-

Peyami Safa - Dokuzuncu Hariciye Koğuşu özeti ve inceleme

13 Şubat 2013 Çarşamba yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar


KİTABIN KONUSU:

Çocukluğundan beri bacağından rahatsız olan ve kimseyi dinlemeyen birisinin, hayaller peşinde koşarken başından geçen olaylar.

KİTABIN ÖZETİ:
Yazarın küçüklüğünden beri çektiği hastalık onu hastahanelerden tiksindirmiştir. Fakat durumu ciddiyetini korumaktadır. Annesi ile kenar mahallelerin birinde virane ahşap bir evde yaşamaktadır.
Bir gün ameliyat olması gerektiğini öğrenip hastahaneden döndüğünde evde annesini bulamaz ama odanın halinden annesinin şiddetli bir baş ağrısı geçirdiğini anlar. O sırada annesi gelir. Yazar ise annesini üzmemek için ona gerçekleri anlatmaz. Kendi doktoruna gidip ona gözükmesi gerektiğini söyler. Annesi yazarın Erenköy'e gideceğini öğrenince paşanın da onu merak ettiğini söyler. Ertesi gün yazar önce paşaya gider. Paşa ilk olarak sağlık durumunun nasıl olduğunu sorar yazar da kaçamak cevaplar vererek olayı geçiştirir.
Daha sonra odaya Nüzhet gelir yazardan getirmesini istediği kitapları alır. Kızı gidince paşa yazara bir de doktor Ragıp Bey’ e görünmesini tavsiye eder. Paşanın uzaktan akrabası olan yazar küçük yaşlardan beri onunla konuşur, ona kitap  okur. O akşam yine bir roman okumaktadır fakat paşa uyuyunca Nüzhet’ le birlikte bahçeye gider ve muhabbet ederler. Yazar on beş yaşında ve aralarında dört yaş olmasına rağmen Nüzhet’ i sevmektedir. Ancak onun da aynı duyguları hissetiğinden emin olmaz. Bahçede konuşurken doktor Ragıp'ın Nüzhet’ i istediğini duyunca önce üzülür ama Nüzhet oralı olmayınca, duyduğu şüpheye rağmen keyfi yerine gelir.  Daha sonra Nüzhet annesinin isteği üzerine uyumaya gider ve yazar da kendine olan tüm güvenini kaybeder.

Hastalığı onu normal yaşından çok daha olgun davranmaya sevk etmiştir. Doktorun ikazlarına rağmen baston kullanmayan yazar o gece yatakta yorgun ve acı içinde kıvranmaktadır. Henüz uyumadan Nüzhet yazarın evine uğrar ve uyuyamadığını bahane ederek tekrar koyu bir muhabbete başlarlar. Ertesi gün yazar erkenden doktara gideceğinden Nüzhet onun uyumasını ister.  Fakat yazar ona karşı olan zafiyetini daha fazla saklayamaz, onu kendisine çekip bir kere öper ve Nüzhet şaşkınlık içerisinde koşarak eve gider.
Sabah olunca yazar Kadıköy'e gider ve paşanın istediği kitapları alır ve sonra da annesine bir ay içerisinde gelemeyeceğini yazar. Oradan da doktora gider fakat operatörün dersi olduğundan görüşemezler. Operatörle akşama görüşebilen yazar ondan baston kullanması ve iyi yemesi ve dinlenmesi konusunda uyarı alır. İşi bitip köşke dönen yazar içeriye girdiğinde kendisinden gizli bir şey konuşulduğunu anlar ve üzüntü içerisinde bahçeye oturmaya çıkar. Daha sonra Nüzhet gelir ve yazar içeri girdiğinde annesinin dolabın arkasında çıplak olduğunu söyleyerek onu rahatlatır. Fakat akşam Nurefşan ona gerçekleri yani Nüzhet ile doktor Ragıp’ın durumlarını konuştuklarını söyler. Yazar hayal kırıklığına uğrar ve Nüzhet’ in odasına konuşmaya girer. Nüzhet yine yazarı ikna eder. Daha sonra ikiside uyurlar.
Ertesi günü Nüzhet’ le bahçede geçiren yazar Nüzhet’ le cinsel yakınlaşmalara girer. O akşam doktor Ragıp yemeğe gelir ve yazar hiç oralı olmaz. Konukları gidince Paşa yazara doktor hakkında görüşlerini sorar o da Ragıp’ ı Nüzhet’ e yakıştıramadığını söyler bunu duyan yengesi de içinden yazara karşı kin tutar.
Bir gün yazar yengesinin Nüzhet’i mikroplara karşı uyardığını ve eşyalarımızı ayırdım dediğini duyar ve bunun üzerine evi terketme kararı alır. Ancak annesinin de o gün paşalara geleceğini duyması kararını değiştirmesine neden olur.
Hızla geçen günlerden sonra nihayet evine dönen yazarın ağrıları gün geçtikçe arttığından annesi onu fakülteye götürür. Operatör ona durumun ciddiyetini hatırlatır ve yerinden bile kıpırdamamasını ister. Evi birden kalabalıklaşan yazarın yakınları onu teselli etmeye çalışır. Tekrar fakülteye gittiğinde operatör bacağın kesilmesi gerektiğini söyler fakat buna razı olmayan yazar birden bayılıverir. Bundan etkilenen operatör kasaplardan farkı olmaları gerektiğini söyleyip yazara, üç aylık bir sürede bacağını kurtarmak için hastanende kalması gerektiğini söyler. Yazar bunu kabul etmek zorunda kalır ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna yatırılır. Burası ona hapishane gibi gelir ve ilk gecesi olaylı biter. Bu korkuya dayanamaz ve bütün gücüyle bağırıp çağırır. Zor geçen günlerin sonunda ameliyat günü gelir. Ameliyatı bitince yedinci pansumanda doktor bacağın kurtulduğun ancak yer basamayacağını söyler.
Daha sonra da Nüzhet’ ten gelen karttan Paşanın hastalandığını Nüzhet’ in de doktor Ragıp’ la nikahlanacağını öğrenir. Acılar içinde geçen günlerin sonunda annesi doktor Mithat ve arkadaşı onu hastanenden taburcu ettirirler.
KİTABIN ANA FİKRİ:
Bize verilen öğütleri ciddiye almalı ve hayallere peşinden koşmamalıyız. Aksi takdirde kaybeden yine biz oluruz.
ŞAHIS KADROSU:
Hasta Çocuk: Romanın baş kahramanı ve aynı zamanda anlatıcısıdır. İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde annesiyle beraber yaşayan on beş yaşında bir çocuktur. Sol dizinde çıkan meçhul bir hastalık yüzünden yedi yıldır hastane köşelerinde iyileşme umuduyla türlü acılara katlanan talihsiz bir çocuktur. “Bir kelimeyle o, yaşının çocuğu değil, acının ve talihin adamı yani sadece hastadır.” Uzaktan akrabaları  olan emekli bir Paşa’nın on dokuz yaşındaki kızıyla kısa süren bir gönül macerası yaşar. Nüzhet’le beraberken hastalığını, çektiği acıları, mutsuzluğunu unutur, hayata tutunmaya başlar; fakat Doktor Ragıp’ın ortaya çıkıp sevdiği kızı elinden almasıyla sıkıntılar yeniden başlar.
Nüzhet: Emekli bir Paşa’nın kızıdır. On dokuz yaşındadır. Uzaktan akraba oldukları için Hasta Çocuk ile beraber büyümüşlerdir. Olgun bir kişiliğe sahip değildir; şımarık, basit, alaycı, sorumsuz bir kızdır. Hasta Çocuğa karşı kalbinde küçük de olsa birtakım duygular uyanır, fakat annesinin karşı çıkması, kahramanın hastalığı, sakat kalma tehlikesi, kendisinden dört yaş küçük olması, zengin bir doktor tarafından istenmesi gibi etkenler kafasını karıştırır, duygularının değişmesine neden olur. Nüzhet, romanın sonunda Doktor Ragıp’la evlenir.
Doktor Ragıp: Nüzhet’i istetip Hasta Çocuğun mutlu dünyasını bir anda cehenneme çeviren kişidir. Otuz beş yaşında, zengin ve sağlıklı bir doktordur. Hesapçı, kültürsüz, millî değerlerden uzaklaşmış, kurnaz, çıkarcı, basit bir insandır. Romanın sonunda Nüzhet’le evlenir.
Paşa: Hasta Çocuğun uzaktan akrabası, Nüzhet’in babasıdır. Hasta Çocuğa romanlar aldırır, bu romanları sesli bir şekilde okutur. Maceralı ve eğlenceli romanları dinlemekten hoşlanır. Gençliğinde Paris’te bulunmuştur. Fransızlara hayrandır.
Paşa’nın Karısı  (Nüzhet’in Annesi): Hasta Çocuğa göstermeli bir şefkat gösteren, acımasız bir kadındır. Kızı Nüzhet ile Hasta Çocuk arasında bir yakınlaşma olduğunu sezer ve kızını Hasta Çocuktan soğutmak için çok ağır laflar eder. Kızını azarlar, onun bir “mikrop” olduğunu, her tarafa hastalık bulaştırdığını söyler. Kızının Doktor Ragıp’la evlenmesini ister, bu evliliğin gerçekleşmesi için elinden geleni yapar.
Doktor Mithat: Hasta Çocuğa pek çok konuda yardımcı olan doktordur. Hasta Çocuğun iyileşmesi için doktorlarla görüşür. Hoşgörülü, iyi kalpli, Hasta Çocukla yakından ilgilenen bir doktordur.
MEKAN:
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanının dış mekânı İstanbul’dur. Roman boyunca olayların yaşandığı üç ana mekân vardır: Hasta Çocuğun İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde annesiyle beraber oturduğu “ev”, Uzak akrabaları olan emekli bir Paşa’nın Erenköy’deki “köşk”ü ve Hasta Çocuğun dizindeki hastalığın tedavisi için gidip geldiği “hastane”.
Romanın olay örgüsünün büyük ölçüde kapalı mekânlarda yaşanmasının sebebi, bir türlü iyileşmeyen meçhul hastalıktan kaynaklanan karamsar, ümitsiz ve mutsuz ruh halidir. Yazar mekânı, Hasta Çocuğun iç  dünyasındaki değişmeler doğrultusunda yansıtır. Çocuğun dizindeki hastalık, ruhsal durumunu da olumsuz bir biçimde etkilemiştir. Romanda okuduğumuz dış dünya, yıllardır hastane köşelerinde perişan olan, iyileşme umuduyla türlü acılara katlanan henüz on beş  yaşındaki küçük bir çocuğun gözüyle yansıtılır.
Roman Hasta Çocuğun yedi yıldır aşina olduğu hastane tasviriyle başlar. Okuyucu kendisini bir anda hastane, hastalık, hastalar, ilaç kokusundan oluşan bir atmosferin içinde buluverir.
ZAMAN:
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, 1929 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış, 1930 yılında ise kitap olarak basılmıştır.
Romanın kurmaca dünyasında zaman, “öğleye doğru” başlar. Romanın başkahramanı Hasta Çocuk, bir öğle vakti hastanede, muayene odasının önünde beklemektedir. “İlkbahardan yaza geçilen bir mevsim çizgisinin üstündeyiz”  Romanda anlatılan olaylar 1915 yılında geçer. Hasta Çocuk, ameliyattan sonra tuttuğu notların sonuna “5 Teşrinievvel (Ekim) 1915” tarihini atar. “1915 yılı, aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nın en acılı ve en bunalımlı dönemi olarak bilinir. Ancak, romanda bu dönemin karakteristik olaylarına pek yer verilmemektedir. Kenar mahallelere hâkim olan sefalet manzaraları ile hastanelerdeki insanların dramatik tablosu, bu döneme işaret ederse de, romancının amacı, bu manzaralarla dönemin genel panoramasını çizmek veya anlatmak değil, çocuğun çevresini tanıtmaktır. Zamanın olumsuz şartlarıyla şekillenen çevre içinde, çocuğun bireysel macerası daha bir ağırlık kazanmaktadır.”
Romanın olay örgüsünde zamanın akışı büyük ölçüde kronolojiktir. Romanın ilk üç bölümünde yaşanan olayların zamanı dört gündür, dördüncü bölüm birkaç gün, beşinci ve altıncı ana bölümler ise üç-dört aylık bir zaman diliminde geçer. Kısaca romanda yaşananlar 1915 yılının Haziran ve Temmuz ayları arasında geçer.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Romanının Bakış Açısı ve Anlatıcısı:

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanı, kahraman anlatıcı tekniğiyle yazılmıştır. 1.tekil şahıs anlatım kullanılmıştır. Yazar, anlatma işini romanın başkahramanı olan on beş yaşındaki Hasta Çocuğa vermiştir. Okuyucu, romanın diğer kişilerini, romanda yaşanan olayları anlatıcı konumundaki Hasta Çocuğun penceresinden, dar ve kısıtlı bir bakış açısıyla takip eder. Hasta Çocuğun iç dünyası ayrıntılı bir biçimde verilir, fakat diğer kişiler -Nüzhet, Doktor Ragıp, Paşa, karısı- için aynı şeyi söyleyemeyiz.
Romanın bir diğer özelliği “otobiyografik roman” olmasıdır. Romanın başkahramanı Hasta Çocuk ile yazarı arasında ciddi manada benzerlikler vardır. Romanda Hasta Çocuk küçük yaşta babasını kaybetmiş, annesiyle beraber yaşamaktadır.
Romanın bakış açısı ve anlatıcısıyla ilgili diğer bir önemli özellik ise, olayların yaşanma zamanı -Hasta Çocuk on beş yaşında- ile anlatma (yazılma) zamanı arasında uzun bir boşluk olmasıdır. Roman bir hatıra defteri biçimindedir, ancak olaylar yaşanırken değil, yıllar sonra yazılır. Romanın 1929 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan son bölümünde geçen “Aradan on iki sene geçti”  cümlesi bunu açıkça ortaya koyar.
DİL VE ANLATIM
     Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanında biçim/içerik uyumu vardır. Romanın düzenlenmesinde bölümle başlık arasına yerleştirilen ve sağ tarafta yer alan epigraflar metinde işlenen tema ile başlık arasında bağlantıyı sağlarken diğer yandan da okuyucunun ilgisini metin üzerine çeker, ilgiyi sürekli kılar.
YAZAR HAKKINDA BİLGİ
PEYAMi SAFA(1899- 15 Haziran 1961):
İstanbul'da doğdu. Meşhur şair İsmail Safa'nın oğludur. Düzenli bir öğrenim göremedi. Kendi kendisini yetiştirdi. 13 yaşında hayata atıldı. Posta Telgraf Nezaretinde çalıştı. Öğretmenlik (1914-1918), gazetecilik (1918-1961) yaptı. Hayatını yazıları ile kazandı. İstanbul'da öldü.
Kardeşi İlhami ile Yirminci Asır adlı bir akşam gazetesi çıkardı. Bu gazetede "Asrın hikâyeleri" ilk hikâyelerini imzasız yayınladı (1919), Kültür Haftası (21 sayı, 15 Ocak-3 Haziran 1936) ve Türk Düşüncesi (63 sayı, 1953-1960) adlarında iki de dergi çıkardı. Tasvîr-i Efkâr, Cumhuriyet, Milliyet, Tercüman, Son Havadis gazetelerinde yazdı. Çok sevdiği oğlu Merve'yi askerliğini yaptığı sıra kaybetmesi Peyami Safa'yı çok sarstı. Bu olaydan birkaç ay sonra İstanbul'da öldü. Edirnekapı Şehitliği'nde gömülüdür.
Peyami Safa kendi kendisini yetiştirmiş ender şahsiyetlerden biridir. Fransızcayı Fransızca gramer kitabı yazabilecek kadar öğrenmiştir. 43 yıl hiç durmadan yazdı. Güçlü bir fikir adamı, romancı ve polemikçidir. Nâzım Hikmet Ran, Nurullah Ataç, Zekeriya Sertel, Muhsin Ertuğrul, Aziz Nesin'le polemiğe giriştir.
Öldüğü zaman Son Havadis gazetesi baş yazarı idi.
Peyami Safa halk için yazdığı edebî değeri olmayan romanlarını "Server Bedi" imzası ile yayınladı. Sayıları 80'i bulan bu eserler arasında;  Cumbadan Rumbaya (1936) romanıyla, Cingöz Recai  polis hikâyeleri dizisi en ünlüleridir. Ayrıca ders kitapları da yazdı. Peyami Safa'nın fıkra ve makalelerinde sağlam bir mantık dokusu ve inandırıcılık görülür. Romanlarında olaydan çok tahlile önem verdi. Toplumumuzdaki ahlâk çöküntüsünü, medeniyetin yarattığı bocalamayı, nesiller ve sosyal çevreler arasındaki çatışmayı dile getirdi. Zıt kavramları, duygu ve düşünce tezadını ustaca işledi.
Romanları: Gençliğimiz (1922), Şimşek (1923), Sözde Kızlar (1923), Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Süngülerin Gölgesinde (1924), Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925), Canan (1925), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930), Fatih-Harbiye (1931), Atilla (1931), Bir Tereddüdün Romanı (1933), Matmazel Noralya'nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951), Biz İnsanlar (1959).
Hikâyeleri: Hikâyeler (Halil Açıkgöz derledi, 1980).
Oyunu: Gün Doğuyor (1932).
 İnceleme- denemeleri: Türk İnkılâbına Bakışlar (1938), Büyük Avrupa Anketi (1938), Felsefî Buhran (1939), Millet ve İnsan (1943), Mahutlar (1959), Mistisizm (1961), Nasyonalizm (1961), Sosyalizm (1961), Doğu-Batı Sentezi (1963), Sanat- Edebiyat-Tenkid (1970), Osmanlıca-Türkçe- Uydurmaca (1970), Sosyalizm-Marksizim- Komünizm (1971), Din-İnkılâp-İrtica (1971), Kadın-Aşk-Aile (1973), Yazarlar-Sanatçılar- Meşhurlar (1976), Eğitim-Gençlik-Üniversite (1976), 20. Asır- Avrupa ve Biz (1976).
Ders Kitapları: Cumhuriyet Mekteplerine Millet Alfabesi (1929), Cumhuriyet Mekteplerine Alfabe (1929), Cumhuriyet Mekteplerine Kıraat (I-IV, 1929), Yeni Talebe Mektupları (1930), Büyük Mektup Numuneleri (1932), Türk Grameri (1941), Dil Bilgisi (1942), Fransız Grameri (1942), Türkçe İzahlı Fransız Grameri (1948).
Beşir Ayvazoğlu, Peyami, Hayatı, Sanatı Felsefesi Dramı'nı yayınladı (1998).
ESERLERi:
BiZ INSANLAR
Mütefekkir romancı bu eserde insan ruhunun derinliklerine büyük zekâsının ışığını tutmaktadır. Romanda asil bir ruhun insanın anlaşılmazlığı karşısındaki bunalımları, ikiyüzlülüğe ve bayağılıklara karşı isyanı verilmektedir. Harb yıllarının ahlâkı ve içtimâi hayatı verilmektedir. Harb yıllarının ahlâkı ve içtimâî hayatı perişan eden havası içinde dürüstlüğün ve ülkücülüğün savunması yapılmakta, kozmopolitliğe karşı milliyetçilik, materyalizme karşı maneviyatçılık bayraklaştırılmaktadır.
YALNIZIZ
Peyami Safa, bu eserinde insanlığı materyalizmin kör çenberini kırmağa, kendini kaybettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah'ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükun bulamayacaktır.
FATiH HARBiYE
Yazar bu romanında Tanzimat'tan kopup gelen, Millî Mücadelede ve sonraki yıllarda alevlenen batılılaşma hareketlerinin Türk tipindeki ve cemiyetindeki etkilerini incelemektedir.
MATMAZEL NORALiYA' NIN KOLTUĞU
Peyami Safa'nın mizac ve ruh yapısına uygun düşen bir konuyu ihtiva etmektedir. Ruhçu ve akılcı dünya görüşünün yazarın anlayışı çerçevesinde birleştirilmesi esasına dayanır.
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
Roman, yalnız ve hasta bir çocuğun ızdırabını, çocukça aşkını ve kıskançlığını; mes'ud olmak isteyen bir genç kızın temiz sevgisini; inanmak arzusu bütün benliğini saran bir insanın kuruntularını ve çıplak hastahane duvarı gerisindeki hıçkırıklarını anlatır.
MAHŞER
Yazarın görüşlerini değişik bir tarzda işlediği bir romandır.
ŞİMŞEK
Yazarın ilk romanlarındandır. Yazar bunda da bütün eserlerinde işlediği konuları, bir başka tarzda yeniden işlemektedir.
CANAN
Peyami Safa'nın "Şimşek", "Bir Akşamdı", "Mahşer" romanları tarzında bir diğer eseridir.
SÖZDE KIZLAR
Günümüzün kızlarını, onları mesud yahud bedbaht edebilecek hususları birer ibret levhası gibi yansıtmaktadır.
TÜRK İNKILABINA BAKIŞLAR
Atatürk İnkılâbları öncesindeki fikir cereyanlarını en gerçek kaynaklarıyla ortaya koymaya çalışmıştır.


0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-