DEMOKRASİ VE TÜRKİYEDE DEMOKRASİNİN DURUMU
Batı tarihinde demokrasi, toplumsal, ekonomik, sosyal ve kültürel süreçleri büyüten, geliştiren ve güçlendiren bir dinamik olarak işler. Bunun nedeni demokrasinin batıda ve batının içsel toplumsal/tarihsel çatışma ve uzlaşmalarının içinde organik bir proses şeklinde gelişmesidir. Demokrasi, insanlığa batının armağanıdır.
Batı dışı toplumlar demokrasiyi, ithal etmişlerdir. Latin Amerika'dan Asya'ya güney ülkelerde demokrasi tecrübelerinin sancılı ve sarsıntılı seyretmesi, demokrasiyi kuracak, yaşatacak ve yerleştirecek altyapıdan yoksunluğu kadar, batı ile doğu/güney arasındaki eşitsiz ilişkinin doğasından da kaynaklanmaktadır. Batı emperyalizmi, buralarda, artık değeri kendisine aktaracak oligarşik devlet, siyaset ve yönetimleri dayatmıştır.
Bahse konu toplumlar, tarihsel/toplumsal maceralarını doğal gelişme çizgilerinde yaşayamamışlardır.
İnsan hakları, hukuk gibi, demokrasi de bugün batının yeni 'ihraç malları' listesinde yerini almıştır. Batı ile batı dışı toplumlar arasındaki gelişme ve bütünleşme farklarını ve açığını dikkate almayan ve bu eşitsizliğin giderilmesini öngörmeyen demokrasi ve insan hakları dayatmaları tam tersine sonuçlar verebilir.
İktisadi artık değer batıda temerküz etmiştir. Bu artık, kuzeyden güneye aktarılmadan ve güneydeki temel altyapı problemlerinin çözülmesine katılmadan demokrasiyi öne sürmek, yeni bir emperyalizm olabilir.
Bu durumda batı dışı toplumların 'yeni bir batı oyununa' maruz kaldıklarından endişe etmeleri olağan karşılanmalıdır.
Demokrasi, insan hakları ve hukuk, toplumlararası ilişkilerdeki bütün bu handikaplara rağmen ertelenemez ve temel bir gündemdir. Fakat organik ve doğru bir temelde yapılanması kaydıyla…
Akıllarını küreselci ideolojinin sarhoşluğuna kaptıranlar, milli devleti, demokrasinin kurulması karşısındaki en büyük engel saymaktalar. Oysa demokrasiyi sağlam temellerde inşa etmek için kurucu ve koruyucu antite olarak milli devlete olan ihtiyaç her zamankinden fazladır.
Batının içeride entegrasyona giderken, dışarıda desentegrasyonu ve 'üniteleşmeyi' teşvik etmesi dikkatle incelenmelidir.
Türkiye'ye gelirsek; batıyla girilen 'bağımlılık' ilişkisi 'vesayetçi bir demokrasi' üretmiş, buna karşılık değişen sosyolojisi de 'lümpen bir demokrasiyi' beslemiştir.
Vesayetçi ve lümpen demokrasi, gerçekte aynı madalyonun iki yüzüdür.
Demokrasinin ve demokrasi içinde toplumsal değişimin sağlıklı işleyişinin sapmasıdır. Lümpen demokrasisi, kullanılan muhalif diskurun aksine vesayetçiliğin sürmesine yaramaktadır. Vesayetçilik de, sosyolojinin sağlıklı ve doğru sonuçlar yaratmasını engellemekte ve hem toplumu, hem siyaseti, hem de devleti çarpıtmaktadır.
Hem vesayetçi demokraside ki toplumsal enerjiyi tutan ve tüketen otoriterlik ve baskıcılık hem de lümpen demokrasisinde ki toplumsal nomos'u tahrip eden pragmatizm, oportunizm ve konformizmi aşacak olan, milli bir demokrasidir. Milli demokrasi, eşitlikçi, özgürlükçü ve paylaşımcı, aynı zamanda tarihsel bir derinliği de taşıya gelecek doğru bir demokrasi perspektifidir.
Demokrasiyi 'moda' bir söylem olmaktan çıkartıp milletin gerçek egemenliğinin ve özgürleşmesinin yöntemi ve sistemi yapmanın ilk adımı, bu perspektife sahip olmaktır
Türkiye, Cumhuriyet tarihinin erken bir döneminde imtiyazlar, ayrıcalıklar ülkesi haline getirildi. Değişik kapalı asabiye ve ilişkilere bağlı oligarşik bir yapılanma doğdu. Demokrasiye geçmek de bu imtiyazları ortadan kaldıramadı.
Ayrıcalıklar, demokrasi içinde son bulmadı, tersine daha da derinleşti. Bu nedenle Türkiye demokrasisi yüzeysel kaldı. Demokrasinin gelişim süreci üzerinde dış etkilerin belirleyiciliği arttı.
Türkiye’nin bundan sonraki yolu ve büyük çözümü demokrasiyi vesayet ve imtiyazlardan tamamen temizlemek, milletin hakimiyetini hiçbir şüphe ve tartışmaya mahal bırakmadan yerleştirmek olmalıdır.
Milletinin güçlü ve katılımcı desteğinden mahrum kalan ve bu nedenle kökleşemeyen demokratik düzen ve işleyiş kolayca yolundan saptırılabilmektedir. Milletin özgürleşmesi ve zenginleşmesine hizmet etmesi gereken bu düzen içinde dünya sisteminin iç ve dış aktörleri kendilerine kolayca yer bulabilmektedir. Demokrasi, Türkiye’nin bağımlılaşma ve sömürgeleşme sürecine engel olamadığı gibi, kolaylaştırıcı da olabilmektedir.
Bu bağlamda Türk demokrasisi, ‘demokratikleşmeli’, milletinin öncelikleri ve gücüyle yeni baştan inşa edilmelidir. Öyleyse bugün, her şeyden çok derinleşmiş ve gerçek bir demokrasiye ihtiyacımız vardır.
Türkiye’nin gündeminde hızla önemli bir yer edinmeye başlayan Sabetaycılık tartışması bize gerçek demokrasi ve açık toplum ihtiyacını bir kez daha hatırlatmaktadır.
Türkiye, sürekli dış kaynaklı ve iç destekli yıpratıcı operasyonlara maruz kalmıştır ve kalmaktadır. Yakın geçmişte sol ve sağ adı altında ideolojiler vasıtasıyla iç savaşa sürüklendi ve en yiğit evlatları kurban edildi. Seksen sonrasında Kürtçülük belası başımıza sarıldı. On binlerce can kaybına mal olan düşük yoğunluklu bir savaş yaşandı. Akan kanlar ve can kayıpları bir yana bu ülkenin toprağına etnik ayrımcılığın tohumları ekildi. Kısa bir süredir de eski ve bildik bir mesele olan Sabetaycılık konusu ısıtılıyor.
Sabetaycılık üzerinden tehlikeli başka bir oyunun sahnelendiğini görüyoruz. Bu oyun, halkı ve devleti bir araya gelip Türkiye’nin varlığı ve geleceği adına güç toplamasını, kendisine, varlığına ve çevresine ilişkin sahici plan ve projeler geliştirmesini engelleyecek şer bir oyundur.
Dönmelik tartışmaları, kapalı ve imtiyazlı grupların deşifre ve tasfiyesi çerçevesinin ötesine geçmiş, dolayısıyla Türkiye’nin demokratikleşmesine hizmet etme amacından sapmış, dış dinamikler adına BOP kapsamında elit değişimi ve Türkiye’nin bu projenin bütün kötü sonuçlarını sinesine çekerek razı edilmesinin aletine dönüşmüştür.
Türkiye’nin elit değişimi kadar, köklü bir değişim ve yeniden inşaya ihtiyacı vardır. Fakat bu değişimi, dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya olmalı ve milletin inisiyatifinde gerçekleşmelidir. Dıştan gelen değişim dayatmaları kaos, iç savaş ve yıkıcı tasfiyeler olarak yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.
Sabetaycılık tartışmaları hızla Mustafa Kemal ve onun üzerinden Cumhuriyet ve Türkiye’yi hedef almaya yönelmiştir. Bizim için Mustafa Kemal Atatürk’ün kökenin (her ne ise) hiçbir önemi yoktur. Ancak Cumhuriyet’in mimarı olarak tarihi ve manevi önemi vardır. Türk milletinin bağımsız yaşama iradesinin tezahürü olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Mustafa Kemal’i hedef tahtasına koymaya başlayanlar, biliyoruz ki Türkiye’nin varlığı ve bağımsızlığını içine sindiremeyenlerdir.
Bütün birikimleri ve potansiyel güçleriyle Türkiye, bu komplolara teslim olmayacak kadar var olma ve yaşama iradesine sahiptir.
Bu çerçevede Cumhuriyeti kuran yurtseverliğe yeniden sıkıca sarılmalıyız. Türklüğe karşı da kullanılan oligarşinin örtülü nasyonalizminden kurtulmak, yurtsever bir anlayış ve ruhu sahiplenmek için fazla zamanımız kalmadı.
Gerçek demokrasi ve açık toplum olmak için Türkiye, yurtseverliğe dönmeli ve her türlü imtiyaz, ayrıcalık ve kapalı grup dinamiğini yok etmek için ‘yurttaşı’ inşa etmelidir.
-
Demokrasi Nasıl İşler? -Türkiyede Demokrasi
13 Ekim 2011 Perşembe
yazildi.
Tweetle
Sponsorlu Bağlantılar |
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.