-

Dumlupınar Faciası - KURTARAN GEMİSİ VE KURTARMA ÇALIŞMALARI

16 Şubat 2012 Perşembe yazildi.
Sponsorlu Bağlantılar

Dumlupınar Faciası ( 4 Nisan 1953 )

                 4 Nisan 1953. Gün henüz ağarmamışken, Eceabat ve Nara kıyıları şiddetli bir çarpışmanın gürültüsüyle sarsıldı. Bu sarsıntı güneşle birlikte tüm Türkiye’yi saracak ve çarpışmanın gürültüsünü sessiz hıçkırıklara dönüştürecekti. Naraburnu açıklarında İsveç şilebi Naboland ile çarpışarak Çanakkale Boğazı’nın sularına gömülen Dumlupınar denizaltında hayatlarını kaybeden 81 denizci ise tarihin sayfalarına ve Türk milletinin kalbine şu sözlerle kazınacaktı: “Vatan sağolsun...” Akdeniz'de gerçekleştirilen NATO tatbikatına katılan 1. İnönü ve Dumlupınar denizaltı gemileri, manevraların sona ermesinin ardından Gölcük'e dönmek üzere yola çıktılar. 3 Nisan'ı 4 Nisan'a bağlayan gece Çanakkale Boğazı'na giriş yapan iki denizaltı gemisi, olacaklardan habersiz eve dönüyordu. Sakin geçen yolculuk saat 02.10 sularında Dumlupınar için son buldu.


''SİSLERİN ARDINDAKİ "NABOLAND"

                 Çanakkale Boğazı her zaman denizciler için zor bir geçiş olmuştu. Özellikle İstanbul yönüne giden Deniz taşıtları Naraburnu önünde manevra yaparken büyük dikkat ve özen göstermek zorundadır. O gece Dumlupınar için bir başka şanssızlık da boğazın üstünü kaplayan sis bulutuydu. Dumlupınar Naraburnu açıklarına yaklaşırken geminin güvertesinde Süvari Kıdemli Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu, Üsteğmen Kemal Ünver, Üsteğmen Hüseyin Yumuk, Astsubay Hüseyin Akış ve Astsubay Hüseyin İnkaya bulunuyordu. Çanakkale Boğazı'nın sularında sessiz sedasız ilerleyen tek gemi Dumlupınar değildi. İstanbul yönünden gelmekte olan İsveç Bandıralı şilep "Naboland" da aynı dakikalarda Naraburnu açıklarına gelmişti. Kaptanlığını Oscar Lorentzon'un yaptığı Naboland ile Dumlupınar, birkaç dakika sonra korkunç bir gürültüyle çarpışacak ve bu çarpışma Eceabat sahilinde dahi duyulacaktı.


VE O AN...

Astsubay Hüseyin İnkaya nöbetçi olmamasına rağmen vardiya dışı görevine devam etmekteydi. Nara önlerine gelinirken rotada dikkatini çeken değişiklik üzerine köprü üstüne çıktı. İşte tam bu sırada güvertede bulunan kimsenin ne olduğunu anlayamadığı bir gürültü koptu ve denizciler suya yuvarlandı. Çarpışma sırasında güvertede bulunan 8 denizcden sadece 5'i gözlerini denizde açacak kadar şanslıydı. Bu 5 subay ve astsubayın dışında 2 er pervaneye takılarak, 1 astsubay ise boğularak hayatlarını kaybetti. Naboland, Dumlupınar'a baş torpido dairesinin sancak tarafından bindrmişti. Çarpışmanın gürültüsü Eceabat Limanı'nda demirlemiş olan gemiler tarafından duyuldu. Böylesi şiddetli bir darbe alan Dumlupınar, süratle baş tarafından batmaya başladı. Darbenin şiddetine dayanamayan Dumlupınar, birkaç saniye içinde Çanakkale Boğazı'nın karanlık ve puslu sularına gömüldü. Fakat denizaltı ve hayatta kalan mürettebatının yaşayacakları henüz bitmemişti. Hızla sulara gömülen Dumlupınar'ın santral dairesinde çarpışma sonucu şiddetli bir patlama meydana geldi. Denizaltı'nın tüm elektriği kesilmişti. Gemilerinin baş taraftan itibaren su aldığını gören denizciler hızla kıç torpido dairesine doğru harekete geçti. Kıç torpidoya varana kadar da arkadaşlarının birçoğunu kaybettiler. Dumlupınar batmaya devam ederken 22 denizci de kıç torpido dairesine ulaşmayı başarmış, burada kendine yer bulamayan arkadaşları hayatlarını kaybetmişti. Dumlupınar ilk şehitlerini böylelikle vermiş oldu...


GÜMRÜK MOTORU OLAY YERİNDE

                 Aynı gece Eceabat Limanı'nda demirli halde bulunan Gümrük Motoru'ndaki personel, telaş içinde motora gelen bir kişi tarafından uyandırıldı. Bu kişi, Nara açıklarında bir çarpışmanın olduğunu söyleyerek, motorun kaza mahaline gitmesini istedi. Derhal yola koyulan gümrük motoru, kaza yerine vardığında deniz "panayır yeri gibiydi". Naboland, tahlisiye sandallarını indirmiş, fosforlu can yeleklerini denize bırakmış ve birçok uyarı fişeği fırlatmıştı. Gümrük motoru mürettebatı, deniz üzerinde dolaşırken tahlisiye sandallarına çıkmış ve can yeleklerine sarılmış Dumlupınar mürettebatını görerek motora aldı. Bu denizciler hızla Çanakkale'ye götürülerek hastaneye yatırıldı. Fakat hala denizin dibinde 81 kişi vardı ve onların yaşayıp yaşamadıkları bilinmiyordu. Artık onların yaşamasını ummaktan ve denizaltı kurtarma gemisi Kurtaran'ı çağırmaktan başka çare yoktu.


"DENİZ KUVVETLERİNE BAĞLI DUMLUPINAR DENİZALTISI BURADA BATTI"

                 Naraburnu'nda gün ağarmıştı. Havanın aydınlanması sayesinde civarda dolaşan balıkçı tekneleri Dumlupınar'ın batarken su yüzüne fırlattığı muhabere şamandırasını gördü. Beklenen haber gelmişti. Haberi alan gümrük motoru derhal şamandıranın bulunduğu yere gitti. Gümrük motorunun ikinci çarkçısı Selim Yoludüz şamandıraya uzandı ve üzerindeki yazıyı okudu: Deniz Kuvvetlerine bağlı Dumlupınar Denizaltısı burada battı. Kapağı açın ve denizaltıyla irtibat kurun. Kapağı açtı, şamandıranın içindeki ahizeyi kaldırdı ve ümitle "Alo" dedi...


"VATAN SAĞOLSUN..."

                 Sesine karşılık bekleyen gümrük muhafızının yüreğine, karşı taraftan gelen cevap su serpti: "Buyrun, ben Astsubay Selami" Beklediği karşılığı alan Selim Yoludüz astsubay Selami'ye ne durumda olduklarını sordu. Aldığı cevap Dumlupınar'da yaşanan trajediyi açıklar nitelikteydi. Astsubay Selami geminin 15 derece sancak yönünde yatık olduğunu, elektriğin kesik olduğunu ve kendilerinin kıç torpido dairesinde 22 kişi olduklarını söyledi. Gümrük motorunun çarkçısı Selim Yoludüz, mürettebata Çanakkale Boğazı'nın Nara Burnu'nda olduklarını ve gemilerinin tahminen 90 derece derinlikte yatmakta olduğunu söyleyerek, "Endişelenmeyin. Kurtaran yolda. Sizi oradan çıkaracağız" dedi. Vatan görevi için denizaltıda bulunduklarını söyleyen Astsubay Selami'nin cevabı ise Çarkçı Selim Yoludüz'ün kulağına ve kalbine işledi: Ailelerimize selam söylüyoruz. Bizi kurtaracağınızdan eminiz. Vatan sağolsun...

                 Bu, astsubay Selami'nin boğazın yüzeyindekilerle yaptığı ilk konuşma oldu. Saat 11:00 sularında olay mahaline gelen Kurtaran gemisinin çalışmaları sonuçsuz kaldıkça yüzeydekilerin umudu azalıyordu. Bu arada ilk konuşmanın ardından sırasıyla, Çanakkale Deniz Komutanı Albay Zeki Adar, Gümrük Memuru Selim Yoludüz bir kez daha ve 1. İnönü Denizaltısı ikinci kumandanı Üsteğmen Suat Tezcan Dumlupınar'la görüştü. Aşağıda Astsubay Selami ve arkadaşlarının zamanı azaldıkça, su yüzünde bulunanların moralleri bozuluyordu. Buna rağmen, Astsubay Selami'nin sesinde tereddütten ve endişeden eser yoktu. Bir süre sonra bir konuşma daha yapmak için şamandıranın başına gidildi ve ahize kaldırıldı. Aşağıdan gelen sesler hazin sonun acılı haberni verir gibiydi. Ahizenin diğer ucundan sadece dualar, ezan sesleri ve iniltiler geliyordu. Saat 15:00 sularında ise muhabere şamandırasını tutan telefon kablosu koptu. Bir daha Dumlupınar mürettebatından haber alınamayacaktı...

                 Astsubay Selami Özben'in "Vatan Sağolsun" sözleri, 84 metre derinlikte yatan Dumlupınar'dan yükselen son ses oldu.


KURTARAN GEMİSİ VE KURTARMA ÇALIŞMALARI

                 Kazanın ardından olay yerine gelen Amiral Sadık Altıncan, Vali Safaeddin Karanakçı ve diğer yetkililerin gözetiminde kurtarma çalışmaları başladı. Bu arada kaza çok kısa sürede gerçekleştiği için olayın farkına varmayan 1. İnönü Denizaltısı da olay yerine geri dönerek kurtarma çalışmalarında bulundu. Bu gemi dışında denizin üstünde iki muhrip, Kurtaran, motorlar ve Naboland bulunuyordu. Çanakkale Boğazı'nın akıntılı sularında Dumlupınar'ı ve mürettebatı kurtarma çalışmaları aralıksız sürdürüldü, fakat bu çaba mürettebatı kurtarmaya yetmedi. Dalgıçlar birçok defa herşeyi göze alarak Dumlupınar'a ulaşmaya çalışmış, fakat hiçbiri kurtarma çanını denizaltının gövdesine tutturmayı başaramamıştı. Kurtarma işinin tüm gereklerinin yerine getirilmesine rağmen, ne Dumlupınar ne de mürettebatı kurtarılabildi.

                 Salı günü sabaha karşı ümitler tükendi. Çünkü bir denizaltı, personeline 3 gün yaşama izni vermekteydi. 72 saatten sonra içerdeki hava miktarı denizcilerin yaşamasına zaten izin vermeyecekti. Ve saat 02.15 itibariyle 3 günlük süre dolmuştu. 81 denizciden geriye kalan 22 kişiden artık ümit kesilmişti. Ertesi gün saat 15:00 te Başaran Gemisi üzerinde bir tören düzenlendi ve "Dumlupınar Şehitleri" için denize çelenkler bırakıldı.


O ANI YAŞAYANLARIN AĞZINDAN:

                 Selim Yoludüz (Dumlupınar'la ilk telefon irtibatını sağlayan kişi )
                 4 Nisan gecesi Eceabat Limanı'nda demirli halde bulunan 10 numaralı Gümrük Motoru içinde istirahat halindeydik. Sahilden birisi koşarak geliyor ve nöbetçi ere sahilde bir gürültü duyduklarını, bir çarpışma olduğunu tahmin ettiklerini söyleyerek oraya gitmemizi istiyor. Bunun üstüne nöbetçi er süvariyi ve beni uyandırdı, derhal motorları çalıştırıp Naraburnu'na doğru yola çıktık. Naboland isminde bir gemi bütün ışıklarını açmış, ışıklı can simitlerini denize atmış ve iki tane tahlsiye sandalını da indirmiş, denizin üstünü panayır yerine çevirmişti. Derken bize bir sandal yaklaştı. İçinde daha sonra Dumlupınar denizaltısı olduğunu öğreneceğimiz, gemiden kurtulan denizciler vardı. Onları aldıktan sonra denizin üstünde başka kimse var mı diye baktık, fakat yoktu. 5 denizciyi kamaralara aldık, üzerlerini çıkardık, yeni çamaşır verdik ve Çanakkale'ye doğru yola çıktık. Çanakkale'de kurtulan denizcileri teslim ettik ve onlar bir vasıtayla hastaneye götürüldü. Sonra vaka mahaline geri döndük.


                 Yanlış hatırlamıyorsam saat 08:00 sularıydı. Balıkçılar gelerek battı şamandırasının bulunduğunu haber verdiler. Botla şamandıranın üzerine gittim ve kapağını elimle söktüm. Telefonu kaldırdım, "Alo! Orası neresi?" dedim. Karşıdaki ses "Burası kıç torpido dairesi" dedi. Orada kaç kişi olduklarını sorduğumda, "22 kişiyiz" cevabını aldım. Adının Selami olduğunu öğrendiğim astsubay, nerede olduklarını ve ne olduğunu sordu. Ben de Nara'dasınız, battınız dedim. Gemini durumunu sorduğumda ise, sancak 5 dereceye yatık, cereyan 0 ve kıç torpido dışında her yer sular altında cevaplarını aldım. Ben denizaltıdakilerle konuşurken, botta benimle birlikte bir asker ve Çanakkale Deniz Komutanı Albay Zeki Adar vardı. Botta üç kişi olduğumuzdan, Astsubay Selami'ye sordum, dedim ki: Biz şimdi botta üç kişiyiz, şamandıraya tutunuyoruz, bu kopmasın sakın. Bunun üstüne karşıdaki ses, "Aman çok zorlamayın, telefon kablosudur, kopabilir" dedi.

                 Yanıma Zeki Adar'ı çağırdım. O'da konuştu. "Bekleyin, kurtarılacaksınız. Kurtaran yolda" dedikten sonra, derin suda olduklarını hatırlatarak gemiden çıkmaya çalışmamalarını söyledik. Bu sırada Dumlupınar'la birlikte tatbikata katılan 1. İnönü denizaltısı da döndü geldi. 1. İnönü'nün ikinci süvarisini aldık ve şamandıranın üstüne getirdik. O'da aşağıyla konuştu. Bazı tembihlerde bulundu. Tüm bu konuşmaların üstüne aşağıdaki ses, "Sağolun efendim, vatan sağolsun" dedi ve kapattık.


                 Derken Kurtaran geldi ve kurtarma ameliyeleri başladı. Bu çalışmalara sırasında Dumlupınar'ın üzerine demirlemek ve kurtarma çanını aşağıya göndermek gerekiyor. Ama deniz çok akıntılı olduğu için bu pek mümkün olmuyordu. Kurtaran ekibi gemiyi sabitlemek için uğraşırken, saat 15:00 sularında baş halat vire edilirken battı şamandırasının kablosuna takılıyor ve kopartrıyor. Ondan sonra da bir daha Dumlupınar'la konuşamadık. Ben iki kere konuştum Selami'yle. Sesinda korku, endişe yoktu ama duyduğumuza göre son konuşmada aşağıdan ezan sesleri, dualar ve iniltiler gelmiş. Ben konuşurken böle değildi. Çocukların hepsi çok metindi.

                 Bunlar olurken, sahil de ana-baba günüydü. Biz vazifemiz icabı sürekli sahilden birilerini alıyorduk ve olay mahaline taşıyorduk. Ankara'dan gelen heyetler oldu, vali geldi, savunma bakanı geldi, deniz kuvvetleri komutanı Sadık Altıncan Paşa'ydı sanırım O geldi. Biz onları taşıdık Kurtaran'a.

                 Hüseyin İnkaya (Seyir Astsubayı )

                 Ege Denizi'nde NATO devletleriyle birlikte yapılan manevralardan dönüyorduk. 1 Nisan'da Gölcük'ten hareket ettik, 2 Nisan'da tatbikata katıldık. 3 Nisan gecesi su üstüne çıktık ve üsse (Gölcük) dönüş rotasına geçtik. Benim o gece nöbetim 24:00'te bitiyordu, -fakat seyir astsubayı olduğumuz için, bir de Çanakkale Boğazı malum- ben uyumadım. Aşağıda vardiya harici çalışmaya devam ettim. Benim görevim harekâtı takip etmek, notları tutmak ve durum haritası çıkarmaktı.

                 Boğazdan içeri girdik, Çanakkale'yi bordaladık Nara Burnu açığına doğru gemi süratle ilerlemeye başladı. Nara Burnu'nu bordalayınca esas istikametimiz olan Marmara yönüne çevireceğiz rotayı, yukarı haber vereceğiz dönelim diye, ondan sonra da yeni rotayı vereceğiz. Bir anda yukarıdan vardiya subayı "sancak 15 derece" diye bir kumanda verdi. Ben bir baktım bu rotayla karaya gidiyoruz. O sırada kumandan, "Komuta bende, İskele alabanda" diye kumanda verdi. Yani az önce verilen kumandanın tam ters istikametinde rota belirledi. Ben ve seyir subayı ters giden birşeyler olduğunu düşünerek köprü üstüne çıktık. Dışarı çıktık, ama gecenin karanlığı ve havanın pusu nedeniyle hiçbirşey göremiyorduk. Yalnız Nara Burnu'nda Marmara istikametinden bir geminin geldiğini nöbetçi er rapor etti: Orta mesafede bir gemi, iki silyonu ve bordo feneri de gözüküyor. Nara'nın üstünde ve boğaz çıkışına doğru geliyor!

                 Biz bu raporu aldık, ama hiçbirşey gözükmüyor. Şöyle etrafı bir tanımaya çalışırken bir patlama, bir sarsıntı oldu, gemi yattı ve biz de denize yuvarlandık. Bu anda komutan ile vardiya subayı "önüne düşüyoruz" diye konuşmuşlar ve "son yol tornistan" kumandasını vermişler daha sonradan konuşurken öğrendik, ama tabi yetmedi ve sonradan adının Naboland olduğunu öğreneceğimiz gemi, baş torpidonun sancak tarafından Dumlupınar'a çarptı, yasladı ve ezerek üzerinden geçti.

                 Deniz kazalarıyla ilgili anlatılan tüm hikayelerde geçer, gemi battığı zaman denizde bir boşluk oluşur ve sular bu boşluğa dolar, anafor yapar. İlk aklıma gelen bu oldu, ben de bulunduğum yerden mümkün olduğunca uzaklaşamaya çalıştım. Olanca gücümle bir tarafa doğru yüzdüm, fakat ne tarafa yüzdüğümü bilmiyordum. Ne kadar yüzdüğümü hatırlamıyorum, ama iki saat kadar olsa gerek. Çünkü hastaneye vardığımızda saat 4'ü geçiyordu. Tabi gümrük motorunda, sandalda geçen zamanlar var, tam bilemeyeceğim. Dediğim gibi ben yüzmeye başladım, fakat akıntı var, rüzgar var, bir de üzerimde kıyafetlerim var. Dolayısıyla yüzmek neredeyse imkansız. Üzerimi çıkarmaya çalıştım, ama mont kollarımdan çıkmadı. Bileklerimde kalınca baktım olacak gibi değil, yeniden giydim. Tabi akıntı da götürüyor beni boğazın çıkışına doğru. Bir de baktım 1000 metre kadar ileride ışıklar var. Balıkçıların olabileceğini düşündüm ve ışıklara doğru yüzmeye başladım. Yaklaştıkça anladım ki balıkçı falan değil, ışıklı can simidi. Hemen yakaladım ve "Ben kurtuldum, Allah bana yardım etti ve ben kurtuldum" dedim. Biraz soluklandıktan sonra tekrar yüzmeye başladım, ama hala ne tarafa gittiğimi bilmiyorum. Bir süre sora ileride bir sesin bana "Ağabey, ağabey!" diye bağırdığını duydum. O tarafa doğru gittiğimde bir de baktım bizim seyir astsubayı Hüseyin Akış. "Gel" dedim, "Sen de tutun buna. Merak etme birlikte kurtulacağız." Hüseyin Akış'la birlikte yüzmeye devam ettik ve O'nun için de bir can simidi bulduk. Denizin üstünde çok can simidi olduğunu farkedince "Bunları heralde bir gemi attı." dedik. Az sonra da kürek sesleri duymaya başladık ve hem Türkçe, hem de İngilizce, yardım için bağırmaya başladık. O sırada vardiya subayı Hasan Yumuk'u soyunmuş vaziyette gördük. Sonra O birden kayboldu ve az sonra tahlisiye sandalının içinde geri geldi. Biz de sandala bindik. Birkaç dakika sonra gümrük motoru geldi ve biz 5 kişi o motora geçtik. Bizle birlikte denize düşen üç kişi daha vardı, ertesi gün öğrendik ki onlar ölmüş. İkisi pervanelere takılmış, diğeri de kafasını çarpıp bayılmış, bayılınca da boğulmuş. Daha sonra bizi Çanakkale Devlet Hastanesi'ne götürdüler. Tabi olay duyulunca vali falan oraya geldi ve biz bir vasıtayla askeri hastaneye nakledildik.

                 Ertesi gün olanları öğrendik. Gemimiz batmış, yukarıdan bir gümrük memuru gemiyle konuşmuş. Kıç torpidoda 22 kişinin olduğunu öğrendiğimizde yine bir mutlu olduk hiç değilse onlar yaşıyor diye. Ama daha sonra Kurtaran gelmiş, şamandıra kopmuş, Amerikalılar gelmiş gibi haberler aldık. Ne yapıldıysa olmamış, dalgıçlar dalmış, ama fayda etmemiş. Biz yine de umutluyduk, çünkü hepimiz bu şartlarda hayatta kalmak için yetiştirilmiştik. Ama artık üçüncü gece olduğunda bizim de ümidimiz kalmadı.

                 Dumlupınar Komutanı Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu:
                 Kaza mahallinde seyrediyorduk. Hava çok sisli ve kapalı idi. Aniden şiddetli bir çarpışma oldu. Ben güvertede idim. Sadme ile birlikte kendimi denizde buldum. Önce bir şaşkınlık anı geçirdim ve sonra suyun içinde soyunmaya başladım. Denizde iki saate yakın çırpındım, bu esnada tahlisiye vasıtaları ile kurtuldum.

                 Üsteğmen Hasan Yumuk:
                 Sadme ile birlikte kendimi denizde buldum. Önce hafif bir baygınlık geçirdim ve sulara gömüldüm. Tekrar suyun yüzüne çıktığımda bizim geminin ters döndüğünü gördüm. Çok kesif bir sis vardı. Yüzmeye başladım. Gemi de süratle batıyordu. Ben de anafora kapılmıştım. Bir müddet geminin peşinden denizin dibine doğru sürüklendim. Bu çekişten kendimi bir türlü kurtaramıyordum. Nasıl oldu bilmiyorum; son bir gayretle suyun yüzeyine çıkabildim. Sularla iki saat kadar pençeleştim. Neticede İsveç gemisinin tahlisiyeleri ile kurtuldum.

                 Üsteğmen Kemal Ünver:
                 Köprü üstüne çıkmıştım. Bu esnada şiddetli bir sadme ile denize düştüm. Gittikçe sulara gömülüyordum. Cankurtaran yelek ve simidi olmadığı için iki saat kadar daima yüzmek mecburiyetinde kaldım. İsveç gemisi tahlisiyesi imdadıma yetişmeseydi kurtulmama imkan yoktu.

                 Astsubay Başçavuş Hüseyin Akış:
                 Nöbeti devralmak üzere yukarı çıkmıştım. İnfilakı andıran bir grültü ve sadme arasında denize yuvarlandım. Bir hayli çabaladıktan sonra neredeyse kesilecektim. Tahlisiye yetişti ve kurtarıldım.


Milli Savunma Bakanlığı Temsil Bürosu'nun 6 Nisan 1953 Pazartesi günlü tebliği:

                 1- Çanakkale'de Nara önünde batan Dumlupınar denizaltı gemisinde kalmış olan personelin kurtarılmasından tamamen ümit kesilmiştir.
                 2- Bundan sonra tebliğ neşredilmeyecektir.
                 3- Hayatlarından ümit kesilen personelin isimleri aşağıdadır:

Subaylar:
Kurmay Albay Hakkı Burak, Makine Kıdemli Yüzbaşı Naşit Öngören, Makine Yüzbaşı Affan Kayalı, Güverte Üsteğmen İsmail Türe, Makine Üsteğmen Fikret Coşkun, Güverte Teğmen Bülent Orkun, Güverte Teğmen Macit Şengün

Assubay Kıdemli Başçavuşlar:
Şevki Özsekban, Ali Tayfun, Emin Akan, Ömer Öney, Mehmet Denizmen, Sait Yıldırım

Assubay Başçavuşlar:
Cemaleddin Denizkıran, Salahaddin Çetindemir, Zeki Gider, Kemal Acun, Hüseyin Uçan, Cemal Kaya, Naci Özaydın

Assubay Çavuşlar:
Bahri Serseren, İhsan İçdemir, Selami Özben, İbrahim Altıntop, Şaban Mutlu, İhsan Coşkun, Hamd Reis, Samim Nebioğlu, Mustafa Doğan, İhsan Aral, Zeki Açıkdağ, Necdet Yaman, Tuğrul Çabuk, Mehmet Ali Yılmaz

Mükellef Çavuşlar:
Karasulu Veysel Saygılı, Rizeli Ramazan Yurdakul

Mükellef Onbaşılar:
Milaslı Niyazi Giritli, İstanbullu Züğfer Ceylan, İstanbullu İbrahim İşlemeci, Trabzonlu Murat Yıldırım, Bodrumlu Mehmet Kızılışık, Bodrumlu Emin Süzer

Erler:
Çanakkaleli Mehmet Demirel, Bigalı Ali Gökçü, Antalyalı Nurettin Alabacak, Bandırmalı Ömer Yalçın, Edremitli Ali Aslan, Lapsekili Ülfeddin Akar, Şileli Bekir Sarı, Sürmeneli Yusuf Demir, Rizeli Mehmet Aydın, Sökeli Mustafa Özsoy, Marmarisli NUri Acar, Çorlulu Hüdai Çağdan, Lapsekili Kadir Demiroğlu, Tekirdağlı Fikri Ulaştırıcı, Bigalı Hüseyin Sayım, Bartınlı Hüseyin Kayan, İzmirli Kenan Odacıoğlu, Lapsekili Ahmet Günal, Bartınlı Mustafa Taşçı, Çanakkaleli Hasan Bozoğlu, Bursalı İbrahim Aksoy, İzmirli Feridan Kırcalı, Ordulu İsmail Özdemir, Çarşambalı Hasan Arslan, İnebolulu Ahmet Özkaya, Çanakkaleli Enver Uçar, Foçalı Necati Kalan, İnebolulu Murat Suyabatmaz, Giresunlu Mehmet Demir, Giresunlu Galip Yılmaz, Göreleli Hasan Kelleci

0 yorum :

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.

-