Son iki yıldır gördüklerimizden sonra, hiçbir doğruluğun, doğrudan doğruya ya da dolayısıyla, bir adamı öldürtmeye hakkı olacağını kabul edemeyeceğimi söylediğim bir gün, düşüncelerine zaman zaman saygı duyduğum bazı kimseler, benim bir ütopyada yaşadığımı söylediler. Dediler ki, her siyasal doğruluk er geç öldürmek zorunda kalır. İnsan ya bu aşırılığa düşmeyi göze alır ya da dünyayı olduğu gibi kabul eder.
Bu yargı büyük bir coşkunlukla öne sürülüyordu. Ama, öyle sanıyorum ki, bu coşkunlukları başkalarının ölümünü düşlerinde yaşayamadıklarından ileri geliyordu. Başkalarının ölümünü düşünememek çağımızın bir bozukluğudur. Nasıl telefonda birbirimizi görmeden sevebiliyorsak, nasıl madde üzerinde ellerimizle değil makine ile çalışıyorsak, öldürme ve öldürülme zamanımızda bir vekil, bir aracı eliyle oluyor. Böylesi, kuşkusuz, temiz olmasına daha temiz ama, insan yaptığı işin ne olduğunu daha iyi biliyor.
Bu yargının doğrudan doğruya olmasa da, bir başka gücü daha var. Ütopya sorununu ortaya koyuyor. Benim ve benim gibilerin istediğimiz dünya, kimsenin kimseyi öldürmediği (o kadar deli değiliz) bir dünya değil, adam öldürmenin haklı olamayacağı bir dünyadır. Bunda gerçekten ütopya ve çelişme içindeyiz. Çünkü, yaşadığımız dünya öldürmenin haklı sayıldığı bir dünyadır, onu istemiyorsak, değiştirmek zorundayız. Değiştirmek isteyince de, öldürmeyi göz önüne almak gerekecek gibi görünüyor. Demek, bir öldürme bir başka öldürmeye yol açacak ve hep korku içinde yaşayıp gideceğiz : İster buna boyun eğelim, ister yerine bir başka korku getirerek onu ortadan kaldırmaya çalışalım. Bence, herkes bunun üstünde düşünmeli. Çünkü, bütün bu düşünce çatışmaları, korkutmalar, öfkeler ortasında beni şaşırtan şey, herkesin iyi niyetli olması. Herkes —sağdaki soldaki vurguncular bir yana— kendi doğrusunun insanları mutluluğa götüreceğine inanıyor.
Ne var ki, bütün bu iyi niyetler bir araya geldi mi, bu cehennemi andıran dünya çıkıyor ortaya; öyle bir dünya ki, orada insanlar öldürülüyor, korkutuluyor, sürülüyor, yeni bir savaş hazırlanıyor, öyle bir dünya ki orada insan hakarete, ihanete uğramadan bir şey söyleyemiyor. Bundan şu çıkıyor : Eğer bizim gibiler çelişme içindeysek, hiç de yalnız değiliz. Bizimkine ütopya diyenlerin kendileri de, bir başka ütopya içinde yaşıyorlar. Hem de sonunda daha pahalıya mal olacak bir ütopyada, öyleyse, öldürme hakkım reddetmek bizi ütopya kavramı üzerinde yeniden düşünmeye zorluyor. Şunu da söyleyebiliriz sanıyorum, bu konuda : Ütopya gerçekle çelişme durumunda olan şeydir. Bu bakımdan kimsenin kimseyi öldürmemesini istemek tam anlamıyla bir ütopyadır, salt ütopyadır. Ama, adam öldürmenin haklı görülmemesini istemek ütopya olarak çok daha hafiftir. Oysa, ilerleme düşüncesine dayanan ve ilkelerinin toplumu er geç dengeye götüreceğine inanan Marksist ve kapitalist ideolojilerin ütopyalık dereceleri çok daha fazladır. Üstelik, bize çok pahalıya da mal oluyorlar. Pratik olarak şu sonuca varabiliriz : Gelecek yıllardaki savaş ütopya güçleri ile gerçek güçleri arasında değil, gerçeği kendine mal etmek isteyen değişik ütopyalar arasında olacak ve insanın yapabileceği de bu ütopyalardan en zararsızını seçmekten başka bir şey olmayacak. Ben şuna inanıyorum ki, her şeyi kurtaracağımızı ummak akıl işi olmaktan çıktı.
Görülüyor ki, kimseye öldürme hakkı tanımamak hiç de bugünkü gerçekçi davranışlardan daha ütopik değildir. Bütün sorun, bu davranışların daha az mı, daha çok mu pahalıya mal olduğudur.
Bu da, çözülmesi gereken bir şey olduğuna göre, kafaları ve ulusları barışa götürecek koşullan aramanın bir ütopya olarak da, yararlı olduğunu düşünebilirim. Bu düşünce korkusuz ve iddiasız olmak koşuluyla, doğru bir inanışa ve ne cellat ne de kurban olmak istemeyen insanlar arasında geçici de olsa, bir uzlaşmaya yol açabilir.
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.