-

Deneme ve makale örnekleri nelerdir?

3 Kasım 2010 Çarşamba yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar


Deneme

Bir insanın herhangi bir konuda içini dökmek, paylaşmak amaçlı kesin hükümlere varmadan samimi bir üslupla yazdığı yazılara deneme denir.

Deneme tür ve üslup olarak pek çok türe yaklaşır. Bu yüzden de yazılması en zor olan türlerdendir. Belki de adı bu yüzden denemedir. Deneme yazarken paylaşımcı ve samimi bir üslup kullanırken sohbete, düşünmemizi ortaya koyarken fıkraya, duygularımızı ortaya koyarken eleştiriye yaklaşma riski her zaman vardır.

Bu türün en büyük ustası Montaigne kitabının önsözünde özetle şöyle demektedir: "Eğer mümkün olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Bu kitapta size asla bir şey kanıtlama iddiam yoktur. Elimden geldiğince size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da yargılamanızı istemiyorum" buradan da anlaşıldığına göre denemeler iddialı olmayan, ispat kaygısı taşımayan; temel anlamda insan doğallığına dayanan eserlerdir.

Deneme, Avrupa edebiyatında Fransız Montaigne ile başladı. Türk edebiyatında ise Tanzimat sonrasında özellikle de Servet-i Fünûn döneminde karşımıza çıkar. Ancak asıl gelişmesini Cumhuriyet döneminde gerçekleştirir. Günümüzde deneme en sevilen türlerden biridir.

Eskiden denemeye verilen "muhasebe" ismi, onun konusu hakkında bir ipucu vermektedir. Çünkü denemeler toplumsal konulardan daha çok kişisel: konulara, soyut dünyalara ve iç hesaplaşmalara daha yakındır. Bu yönüyle fıkra türünden ayrılır. Fıkralar toplumsal konulara kişisel yaklaşımlar getirirken deneme iç dünyanın samimi itirafı gibidir.

Denemeye özgü bir konu türü yoktur. Özgürce seçilen bir konuda, yazarın kendi kendiyle konuşma havası içinde yazdığı yazı türüdür. Yazının konusu yazarın o anda aklına geliveren bir konu görünümündedir. Öğretici ve düşünsel yanı da vardır.

Denemenin belirleyici özellikleri nelerdir?
. Makale gibi düşünsel plânla yazılır. Fakat makaleden kısa yazılardır.

. Yazar anlattıklarını kanıtlamak zorunda değildir. Bilimselden çok kişisel görüşünü açıklar, okuyucusunu kendisi gibi düşündürme kaygısı yoktur.

. Günübirlik yazılardır, en beğenileni bile birkaç gün sonra unutulur.

Serbest düşüncenin ifade alanı ve nesrin bir türü olarak deneme, yazarın gözlemlediği ya da yaşadığı olay, olgu, durum ve izlediği objelerle ya da herhangi bir kavramla ilgili izlenimlerinin herhangi bir plâna bağlı kalmayarak, deliller getirip kanıtlama yoluna gerek duymadan ve kesin hükümler vermeden, tamamen kişisel görüşüyle serbestçe yazıya döktüğü birkaç sayfayı geçmeyen kısa metinlere denir.

Deneme, derin düşünceden çok, kişinin kendi dışındaki nesnelerle herhangi bir konuda gerçek ya da hayalî olarak girdiği diyaloğun ürünüdür.

Deneme yazarı, olay, olgu, durum ve eşyalarda sıradan insanların eskilerin ifadesiyle ülfet ve ünsiyet perdesiyle göremediği, farkına varamadığı ayrıntıları, dikkat etmediği hususları, incelikleri, güzellikleri, harikaları, olağanın altında yatan olağanüstülükleri görebilen, hissedebilen, düşüncesiyle ve deneyimleriyle onları okuyucular için ilginç görülebilecek şekilde yazıya dökebilen insandır. Sıradan insanın "baktığı" şeyi deneme yazarı "görür".
Deneme dilinde çeşitli bilim, felsefe ve sanat dallarına ait terimlere yer vermekten ziyade, halk çoğunluğunun ortak günlük konuşma dilinin düşünce diline dönüştürülmesi çabası hâkimdir. Denemede bilimsel yazılardaki kuruluk ve şematiklik bulunmaz. Düşünce şiirsel, akıcı, samimî bir üslûpla sunulur. Bu bakımdan deneme yazılarının geniş halk yığınlarınca kolayca ve rahatlıkla okunabilme özelliği vardır. Deneme yazarı yazısını yazarken, bir anlamda kendi kendisiyle diyalog içindedir. Kendi zihinsel âleminde düşünce temrinleri yapar.

Felsefî metinlerde filozof, yazısında kendince sistemini kurduğu felsefî bir anlayışa, sistematik felsefî bir dünya görüşüne bağlı olarak düşüncelerini ortaya koyar. Ortaya koyduğu her metin, kendi felsefî bakış açısının birer açılımı, ayrıntısı mahiyetindedir. Ancak denemede böyle sistematik bir düşünceye bağımlılık zorunluluğu yoktur. Denemecinin yazısında ileri sürdüğü düşünce, herhangi bir felsefe ekolüyle ilintili olmayabilir. Ancak filozof yazısında kurduğu ekole bağlı düşünce üretme çabası içindedir.

Klâsik Türk edebiyatındaki münşeât mecmualarındaki yazılar ve Kâtip Çelebi (16091657) gibi yazarlar bir tarafa bırakılırsa, modern anlamda deneme türü, Türk edebiyatında asıl olarak gazete ile birlikte ortaya çıkmaya başlamıştır. İlk özel gazete Tercümanı Ahval (1860)'in yayın hayatına başlamasından itibaren gazetelerde çıkan değişik yazılar, zamanla ayrı bir tür olan deneme için dil, anlatım ve yaklaşım bakımından zemin oluşturmuşlardır. Tanzimattan itibaren bir süre gazete ve dergilerde "musâhabe" üst başlığı altında deneme benzeri yazılar kaleme alınmıştır.

Türk edebiyatında deneme türünde pek çok ürün verilmiştir. Bu tür içine koyabileceğimiz ürünler, genellikle değişik zamanlarda çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazıların bir araya getirilip kitaplaşmış şekilleridir. Bu eserlerde yer alan yazıların bir kısmı, inceleme, eleştiri yazısı olarak da görülebilir. Bunun yanında bir kitapta yer alan yazıların bir kısmı edebiyat, bir kısmı tarih, bir kısmı felsefe, bir kısmı başka konularda olabilmektedir. O bakımdan deneme türü için çok kesin sınıflandırma ve sınırlandırmalar yapılamamaktadır.

Türk edebiyatında ilk deneme kitapları arasında ,

Ahmet Haşim'in Bize Göre (1928), Gurebahanei Laklakan (1928);
Ahmet Rasim'in pek çok yazısı; Mahmut Sadık'ın Takvimden Yapraklar (1912); Refik Halit Karay'ın Bir Avuç Saçma (1939), Bir İçim Su (1931), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikâyet (1944);
Falih Rıfkı Atay'ın Eski Saat (1933), Niçin Kurtulmak (1953), Çile (1955), İnanç (1965), Pazar Konuşmaları (1966), Kurtuluş (1966), Bayrak (1970) gibi kitaplarını saymak mümkündür.

Türk edebiyatında deneme türü, genellikle şair, romancı ya da hikâyeci kimliği öne çıkan sanatçılar tarafından ortaya konan ürünlerden oluşmaktadır. Birinci derecedeki vasfı "denemeci" olan yazar sayısı oldukça azdır.
Nurullah Ataç (1898-1957),
Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973),
Suut Kemal Yetkin (1903-1980),
Mehmet Kaplan (1915-1986),
Nurettin Topçu (1909-1975),
Salah Birsel (1919 ),
Vedat Günyol (1912 ),
Enis Batur (1952 ),
Cemil Meriç (19171987),
Mehmet Salihoğlu (1922 ),
Uğur Kökden (1934 ),
Nermi Uygur (1925 ) bunlardan birkaçıdır.

Aşağıdaki örnek, çağdaş bir deneme yazarımız olan Vedat Günyol'un bir denemesidir.

TÜRK'ÜN MUTLULUĞU: ATATÜRK

Şeflerin ödevi hayatı sevinç ve istekle karşılamak hususunda uluslarına yol göstermektir" diyordu Atatürk ölümünden bir yıl önce yabancı bir devletin dışişleri bakanına. Tarihimizde ilk defa gerçekten halka yönelmiş, köylüsüyle elele kurtuluşunun, mutluluğunun destanını yazmış bir devlet adamımızın dünyaya seslenişiydi bu.
İmparatorluklar kurmuş bunca devlet adamları uluslarına ne getirmişti yağmalar talanlar, sönmüş ocaklar, kinler, her iki yandan göz yaşları ahlar vahlar pahasına kazanılan topraklarla kendi şan şeref edebiyatları, fetih gururları dışında? Anadolu halkına, köylüsüne ne kazandırmıştı bunca fetihler istilâlar "hanedan" gururu, şan şeref tutkuları dışında, hayatı sevinç ve istekle karşılamak için ne yol göstermişlerdi uluslarına?
Bir Atatürk gösterdi halkına, köylüsüne hayatı sevinç ve istekle karşılamanın, insan gibi yaşamının yolunu. Çünkü bir halk çocuğu, bir halk adamıydı Atatürk. Gücünü zorbalıktan, tanrısal desteklerden değil, halkın güveninden, halka güveninden, sevgisinden alıyordu. Halktan gelmiş, halka yönelmişti.
Atatürk Türk ulusunun mutluluğunu kendi mutluluğundan ayırmıyordu. O da, her insan gibi mutlu olmak istiyordu elbet. Ama bir başkumandan, bir devlet şefi olarak, tek başına mutlu olamayacağını biliyordu. Oysa, tarih bize saraylarına kapanıp halkının köylüsünün dışında mutlu olmaya çalışan nice devlet şefi örneği veriyordu. Atatürk, halkıyla köylüsüyle birlikte mutlu olmak istiyordu. Köylüsü aç, halkı mutsuz yaşarken kendinin mutlu olamıyacağını biliyordu. Bunca rütbeleri, sırmaları şanları şerefleri bırakıp Kurtuluş Savaşına koşmasını nasıl açıklayabiliriz yoksa? Bu savaş, Türkün mutluluğuna açılan ilk kapıydı. Ana yurdu kurtulduktan sonra Türke hayatı sevinç ve istekle karşılamanın yolunu göstermek gerekti. Bu yol batı uygarlığına giden yoldu.
Türkiye'nin dramı, batı uygarlığı dışında kalmış bütün geri ülkeler gibi, "ölmesini bilmiyen şeylerle yaşamasını bilmeyenler arasındaki amansız çatışma" daydı. Ölmesini bilmiyen şeyler, Türkiye'yi batı dünyasından en az bir iki yüzyıl geride bıraktıran kör inançlar, yobazlıklar, olumlu bilgi düşmanlığıydı. Yaşamasını bilmeyenlerse, tâ II.Mahmut'tan bu yana başlayan; ama en iyi neyitli aydınlarımızın bile ölesiye bağlanıp yaşatamadıkları, yaşatmakta direnemedikleri batı uygarlığını yapan bilim kafasıydı.
Atatürk bu çatışmada ölmesini bilmiyen şeylere karşı yaşaması gerekeni yaşatmaya çalışmış ve bunda büyük ölçüde başarıya ulaşmış tek devlet adamımızdır. Devrimleri tam yaptığına inanacak kadar saf değildi Atatürk. "Benim yaptığım işler birbirine bağlı ve gerekli şeylerdir. Bana yaptıklarımdan değil yapacaklarımdan söz edin" derken, devrimlerin tam olmadığını anlatmak istiyordu. Biliyordu ki devrimleri yetersizdi. Ama bu yetersizliklerin yine devrimlerle giderileceğini, devrimlerin yine devrimlerle ayakta kalabileceğini de biliyordu. Onun için de Atatürk, devrimlerini ulusun en dinç, en dinamik bölüğüne, gençliğe emanet etmişti.
Atatürk ,Türk ulusuna hayatı sevinçle karşılamanın, yani mutluluğunun yolunu göstermiştir. Bu yolda yürümek, bu uğurda ölesiye savaşmak, devrimleri devrimlerle beslemek Türk aydınına düşen en büyük bir görevdir.
Vedat Günyol
Deneme Örneği: YALNIZLIK-Montaigne

Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş, daha rahat yaşamak. Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek bilmiyoruz. Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir. Ruh nerde bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur; ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olmalarını gerektirmez. Bundan başka, saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmuyoruz.

Ratio et prudentia curas,Non locus effusi late maris arbiter, aufert. (Horatlus)
Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir,O engin denizlerin ötesindeki yerler değil

Ülke değiştirmekle kıskançlık, cimrilik, kararsızlık, korku, tutku bizi bırakmaz.
Et post equitem sade atra cura. (Horatius) Ve keder, atımızın terkisine binip gelir.
Onlar manastırlarda, medreselerde bile peşimizi bırakmazlar. Bizi onlardan ne çöller kurtarabilir, ne mağaralar, ne de bedenimize ettiğimiz işkenceler ...
Haeret lateri letalis arundo. (Virgilius)
Öldürücü yara bağrımızda kalır.
Sokrates'e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. O da: Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş.
Quid terras alio calentes
Sole mutamus? patria quis exul
Se quoque fugit? (Horatius)
Niçin başka güneş başka toprak ararsın?
Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?
İnsan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla bunaltır onu: Nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin gidişine. Bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini değiştirmekle. Hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar daha derine gidip sağlamlaşır sarsıp sallamakla. Onun için kalabalıktan kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez: İçimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız gerek .

Rupi jam vincula dicas;
Nam luctata canis nodum arripit; attemen illi,
Cum fugit, a collo trahitur pars longa catenae. (Persius)

Kırdım diyorsun zincirlerini;
Evet, köpek de çeker koparır zincirini,
Kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak

Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu kalır düşlerimiz.
Nisi purgatum est pectus, quae prelia nobis
Atque pericula tonc ingratis insinuandum?
Quantae conscindunt hominem cuppedinis acres
Sollicitum curae, quantique perinde timores?
Quidve superbia spurcita, ac petulantia, quantas
Efficiunt clades? Quid luxus desidiesque? (Lucretius)
İçi arınmamışsa, neler bekler insanı,
Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna!
Tutkuları içinde ne kemirici kaygılar.
Ne korkular içinde kıvranır insan!
Ne çöküntüler yapar bizde gurur, şehvet,
Öfke, gevşeklik ve tembellik!

Kötülüğümüz içimizde bizim; içimizse kurtulamıyor kendi kendisinden.
In culpa est animus qui se non efiugit unquam. (Horatius)
Ruhun derdi içinde ve kaçamaz kendi kendinden.
İnsanın, olanak varsa karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkanın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün başbaşa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın. Kendi içine çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir. Yalnız kalınca sıkılır, ne yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız.
In solis sis tibi turba locis (Tibulhıs)
Issız yerlerde kendin için bir evren ol

Erdem, der Antishenes, kendi kendisiyle yetinir; ne kurallara baş vurur, ne laflara, ne gösterişlere.
Yapmaya alıştırıldığımız işlerden binde biri bile kendimizle doğrudan doğruya ilgili değil. Bakarsınız bir adam canını dişine takmış, kurşun yağmuru altında, yıkık bir kale duvarına tırmanıyor bütün hıncıyla; bir başkası, karşı tarafta, kan revan içinde, aç susuz savunuyor o kaleyi ölesiye: Kendileri için mi gösteriyorlar bu yararlığı? Uğrunda ölecekleri ve hiç görmedikleri insan belki o sırada kılım kıpırdatmadan keyif sürmektedir. Bakarsınız bir başkası, bitkin, perişan, saçı sakalı birbirine karışmış kitaplıktan çıkıyor gece yansından sonra: Bunca kitabı daha iyi, daha akıllı bir insan olmak için mi karıştırdı sanırsınız? Yok canım sen de! Ya ölecek o kitaplıkta ya öğretecek yarınki kuşaklara Platus'un dizelerini hangi düzenle kurduğunu ve falan Latince sözcüğün nasıl yazılması gerektiğini. Kim seve seve feda etmiyor sağlığını, canını şan şeref için? Oysa kalp bir paradan başka nedir ki şan şeref? Kendi ölümümüzden korkmakla yetinemeyiz; karılarımızın, çocuklarımızın, adamlarımızın ölümünden de korkmak zorundayız. Kendi işlerimizden çektiğimiz sıkıntı yetmiyormuş gibi komşularımızın, dostlarımızın işleriyle de dertlere sokar, bunaltırız kendimizi.

Vah! quemquamne hominem in animum instituere, aut
Parare, quod sit charius quam ipse est sibi? (Terentius)
Vah, vah! Nasıl olur da insan bir şeyi
Kendinden daha çok sevmeye kalkar?

Başak Ergenekon
DİKKAT KEDİ VAR
Uzun bir aradan sonra nihayet evime döndüm. Belki erkekler değil; ama
bayanlar dönüşlerin ardından evi düzene sokmak için neler yaşandığını
gayet iyi bilir. Dip bucak temizlik olayına girişilir, çamaşır yıkanır,
ütü yapılır, akşama da pestil gibi yatılır.
Benim de tüm bu işlemlerim bittiğinde gece yarısını geçiyordu. Bütün
gün havalansın diye açık bıraktığım pencereleri tek tek kapatıp uyku
pozisyonuna geçme halindeydim. Hem çalışma hem de misafir odası olarak
kullandığım odanın kapısını açıp da ışıkları yakınca yatağın üstüne gayet
güzelce kurulmuş üç tane kedi yavrusu gördüm. Anlık karşılaşma sonucunda
onlar da en az benim kadar korktu. Bir an ne yapacağımı şaşırdım.
Aslına bakarsanız birbirlerine sokulup bir topak halini almalarıyla o kadar
sevimli ve rahat görünüyorlardı ki hiç dokunmadan kapıyı tekrar
kapatmayı ve sabaha kadar onları huzur içinde bırakmayı; ertesi günde ne
yapacağıma karar vermeyi düşünmedim değil. Fakat yavrucuklar benden ve
birden yanan ışıktan o kadar ürkmüşlerdi ki fırlayıp odanın içinde tiz
miyavlamalar eşliğinde koşuşturmaya başladılar.
Bir tanesi kendi becerisiyle odaya girdiği yolu bulup tekrar pencereden
çıkmayı başardı. Öteki de çeşitli sağa sola çarpışlar ve zıplayışların
ardından yönünü kabataslak çıkarttı ve kardeşi gibi pencereden dışarı
salınarak odayı terk etti.
Ben ve kar tanesi beyazlığında olan panik atak kedi yavrusu, bir süre
daha odanın içinde köşe kapmaca oynayarak değişik bir arbede yaşadık.
Yavru pisi, bir türlü doğru yolu bulamadığı gibi kendine zarar da
veriyordu. Baktım bu iş böyle olmayacak yardım elimi uzatayım dedim.
Ensesinden tutmam gerektiğini bildiğim halde onu yakalamak o kadar zor oldu ki
ancak minik vücudunun alt kısmından tutup ona zarar vermeyecek bir
pozisyonla kaldırabildim. Ben tutarken sürekli tıslıyor ve çırpınıyordu; ama
güvende olduğuna emin olana kadar yere indirmekten sakındım.
Eve geri girdiğim an canımın acısı başladı. Sağ koluma bir baktım,
dirseğimden aşağısı savaştan çıkmış gibi. Tırmalanmadan delik deşik olmuş
ve kanıyor. Sanırsınız ki biri beni öldürmek için kovalarken
çalılıkların arasına düşmüşüm, can havliyle de oramı buramı parçalamışım. Kedi
kedi değil panter mübarek… Tipine baksanız kale almazsınız, zira el kadar
bir şey. Ön pati tırnaklarıyla avucumun içini kazırken arkalar da boş
durmamış ve kolumun bileğimden dirseğime kadar olan bölümünde kazı
çalışmalarına devam etmiş…
Hemen kolumu iyice köpürttüğüm bol sabunlu suyla yıkadım; ardından da
bir şişe kolonyayı, resmen saldırıya uğrayan, koluma boca ettim. Bu tarz
sağlık konularında olabildiğince pimpirikli olan ben, vakit uygun olsa
hastaneye gideceğim. Gecenin bir yarısı kedi besleyen bir dostumu ve de
ne kullanmam gerektiğini bilebileceğini düşündüğüm başka bir arkadaşımı
da arayıp yataktan fırlatarak gerekli talimatları aldım ve bir şekilde
uyumayı becerdim. Sabah da ilk işim bir eczaneye kendimi atmak oldu.
Bu konuda en az 10 yıllık birebir ve daha uzun yıllar da kendi ilgi
alanım olduğu için tecrübesi olan ben, beslemiyor hatta uzak duruyor olsak
bile hayvanlara nasıl davranmamız gerektiğini ve de istenmeyen
durumlarla karşılaşıldığında uygulamamız gereken ilk yardım kurallarını
öğrenmemiz gerektiğini bir kez daha fark ettim. İlk yardım sadece ev ve trafik
kazalarını, doğal afetleri içermiyor. Arı ve böcek sokmaları,
ısırılmalar, tırmalanmalar, zehirlenmeler ve hatta çiftelenmeler, gagalanmalar…
Tabii tüm bu riskler onların sevilmeyeceği anlamına asla gelmez.
Hayvanları sevmeyenin insanları da sevemeyeceğini düşünenlerdenim. Onları
beslemek; sevgisiyle yoğrulmak inanılmaz güzel. Sosyalleşme süreci ve ruh
sağlığı açısında da oldukça faydalı bence. Yaşanan bağı ve hayatınızı
ne kadar güzelleştirebileceklerini çok net biliyorum; çünkü iki tane
dünya tatlısı köpeğim var. Onlarla konuşmak, oynamak, dolaşmak, yüzmek…
yerine başka hiçbir şey koyamayacağım mutluluk ve huzur veriyor bana.
Fakat hayvan sevmek de beslemek de bilgi gerektiriyor. Sorumluluğu çok
ağır olan ve hayatınızda pek çok değişiklik, aynı zamanda da fedakârlık
yapmanız gereken durumlar sıkça ortaya çıkıyor. Sabır ve hoşgörünün
zirveye vurduğu bir bağ oluşuyor aranızda. Ama size duydukları karşılıksız
sevgi tüm bunları ört bas etmeye değiyor.
Bir bebeğe bakmak, bir çocuğu eğitmek ve sağlıklı bir şekilde büyütmek
kadar meşakkatli bir durum aslına bakarsanız hayvan sahibi olmak.
Üstelik çocuklar zaman içinde büyüyüp kendi başlarının çaresine bakar konuma
gelebiliyorlar. Onun için sürekli iç içe olduğumuz hayvanlarla ilgili
durumlarda da, en azından kendi başımıza yapabileceklerimiz kadarıyla,
ilk yardımı öğrenmekte fayda var. Hem kendiniz, hem de aynı havayı
soluduğumuz hayvan dostlarımız için…


elinde kocaman boyundan büyük valizleri vardı.. çok uzak ülkelerin kokusunu da getirmişti valizinde. bu izbe motelde bir gece kalmalıydı.ertesi sabah mis kokulu carsaflarda hayal etti kendini..etraftaki keskin rutubet kokusuna alısmıstı burnu artık hayal ettigi yemek kokuları ve lavantalı carsaf kokuları geliyordu uzaktan.. yatagında rahatsızca döndü..bütün gün araba kullanmıstı.. ve bu lanet yerde dus alabilecegi sıcak su bile yoktu..uzaktan gelen tren düdüklerini duyuyordu.. içlerinden biri yakınlastı,dönen tekerleklerden cıkan ıslık sesini bile duyabiliyordu.. bacasından cıkan buharla odanın camları bugulandı.. sanki hemen odanın yanından geciyor gibi hafifce bi sallamıstı..
........................................................................... ..........
yarını düşlüyordu..otel adını ve numarasını söylemişti aksamdan.. sabah geldiginde anahtarı bulabilsin diye resepsiyona bırakmıstı anahtarı. aslında uyuyamayacaktı tüm organları agrıyordu..burası alısmadıgı kadar sıcaktı avuçlarının terledigini hissetti..heyecanlanıyordu.. ama O da en az benim kadar heyecanlıdır diye düşündü.. sabah olacaktı O gelecekti.. belkide uyuyormus gibi yaparım diye düşündü.. beni öperek uyandırsın.. uzun sarı saclarını yüzümde hissedeyim.. ve nefesini kulaklarımda..
evet beni uyuyor sansın.. cünkü uyuyamayacaktı heyecandan.. O da bütün gece calısmıstı.. belkide ikisi uyurlardı..
yüzünde kocaman bir gülümsem olustu.. evet belkide cok yorgun olacaktı ikiside.. ama yorgunlukları geciciydi birbirlerini görünce bişi kalmazdı..
........................................................................... .........

sabah oluyordu.. gökyüzüne vuran ilk kızıllıklarla birlikte gözleri agırlasmaya baslamıstı.. az kaldı diye gecirdi içinden.. acık kalan camdan içeriye giren meltem kokusu,deniz kokusu onun gelecegini haber veriyordu sanki..perdeler ucustu hafifce,içeriye yeni dogan günün heyecanını daha cok doldurmak istercesine..

ve gözleri kapandı yorgu adamın.. ellerini sevdiginin tutması için acık bırakmıstı...

0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-