyamıştı. Törpülenen dişler araştırmacıları yanlış yola sürüklüyordu. En sonunda, 1953′te bilim insanları dişleri mikroskop altında incelediklerinde törpü izlerini açıkça görebildiler. Şimdi bilimde ağırlık, Neandertallerin insanın ataları olduğuna kaymıştı. Bilimciler, onların bizden ne kadar farklı olduğunu vurgulamak yerine, benzerlikler üzerinde odaklanmaya başladılar. 1957′de iki Amerikalı anatomisi, William Straus ve A. J. E. Cave, Boule’un Neandertalleri vahşi ve insantürü dışında tanımlamasına kaynaklık eden, hemen hemen aynı fosili yeniden incelediler. Bu, 1908′de Güney Fransa‘da bir mağarada bulunan La ChapelleauxSaints fosiliydi. Straus ve Cave’in ilk dikkatini çeken, La ChapelleauxSaints insanının raşitik olmasıydı. Bu Boule’un da gözünden kaçmamıştı ama etkilerini göz ardı etmişti. Straus ve Cave’e göre, raşitizm Neandertallerin dik duruşuna kanı oluşturduğundan, Neandertal insanın diğer bölümleri bir anda modern insandan çok farklı görünmedi. İki anatomisi, buradan eğer Neandertal insanı “yeniden yaratılabilse ve yıkanmış, tıraş olmuş bir şekilde ve modern giysilerle, New York metro istasyonuna bırakılsaydı, şehrin diğer sakinlerinden daha çok dikkat çekmezdi” sonucuna vardı. Piltdownsonrası dönemde, Neandertallerin görünüşleri kadar davranışlarının da yeniden değerlendirildiğini gördük. 1960′larda Amerikalı antropolog C. Loring Brace, Neandertal aletleri, teknolojisi ve örgütlenmesiyle ilgili yeni çalışmalarıyla yeni bir yol açtı. Örneğin, Brace, geride bıraktıkları küllerin yapısından. Neandertallerin yiyeceklerini, daha sonra gelen insaniarmkinden çok farklı olmayan alçak çukurlarda pişirdikleri sonucunu çıkarmıştı. Diğer antropologlar, birçok Neandertal kalıntısının bilinçli bir şekilde gömüldüğünü ve bunun tartışılmaz bir biçimde insanlara özgü bir uygulama olduğunu bildirdiler. Ayrıca, çeşitli Neandertal alanlarında özenle sıralanmış kemiklerin bir çeşit kurban törenine işaret ettiği görülüyordu ve Yugoslavya’daki Krapina alanında Neandertal kemikleri yamyamlık izlenimi verecek şekilde parçalanmıştı. Bunlar ne denli dehşet verici olursa olsun, kesinlikle insana özgüydü. Neandertallerin yüceltilmesi, 1971′de Ralph Solecki’nin Shanidar diye bilinen bir Irak mağarasındaki çalışmalarını yayınlamasıyla doruğa çıktı. Oradaki bir Neandertal mezarlığından alınan toprak örneklerinde, rüzgarın taşıyabileceği ya da hayvanların getirebileceğinden çok fazla, olağandışı yüksek miktarda dağ çiçeklerinin polenlerine rastlandı. Solecki, buradan Shanidar Neandertallerinin mezarlık alanlarına çiçek bıraktıkları sonucuna vardı ve kitabına “The First Flower People” (İlk Çiçek Çocukları) adını verdi. Solecki, orada gömülü yaşlı birisine ait kemiklerden adamın sağ kolunun olmadığının ve kör olduğunun anlaşıldığını belirterek, bunların Neandertallerin insan olduğunu gösteren ek bir kanıt olarak kabul edilmesi gerektiğini bildirdi. Bu durum aile ya da klan üyeleri tarafından bakılmaması koşuluyla kesinlikle adamın erken ölümüne yol açmış olmalıydı. Solecki’nin kitabıyla birlikte, Neandertallerin dönüşümü tamamlanmıştı. Boule’un imgelemindeki kuyruksuz iri maymuna benzeyen vahşiler olmaktan çıkıp, şimdi bir çeşit hippilerin ilk örneğine, modern insanlardan birçok yönden daha insani özellikler taşıyan bir topluluğa dönüşmüşlerdi. Aynı zamanda, modern insanın Avrupa ve Ortadoğu’da Neandertallerden ve başka bölgelerdeki benzer eski insanlardan evrimleştiğini öne süren “çok merkezli evrim” teorisi olarak bilinen teorinin doruk noktasıydı bu. Ama Neandertal imgesi (ve onunla birlikte, çok merkezli evrim teorisi) bir başka darbenin eşiğindeydi. Bu kez saldın arkeolog ya da antropologlardan değil, moleküler biyologlardan gelecekti. Biyologlar, ne fosiller ne de arkeoloji ya da antropoloji hakkında yeterli bilgiye sahipti. Ama kalıtım materyalinin Mitokondriyal DNA ya da kısaca mtDNA diye bilinen küçük bir kesiti konusunda yeterince bilgileri vardı. Berkeley Üniversitesi biyologlarından oluşan bir ekip Rebecca Cann, Mark Stoneking ve Allan Wilson insan mtDNA’sının mutasyon süresini hesapladı ve 1987′de insanın kökenini yaklaşık iki yüz bin yıl öncesine tarihlendirdi. İnsan soyunun bu hipotetik anasına uygun bir isim de bulundu: Havva. Artık elimizde insanın yeni bir atası vardı ve Piltdown’un tersine, bu bir sahtekarlık ürünü değildi. Eğer biyologlar yanılmamışsa ve Havva iki yüz bin yıl önce yaşamışsa, o zaman modern insan, bilim insanlarının eskiden düşündüğünden yüz bin yıl önce tarih sahnesinde boy göstermiş olmalıydı. Bu ilk modern insanların Neandertallerin soylarının tükenmesinden uzun zaman önce İber Yarımadası ‘nda bulunan fosillerden daha yirmi sekiz bin yıl öncesine kadar bazı Neandertallerin hala yaşadığı sonucuna varıyoruz ortaya çıkmış olduğu anlamına geliyordu. Neandertallerin atamız olduğunu savunanlar zor duruma düşmüştü. En başta, eğer bazı Neandertaller, bazı modern insanlardan daha yeniyse, o zaman daha eski bir türün daha yenisinden türemesi epey olanaksız görünüyordu. Eğer bugün mümkün olduğunun anlaşıldığı gibi, Neandertallerin ortaya çıkışından önce bile modern insanlar görülmüşse, o zaman modern insanın Neandertallerden evrimleşmesi tam anlamıyla olanaksızdı. Yeni tarihleme yöntemleri, modern insanın Neandertallerden çok daha eski olmasa bile, onlar kadar eski olduğuna dair daha çok kanıt sağladı. Bilimciler, eski tahminleri hemen hemen doğrulayarak, Neandertallerin yaklaşık altmış bin yıl önce, Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerinde yaşadığını tahmin ettiler. Ama modern insanla ilgili yeni tarihlemeler gerçek bir şok yaratmıştı: Modern insanının Ortadoğu’da yaklaşık doksan bin yıl önce, yani eskiden düşünüldüğünden çok daha önce yaşadığı ortaya çıkmıştı. Bu arada, arkeologlar yüz bin yıllık, bazı tarihlemelere göre, iki yüz bin yıllık modern insan kalıntıları buldukları Afrika’nın Sahraaltı bölgelerinde yeniden tarihlendirme çalışmalarına da başlamışlardı. Biyologların Havva’nın yurdunun -Cennetinin- Afrika olduğuna ilişkin bulguları buna tıpatıp uygun düşmüştü. Cann, Stoneking ve Wilson, modern Afrikalıların mtDNA’sının diğer ırklarınkinden çok daha büyük bir çeşitlilik gösterdiğini buldular. Bunu, Afrikalıların çok daha uzun bir evrimleşme süreci geçirmesine bağladılar; bu yüzden ilk insanlar Afrikalı olmalıydı. Dolayısıyla, “Afrika’dan çıkış” teorisi olarak bilinen teoriye göre, insan soyu önce Afrika’da ortaya çıktı, sonra Ortadoğu’ya yayıldı ve en son Avrupa’ya ulaştı. İnsanlar daha sonra geldikleri iki kıtada, daha ilkel Neandertallerle karşılaştı ve sonuçta insanlarla temasa geçen diğer birçok türün de yazgısını paylaşan Neandertaller tükendi. 1990′ların başında, egemen teori haline gelen “Afrika’dan çıkış” senaryosu, çok merkezli evrimin yerini almıştı. Çok merkezli evrime son darbe, 1997′de yine moleküler biyologlardan geldi. Matthias Krings ve Münih Üniversitesi’nden çalışma arkadaşları, gerçek bir Neandertal’in -aslında, Fuhlrott’un orijinal Neandertal insanının- kol kemiğinden küçük bir parçadan mtDNA numunesi almayı başardılar. Daha sonra, Neandertal mtDNA’sını yaşayan insanlarınki ile karşılaştırarak, araştırdıkları 379 diziden 27′sinde farklılık saptadılar. (Tersine, diğer modern insanlarınkinden çok daha büyük bir çeşitlilik gösteren, Afrikalıların DNA’sı birbirinden sadece 8 dizide farklılık gösteriyordu.) Krings, Neandertaller ve modern insanlar arasındaki genetik uzaklığın, Neandertallerin atamız olmasını çok büyük ölçüde olanaksız kıldığı sonucuna ulaştı. Bölgesel sürekliliği savunanlar bu kanıtların hiçbiri karşısında pes etmediler. Genetik ve tarihlemeye dayanan kanıtların geçerliliğini sorgularken, 1999′da, kendi yaptıkları büyük buluşlardan biri onları sırtlarından vurdu. Lizbon’un yaklaşık yüz otuz kilometre kuzeyinde, Portekizli arkeologlar yarı-insan, yarı-Neandertal olduğu ortaya çıkan 24.500 yaşında bir erkek çocuğunun iskeletini buldular. Çocuk anatomik bakımdan modern insana özgü bir yüze sahip olmakla birlikte, gövdesi ve bacakları Neandertaldi. Çocuğu an Neandertallerin tükendiği bir tarihten sonraki zaman dilimine yerleştiren tarihleme, çocuğun Neandertal ve modern insanın melez kuşaklarının atası olduğunu gösteriyor gibiydi. Çok merkezli evrimi savunanlar, eğer Neandertaller ve modern insanlar melezleşmişse, Afrika’dan çıkış teorisinin yandaşlarının ileri sürdüğü gibi, bu durumun, birbirlerinden o kadar uzak olamayacaklarını gösterdiğini söylemekte gecikmediler. Portekiz keşfi, her iki tarafı uzlaşmaz görünen kanıt ve teorileri savunmaya zorlayarak, tartışmayı daha sivri uçlara kaydırabilirdi. Bir ölçüde bu gerçekleşti: İki görüşü de öteden beri savunanlar yeni bulguyu ya selamlamak ya da göz ardı etmek için kuyruğa girdiler. Ama, belki de, tartışma odağı değişmeye başladığı için eski keşiflerden sonrasına kıyasla söylemleri bir parça yumuşamıştı. Bilim insanları, artık Neandertaller ya da diğer arkaik insanların evrimleşerek modern insana dönüştüğünü öne sürmek yerine, gitgide Neandertaller ve modern insanın ne tür bir etkileşim içinde olduğu sorunu üzerinde odaklanıyorlardı. Birbirleriyle savaşmışlar mıydı? Birbirlerinden öğrenmişler miydi? Birbirleriyle konuşmuş ya da melezleşmiş ya da yoksa birbirlerini sadece görmezlikten mi gelmişlerdi? Belki ya arkeologlar ya mikrobiyologlar -ya da tamamen farklı disiplinlerden gelen araştırmacılar- bir gün bu sorulan yanıtlayabilecek. Şimdilik, yanıtlar ne kadar ilginç olursa olsun, çok spekülatif. Örneğin, Alman antropologu Günler Brauer, Afrika’dan göç senaryosunun çok daha ılımlı bir çeşidini önermiştir. Brauer’e göre, modern insan gerçekten de Afrika’da ortaya çıkmış, sonra dünyanın diğer yerlerine gitmiştir. Ama Ortadoğu ve Avrupa’da karşılaştığı Neandertallerden birçok yönden farklı olmasına rağmen, onları melezleşmeyecek kadar farklı görmemişti. Dolayısıyla Brauer, Neandertal genleri bizim yapımızın ancak çok küçük bir parçasını bile oluştursa, modern insanın bazı Neandertal ataları olabileceğini öne sürdü. Diğer kampta, Tennessee’li antropolog Fred Smith gibi, çok merkezliliğin bazı savunucuları, insan yapısında temel genetik değişimin Afrika’da gerçekleştiğini teslim ettiler. Ancak Smith Avrupalı ve Ortadoğulu Neandertallerin, yeni gelenler tarafından ortadan kaldırılmadığını, tam tersine onları içlerine alarak, genetik üstünlüklerini kendilerine geçirdiklerini ileri sürdü. Ne Brauer’un ne de Smith’in bulduğu orta yol tamamen benimsendi. Bunun gibi, Neandertallerin insanın tarih öncesindeki yeri konusunda, herhangi bir uzlaşma ufukta görülmüyor. Oysa, bilimcilerin çoğunluğu, Neandertaller ve modern insan arasındaki ilişki ne olursa olsun, bu ikisinin zaman ve belki mekanda çakışmış olduğu konusunda artık uzlaşmış bulunuyor. Dolayısıyla, başlangıçta bu iki türe ait topluluklar -her biri bazı görünebilir insan özelliklerine sahip olmakla birlikte günümüzün ırklarına göre birbirlerinden çok daha farklı topluluklar- bir yer-lerde, en büyük olasılıkla, ilkin Ortadoğu, ardından Avrupa’da birbirleriyle karşılaşmışlardı. Daha sonra ne olduğunu kesin olarak bilen hiç kimse yok. Neandertaller bundan 100 bin yıl önce Avrupa’da aniden ortaya çıkmış ve yaklaşık 35 bin yıl önce de yine hızlı ve sessiz bir biçimde yok olmuş -ya da diğer ırklarla karışarak asimile olmuş- insanlardır. Günümüz insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz daha güçlü ve kafatası ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır. Neandertaller bir insan ırkıdır ve bugün artık bu gerçek hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Evrimciler bu insanları “ilkel bir tür” olarak göstermek için çok çabalamışlar, ama bütün bulgular Neandertal insanının bugün sokakta yürüyen herhangi bir “yapılı” insandan daha farklı olmadığını göstermiştir. Bu konuda önde gelen bir otorite sayılan New Mexico Üniversitesi’nden paleoantropolog Erik Trinkaus şöyle yazar: Neandertal kalıntıları ve modern insan kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki, Neandertaller’in anatomisinde, ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insanlardan aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.1 Bu nedenle günümüzde birçok araştırmacı, Neandertal insanını günümüz insanının bir alt türü olarak tanımlayarak “Homo sapiens neandertalensis” demektedir. Bulgular, Neandertaller’in ölülerini gömdüklerini, çeşitli müzik aletleri yaptıklarını ve aynı dönemde yaşamış Homo sapiens sapienslerle beraber, gelişmiş bir kültürü paylaştıklarını açıkça göstermektedir. Kısacası Neandertaller, sadece zamanla ortadan kaybolmuş “yapılı” bir insan ırkıdır. Homo Sapiens Archaic, Homo Heilderbergensis ve Cro-Magnon Homo sapiens archaic, hayali evrim şemasının günümüz insanından bir önceki basamağını oluşturur. Aslında bu insanlar hakkında evrimciler açısından söylenecek bir şey yoktur, zira bunlar günümüz insanından ancak çok küçük farklılıklarla ayrılırlar. Hatta bazı araştırmacılar, bu ırkın temsilcilerinin günümüzde hala yaşamakta olduklarını söyleyerek Avustralyalı Aborijin yerlilerini örnek gösterirler. Aborijin yerlileri de aynı bu ırk gibi kalın kaş çıkıntılarına, içeri doğru eğik bir çene yapısına ve biraz daha küçük bir beyin hacmine sahiptirler. Ayrıca çok yakın bir geçmişte Macaristan’da ve İtalya’nın bazı köylerinde bu insanların yaşamış olduklarına dair çok ciddi bulgular ele geçirilmiştir.
Evrimci literatürde Homo heilderbergensis olarak tanımlanan sınıflandırma ise, aslında Homo sapiens archaic’le aynı şeydir. Aynı insan ırkını tanımlamak için bu iki ayrı kavramın da kullanılmasının nedeni, evrimciler arasındaki görüş farklılıklarıdır. Homo heilderbergensis sınıflamasına dahil edilen tüm fosiller ise, anatomik olarak günümüz Avrupalı’larına çok benzeyen insanların günümüzden 500 bin, hatta 740 bin yıl önce İngiltere’de ve İspanya’da yaşadıklarını göstermektedir. Cro-magnon sınıflaması ise, 30.000 yıl önceye kadar yaşadığı tahmin edilen bir ırktır. Kubbe şeklinde bir kafatasına, geniş bir alna sahiptir. 1600 cc.’lik kafatası hacmi, günümüz insanının ortalamasından fazladır. Kafatasında kalın kaş çıkıntıları vardır ve arka kısımda, Neandertal adamının ve Homo erectus’un karakteristik özelliği olan kemiksi çıkıntı bulunmaktadır. Avrupalı bir ırk olarak kabul edilmesine karşın, Cro-Magnon kafatasının yapısı ve hacmi, günümüzde Afrika ve tropik iklimlerde yaşayan bazı ırklara fazlasıyla benzemektedir. Bu benzerliğe dayanarak, Cro-Magnon’un Afrika kökenli eski bir ırk olduğu tahmin edilir. Diğer bazı paleoantropolojik bulgular, Cro-magnon ve Neandertal ırklarının birbirleri ile kaynaşarak, günümüzdeki bazı ırklara temel oluşturduklarını göstermektedir. Dahası günümüzde Cro-magnon ırkına benzer etnik grupların Afrika kıtasının farklı bölgelerinde ve Fransa’nın Salute ve Dordonya bölgelerinde hala yaşadığı kabul edilmektedir. Polonya ve Macaristan’da da aynı özelliklere sahip insanlara rastlanmıştır. Atalarıyla Aynı Anda Yaşayan Türler!… Şimdiye kadar incelediklerimiz bize açık bir tablo oluşturdu: “İnsanın evrimi” senaryosu tümüyle hayali bir kurgudur. Çünkü böyle bir soy ağacının var olması için, maymunlardan insanlara aşamalı bir evrim yaşanmış ve bunun fosillerinin bulunmuş olması gerekir. Oysa maymunlarla insanlar arasında açık bir uçurum vardır. İskelet yapıları, kafatası hacimleri, dik ya da eğik yürüme kriterleri gibi özellikler, insan ile maymunun arasını açıkça ayırmaktadır. (1994 yılında iç kulaktaki denge kanalları üzerinde yapılan incelemelerin de Australopithecus ve Homo habilis’i maymun sınıfına, Homo erectus’u ise insan sınıfına ayırdığına değinmiştik.).
Bu farklı türler arasında bir soy ağacı olamayacağını gösteren çok önemli bir başka bulgu ise, birbirlerinin atası olarak gösterilen türlerin aynı anda ve birarada yaşamış olmalarıdır! Eğer evrimcilerin iddia ettiği gibi Australopithecuslar zamanla Homo habilis’e, onlar da zamanla Homo erectus’a dönüşmüş olsalardı, bu türlerin yaşadıkları dönemlerin de birbirini izlemesi gerekirdi. Oysa aksine, böyle bir kronolojik sıralama yoktur. Evrimcilerin kendi hesaplamalarına göre, Australopithecuslar 4 milyon yıl öncesinden 1 milyon yıl öncesine kadar yaşamışlardır. Homo habilis olarak sınıflandırılan canlıların ise 1,7-1,9 milyon yıl öncesinde yaşadığı hesaplanmaktadır. Homo habilis’ten daha “ileri” olduğu söylenen Homo rudolfensis için biçilen yaş ise, 2,5-2,8 milyon yıl kadar eskidir! Yani Homo rudolfensis, “atası” olması gereken Homo habilis’ten neredeyse 1 milyon yıl daha yaşlıdır. Öte yandan Homo erectus’un yaşı 1,6-1,8 milyon yıl kadar geri gitmektedir. Yani Homo erectus örnekleri de, sözde ataları olan Homo habilis sınıflamasıyla yaklaşık aynı zaman diliminde ortaya çıkmışlardır. Alan Walker, “Doğu Afrika’da Australopithecus bireyleri ile Homo habilis ve Homo erectus türlerinin aynı anda yaşadıklarına dair kesin deliller vardır” diyerek bu gerçeği doğrular.2 Louis Leakey, Olduvai Gorge bölgesindeki Bed II katmanında Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus fosillerini neredeyse yanyana bulmuştur.3Elbette böyle bir soy ağacı olamaz. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı şöyle açıklar:
Homo erectus’tan Homo sapiens’e doğru ilerlediğimizde de yine ortada bir soyağacı olmadığını görürüz. Homo erectus’un ve Homo sapiens archaic’in günümüzden 27.000 yıl öncesine hatta 10.000 yıl öncesine kadar yaşamlarını sürdürmüş olduklarını gösteren bulgular vardır. Avustralya’da Kow Bataklığı’nda 13 bin yıllık, Java Adası’nda ise 27 bin yıllık Homo erectus kafatasları bulunmuştur.5 Homo Sapiens’in Gizli Tarihi Tüm bu incelediklerimizin yanında, hayali evrim soy ağacını temelinden yıkan en önemli ve şaşırtıcı gerçek ise, Homo sapiens’in, yani modern insanın tarihinin hiç umulmadık kadar geriye gitmesidir. Paleontolojik bulgular, bundan neredeyse bir milyon yıl öncesinde, bize tıpatıp benzeyen Homo sapiens insanlarının yaşadığını göstermektedir.Bu konudaki ilk bulgular, ünlü evrimci paleoantropolog Louis Leakey’e aitti. Leakey, 1932 yılında Kenya’daki Victoria gölü yakınlarındaki Kanjera bölgesinde anatomik olarak modern insandan farkı olmayan, Orta Pleistosen devrine ait birkaç tane fosil buldu. Ancak Orta Pleistosen devri, bundan bir milyon yıl öncesi demekti.6Bu bulgular evrim soy ağacını tepetaklak ettiği için diğer bazı evrimci paleoantropologlar tarafından reddedildi. Ama Leakey, hesaplarının doğru olduğunu her zaman için savundu.
Bu tartışma unutulmaya başlamıştı ki, 1995 yılında İspanya’da bulunan bir fosil, Homo sapiens’in tarihinin sanıldığından çok daha eski olduğunu çok çarpıcı bir biçimde ortaya çıkardı. Söz konusu fosil, Madrid Üniversitesi’nden üç İspanyol paleoantropolog tarafından İspanya’daki Atapuerca adı verilen bölgedeki Gran Dolina mağarasında bulundu. Fosil, günümüz insanıyla tamamen aynı görünüme sahip 11 yaşındaki bir çocuğa ait bir insan yüzüydü. Ancak çocuk öleli tam 800 bin yıl olmuştu. Discover dergisi, Aralık 1997 sayısında, konuya geniş yer verdi. Bu fosil, Gran Dolina araştırma ekibinin başı Arsuaga Ferreras’ın bile insanın evrimi hakkındaki inançlarını sarsmıştı. Ferreras, şöyle diyordu:
Bu fosil Homo sapiens’in tarihinin 800 bin yıl kadar geriye götürülmesi gerektiğine işaret ediyordu. Ama fosili bulan evrimciler, ilk şoku atlattıktan sonra, bu fosilin başka bir türe ait olduğuna karar verdiler. Çünkü evrim soy ağacına göre 800 bin yıl önce Homo sapiens’in yaşamamış olması gerekiyordu. Bu yüzden “Homo antecessor” adlı hayali bir tür oluşturdular ve Atapuerca kafatasını bu sıralamaya dahil ettiler. |
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.