Tarih bazen o kadar tutarlı bir şekilde tekrar ediyor ki insan determinizmin güvenli sularında buluveriyor kendini. Tüm zamanlarda ve neredeyse tüm coğrafyalarda muhafazakar siyasetlerin değişmez unsurlarından birinin kadın düşmanlığı oluşu gibi. İsimler ve aktörler değişse de kürtaj, bekaret, evlilik-zina, örtünme, sosyal hayata katılma vb üzerinden kadınları baskı altına alma mekanizması değişmiyor. Tabii bu hikayenin bir yönü. Bence asıl baskı altına alınmaya çalışılan cinsellik ve arzudur. Ancak gemlemeye çalıştıkça daha büyük bir mesele haline gelen arzu tatmin edilmediğinde öfkeye ve nefrete dönüşüyor. Özellikle de o arzuyu uyandıran figürler öfkenin hedefi haline geliyorlar.
Günümüz dünyasını anlamakta bir el kitabı gibi kullanılabilecek kült roman 1984’den şu sahne bu mekanizmayı çok güzel gözler önüne seriyor:
“Kimi zaman insanın birine duyduğu nefreti bile isteye bir başkasına yöneltmesi de olasıydı. Winston da, karabasan gören bir insanın ansızın yatağında doğrulması gibi, ekrandaki yüze duyduğu nefreti arkasında oturan siyah saçlı kıza yöneltiverdi. Çılgınca, müthiş sanrılar düştü aklına. Kızı lastik bir copla döve döve öldürüyordu. Çırılçıplak soyduktan sonra bir kazığa bağlıyor, Aziz Sebastian’a yaptıkları gibi oklarla delik deşik ediyordu. Irzına geçiyor, orgazm anında boğazını kesiyordu. Üstelik, ondan niçin nefret ettiğini şimdi çok daha iyi anlıyordu. Ondan nefret ediyordu, çünkü genç ve güzel olmasına karşın cinsiyetsizdi, çünkü onunla sevişmek istemesine karşın bunu hiçbir zaman yapamayacağını biliyordu, çünkü sanki sarıl bana diyen o güzelim, yumuşacık beline iffetin saldırgan simgesi o iğrenç kızıl kuşağı dolamıştı.”
1984’ün dünyasını bugün “Büyük Birader Seni İzliyor” cümlesine indirgeyerek hatırlıyoruz belki ama roman çok daha fazlasını araştırıyor. Özellikle gerçekliğin ideoloji ile nasıl kurgulandığını enine boyuna tartışıyor. Dil ile düşüncenin denetimi sağlanırken, cinselliğin ve arzunun baskılanması ve yönlendirilmesi ile de bedensel ve ruhsal denetim tamamlanıyor. Bu sayede, cephede kendilerini bekleyen ölüme gözünü kırpmadan koşacak olan askerlerin yürekleri Büyük Birader’in resminde cisimlenen parti sevgisiyle dolup taşıyor. Böyle bir toplumsal düzenin sağlanması arzunun tam anlamıyla partiye yönlendirilmesiyle mümkündür. İşte bu ortamda partili kadınlar cinselliğe karşıörgütleniyorlar ve bunu toplumsal olarak göstermek için bellerine kızıl kuşaklar bağlıyorlar. Tamamen “kendi” istekleriyle! İdeoloji sizi kurar ve siz de kendi özgür iradenizle seçim yaptığınızı düşünürsünüz. 1984’ün bir türlü denetim altına alınamayan bireyi Winston ise içinde uyanan cinsel arzunun korkunç bir şey olduğunu hissediyor; istemsizce içinde uyanan güdülerin sorumlusunu aramaya başlıyor: bu duyguları uyandıran kadını bulması uzun sürmüyor! Tıpkı homofobik söylemde ve eşcinsel cinayetlerinde olduğu gibi: öfkenin kaynağında öfkeyi hisseden kişinin baskılamaya çalıştığı ve bir türlü başa çıkamadığı “yanlış” arzuları vardır.
Kadın düşmanlığının kökeninde başa çıkılamayan arzular olduğu çok açıktır. Bunun ilk ve en önemli sonucu da kadının şeytanileştirilmesidir. Örneğin Hıristiyan dünyanın kadim kabullerinden biridir kadının şeytanın işbirlikçisi olması: Erkek kadının ayartıcılığı yüzünden babanın cennetinden kovulmuştur. Adem-Havva mitosu temelde böyle bir hikayedir. Başlangıca dair bu hikayede cennet pek de annelerin ayakları altında değildir. Hatta “Havva öncesi bir başka Havva” hikayesi de vardır kimi Yahudi söylencelerinde. İlk başta Adem ve Havva değil, Adem ve Lilith vardır bu mitosa göre. Beraber ve eşit koşullarda yaratıldığı için Lilith Adem’e boyun eğmeyi reddeder. Eşit haklar talep eder. Bu nedenle cennetten ilk kovulan insan olur ve dünyaya atılır. Cennetten kovulduğu gibi insanlıktan da çıkarılır bir anlamda. Hem zaten şeytanın karısı olur, ondan canavarlar doğurur. Yer altına kapatılmış, ehlileştirilemeyen, başkaldıran, tehlikeli kadın figürü tüm kötülüklerin anası olarak her mitolojide karşılıklarını bulur böylece. Adem’e tabi olacak ve onu efendisi olarak kabul edecek Havva ise bu sefer Adem’in kaburga kemiğinden yapılır. Dolayısıyla Havva’nın ayrı bir kimlik iddiasıyla ortaya çıkmasının önü alınmış olur. Ancak kötü ve elbette kıskanç Lilith boş durmaz bu hikayede; yeraltı yaratıklarından en bilinenini, yılanı kullanarak Havva’nın zihnini çeler ve Adem’e yasak meyvayı tattırır. Cennetten kovulup da dünyaya gönderilecek olan Havva bu kabahatinin cezasını doğum yaparken acı çekmek ve her aybaşında kanamak suretiyle ödeyecektir. Adem’in cezası Havva kadar ağır değildir elbette. Havva’nın ve kızlarının bu acıları yetmezmiş gibi Lilith yeni doğum yapmış kadınlara, yeni doğmuş bebeklere de musallat olacaktır (Anadolu’da alkarısı, albastı diye bilinen hastalık / kötü güç). Uzun sözün kısası karanlık güçlerle ilişkili cadıların arketipidir Lilith.
Tüm bu hikaye eril tanrıların istilasıyla tasfiye edilen ana-tanrıça kültünün yer değiştirmesi olarak da okunabilir ki bu da başka bir konu… Ana-tanrıçanın ehlileşmeyen taraflarının cadılaştırılması ve “olumlu” yanlarının anne ve bakire olarak kutsanması paganlıktan Hıristiyanlığa geçişte izleri kolaylıkla takip edilebilen bir süreçtir. Meryem Ana figüründe olduğu gibi hem bakire hem de anne olmak varılabilecek en olumlu kutsaldır!
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.