Şiir
Şiir; eskilere göre ölçülü, uyaklı, özel dizilişli dizelerden oluşan söz söyleme sanatıdır; yenilere göre ise yalnız ahenkli söz söyleme sanatıdır. Demek ki eski şairler şiirde ahengi ölçü ve uyakla sağlıyorlardı; ritmi de durakla. Ayrıca nazım şekli, nazım birimi gibi şiirin dış yapısını ilgilendiren teknik özellikleri de kullanıyorlardı.Terim olarak şiire önce koşuk, Osmanlı döneminde nazım, sonraları şiir, günümüzde ise kimileri şiir derken, kimileri Türklerin kullandığı ilk terime dönerek koşuk demektedir. Şair için önce kam, baksı, şaman, ozan; Osmanlı döneminde nazım, şair denildi. Günümüzde ise kimileri şair derken, kimileri ozan adını kullanmaktadır.
Şiir de türlü yönleriyle ele alınıp incelenebilir. Konularına göre, edebiyat akımlarına göre, teknik özelliklerine göre, üretildiği döneme göre…
Şiir
Konularına Göre Şiir Türleri Teknik Özelliklerine Göre Şiir Türleri
Lirik Şiir Edebiyat Akımlarına Göre Şiir Türleri
Epik Şiir Üretildiği Döneme Göre Türk Şiirlerinin Türleri
Didaktik Şiir
Pastoral Şiir
Satirik Şiir
Dramatik Şiir
Konularına Göre Şiir TürleriŞiirde her konu işlenebilir. Şair isterse duygularını, isterse güzel bir görünümü, isterse bilgisini şiirle anlatabilir. Konularına göre; lirik, epik, didaktik, pastoral, satirik, dramatik şiir olmak üzere altı türlü şiir vardır; fakat şiirin düşünceden çok duyguya seslendiği düşünüldüğünde, insanların duygu yoluyla da eğitildiği gerçeğine bakıldığında bu türler birbirinden kesin çizgilerle ayrılamaz. Ancak bir şiirde bu altıözellikten en çok hangisi öne çıkarsa, şiir o türde yazılmış sayılır.
1. Duygusal (Lirik) Şiir
Hayal gücü, ahenk ve duygulardan oluşan şiire lirik şiir denir. Şair özenle seçtiği sözcük, sözcüğün mecaz anlamları, sözcükler arası anlam bağları ve ritmle okuyanı ya da dinleyeni kendi duygu dünyasına çekmeyi başarır. Şiir bir etkiye karşı tepkinin ürünüdür; öyleyse şair kendi duymadığı bir duyguyu anlatamaz. Ne ki şair bizi yoklayıp geçen ya da yoğunlukla yaşadığımız duyguları yazarak kalıcı yapan kişidir. Lirik şiirlerde işte bu duygu daha belirgindir. Şiir Türkçe Sözlük’te “1. Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan anlatım biçimi; 4.Düş gücüne, gönle seslenen; duygu ile coş ku uyandıran, etkileyen yön” diye tanımlanır.
Bu tanımlara göre her şiir biraz liriktir.
Kitabe-i Seng-i Mezar
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler,
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rûzigâr ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı
Kahve ocağında el yazısıyla:
“ölüm Allahın emri
Ayrılık olmasaydı.”
Orhan Veli
Duygu insanın doğasında var olduğuna göre, insanda duygunun tarihi düşünceden öncedir. Belki de insanlığın ilk şiirleri liriktir. Eldeki verilere göre ilk şiirlerde duygu o kadar önde idi ki, şiirdeki duygu müzik ile de desteklendi. Eski Yunan’da şiirin lyr denilen dört telli saz eşliğinde söylendiğini, lirik şiir teriminin de bundan türediğini biliyoruz. Batı’da toplumuna göre şiir; gitar, lavta, fülüt eşliğ inde söylenmekteydi. Eski Yunan’da şiir koroları da vardı. Şiir, şarkı gibi besteli olarak solo ya da koro söylenirdi. Eski Yunan’da şiirin bu dönemine eolien dönemi, müziğin yanı sıra şiire toplu dansın da katıldığı ikinci dönemine dorilen dönemi, lirik şiirin yalnızca okunduğ u dönemine ise Iskenderiye dönemi denilmektedir. Orta Çağda Batı şiiri yine musiki ile birleşir. Eski Türklerde ait olduğu boya göre kam, ozan, baksı gibi adlar alan şairler, şiirlerini kopuz denilen saz eşliğinde söylüyorlardı. Dinleyenlerdeki duyguyu daha coşturmak için dans da ederlerdi. Günümüzde şarkı, türkü, opera, bale, müzikli oyun gibi türlerde şiir ile müziği bir arada duyuyoruz. Şiir söylemek yada okumaktaki ses tonlaması, konuşmaktan yada okumaktan ayrı olmakla birlikte müziksizdir.
Lirik Şiirin Özellikleri
Eskiler lirik şiiri biçimine göre, eleştirici dediğimiz yeniler özüne göre tanımlamaktadırlar. Lirik şiir duyguya dayanır, ölümsüzlüğünü de buna borçludur; çünkü hemen hemen lirizme dayanmayan şiir yoktur. Bir şiir hem epik, hem lirik, hem pastoral olabilir. Duygudaki canlılık, sıcaklık okuyanı ya da dinleyeni de saracak kadar coşkulu olmalıdır. Şair bunu, kurduğu şiir cümlelerinde seçtiği sözcüklerle, hatta seslerle sağlar. Şiirdeki duygu kişiseldir; yani bir olay, bir durum karşısında şair ne duyuyorsa o. Bu nedenle şiir dili ne kadar resmî olursa olsun içtenliğini yitirmez:
Bir Bahar Akşamı
Bir bahar akşamı rastladım size, İçimde uyanan eski bir arzu,
Sevinçli bir telâş içindeydiniz. Dedi ki yıllardır aradığım bu.
Derinden bakınca gözlerinize, Şimdi soruyorum büküp boynumu,
Neden başınızı öne eğdiniz? Daha önceleri neredeydiniz?
Şarkı sözü
Lirik şiirin konusu eskiden aşk, ölüm, kahramanlık, din gibi konularla sınırlı iken, günümüzde konu alanı çok genişlemiştir. İnsanla, evrenle ilgili her konuda lirik şiir yazılabilir:
Hiç uyarmadan Kızaran nara benzersin dalın tepesinde
Kasırga nasıl sökerse En yüksek dalında unutulmuş, bir ağacın.
Meşeleri kökünden Hayır, unutulmuş değil, yetişilememiş.
Öyle sarsıyor yüreğimi aşk.”
Sappho (Çeviren: Azra Erhat, Orhan Veli)
Eski Türk şiirinden bir örnek Bugünkü Türkçeye çevrilişi
Üdig mini komıttı Aşk beni coş turdu heyecanlandırdı;
Sakınç manga yumıttı Dert bende toplandı.
Könglüm angar emitti Gönlüm ona meyletti;
Yüzüm mening sargarur Yüzüm benim sararıyor.
. . . . . . . . . .
Bardı közüm yarukı Gözümün nuru sevgilim gitti.
Aldı özüm konukı Özümün konuğunu aldı.
Kanda erinç kanı-kı Nerede ki nerde?
Emdi udın odgarur Şimdi uykularım kaçıyor.
Kördi meni emleyü Beni gördü, tedavi etti;
Bakdı manga imleyü Bana baktı, selâmladı..
Kaldım köngül tumlıyu Gönlüm donup kaldı.
Kadgu meni torgurur Kaygı beni zayıflatıyor.
2. Destansal (Epik) Şiir
Bir ulusun başından geçen tarih olaylarını, toplum ile ilgili sorunları, doğal afetleri ve bu olaylarda kahramanlık gösterenleri anlatan tarihsel olmakla birlikte olağanüstülüklerle efsaneleşmiş, masallaşmış bir şiir türüdür. Eski Yunan’da bu tür şiire epos, Batı’da epope, Türk Edebiyatında destan denir. Epik şiirin üç yönü vardır: konusunun kahramanlığa dayanması, olağanüstülük, kompozisyon.
Epik şiirde konu kahramanlıktır.
Epik şiirin konusu tarihten alınır. Fakat tarihe dayalı olaylar halkın hayal gücü ile beslene beslene dilden dile dolaşırken gelişir, genişler, yücelir; gerçekle ilgisi azalıp olağanüstülük kazanır. Ana olay destanın çekirdeği, diğer olaylar destanın kolları olur. Eski Yunan’da bunlara epizot denir.
Bütün olaylı anlatımlarda olduğu gibi epik şiirdeki olay da çok canlı ve hareketlidir. Bir ana olay ile bu ana olayı engellemeye çalışan ya da ana olaya yardımcı olan pek çok yan olay akışı vardır. Batı’da epizot denen bu yanlara olay Türk destanlarında kol denir. Epik şiirin uzunluğu bu epizotların çokluğuna bağlıdır.
Yaşanmış olayın üzerinden uzun yıllar geçmeden destan oluşamaz; bu nedenle destan kahramanı çok eski zamanlarda yaşamış bir kişidir. Kahramanın, bu koca zaman diliminde, anlatıla anlatıla kötü nitelikleri varsa da kalmaz, ideal insan tipi hatta yarı Tanrı tipi ortaya çıkar. Kahramanda karakter değil tipleme vardır. Epik şiirde ulusal özellikler, gelenekler vardır; kahramanı da ulusaldır. Epik şiirlerde anlatıldığı dönemlerin uygarlığından izler bulunur. Söz gelimi, Oğuzların demiri işlediklerini Ergenekon destanından öğreniyoruz. Epik şiirin bir kahramanla gelişmesi, yaşaması olanaksızdır. Bu yüzden ikinci, üçüncü dereceden kahramanlar; hatta hayvan kahramanlar başkahramana yardımcı olurlar.
Olağanüstülük, epik şiirin en belirgin özelliğidir.
Epik şiirde olaylar olağanüstüdür; duygular, düşünceler olağanüstüdür. Oğuz Kağan bir ışık olarak yeryüzüne inen, sonradan güzel bir kız olan peri kızı ile evlenir, Dede Korkut Hikâyeleri’nde insan ile hayvan arası Tepegöz adında bir dev vardır, Köroğlu’nun atı uçar, Yunan epiğindeki Tanrılar ölümsüzdür, Prometheus’un ciğerini bir kuş her gün yer bitirir, ciğer ertesi güne kadar tamamlanır, Prometheus ölmez…
Epik şiirlerde işte bu olağanüstü yaratıklarla birlikte yaşayan ya da olağanüstü devlere karşı savaşan ve çoğu kez onları aklıyla yenen yine olağanüstü kahramanlar vardır.
Epik şiirin anlatımı öykülemedir. Doğa, eşya ve kişi betimlemeleri kısaca, olay anı ise daha ayrıntılı verilir. Karşılıklı konuşma ya da söylev türü konuşmalar vardır. Kimi epik şiirlerin, dilden dile dolaşırken yazıya geçirilinceye kadar, şiir biçimi bozularak, düz anlatıma dönüşmüştür.
Epik şiirler, oluşum tarihine göre doğal epik ve yapay epik olmak üzere ikiye ayrılır. Doğal epikler o kadar eski tarihte oluşmuştur ki ilk söyleyeni unutulmuş, her anlatandan bir şeyler eklenerek genişlemiştir. Kırgızların Manas Destanı uzunluk bakımından belki de en uzun olanıdır. Yazıya geçirilmişi 16.000 beyit kadardır; hâlâ da gelişmesini sürdürmektedir.
Daha yeni olaylar için de epik şiirler yazılır. Bunlardaki olay da yazan da bellidir. Oluşma aşamasında yazıya geçtiği için, artık yapıları değişmeden yıllarca kalabileceklerdir. Böyle epik şiirlere yapay epik denilmektedir. Doğal epik türü için Türk Destanları, Yunan Destanları, Fin, Alman Destanları gösterilebilir.
Kurtuluş Savaşı Destanı’ndan
Saat 2.30 Ve Afyon önünde
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, Altıgözler Köprüsü’nün altından
ne ağaç, ne kuş sesi, gündoğuya dönerek
ne toprak kokusu vardır. ve Konya tren hattına rastlayıp yolda
Gündüz güneşin, Büyükçobanlar köyünü solda
gece yıldızların altında kayalardır ve Kızılkilise’yi sağda bırakıp gider.
ve şimdi karanlıkta daha bizim Düşündü birdenbire kayalardaki adam
ve dünya karanlıkta daha bizim kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri,
daha yakın kim bilir onlar ne kadar büyük
daha küçük kaldığı için ne kadar uzundular?
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten Birçoğunun adını bilmiyordu,
evimize, aşkımıza ve kendimize dair yalnız Yunan’dan önce ve Seferberlik’ten evvel
sesler geldiği için Selimşahlar Çiftliğinde ırgatlık ederken Manisa’da
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi geçerdi Gediz’in sularını başı dönerek.
okşayarak gülümseyen bıyığını Dağlarda tek
seyrediyordu Kocatepe’den tek
dünyanın en yıldızlı karanlığını. ateşler yanıyordu.
Düşman üç saatlik yerdedir ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Ve Hıdırlık tepesi olmasa şayak kalpaklı adam
Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek. nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
Şimali garbîde Güzelim dağları öcalıcı, güzel ve rahat günlere inanıyordu
ve dağlarda tek ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
tek ateşler yanıyor. birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde Paşalar onun arkasındaydılar.
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde O, saati sordu.
şimdi yalnız suların yaptığı Paşalar “üç” dediler.
bir yolculuk var. Sarışın bir kurda benziyordu.
Akarçay belki bir akarsu Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
belki bir ırmak Yürüdü uçurumun başına kadar
belki küçücük bir nehirdir. eğildi, durdu.
Akarçay Dereboğazı’nda değirmenleri çevirip Bıraksalar
kılçıksız yılan balıklarıyla İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Yedişahitler Kayası’nın gölgesine girip Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
çıkar, Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.
ve kocaman çiçekleri eflâtun
kırmızı . . . . .
beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
haşhaşların içinden akar.
Nazım Hikmet Ran
3. Öğretici (Didaktik) Şiir
Bilgilendirmek, öğretmek amacıyla yazılmış şiirlere didaktik şiir denir. Sözcük Grekçe “didasko”dan türetilmiş. Konusu düşüncedir. Kimi şiirlerde duygu ile öğreticilik iç içedir. Günümüzde öğretici eserler düzyazı ile yazılıyor. Eskiden yararlı düşünceler de belleklerde kolay kalması için küçük şiir dizeleriyle söylenirdi. Atasözlerinin bu günkü söyleniş biçimleri bile bu gerçeği doğrular niteliktedir:
Ak akça kara gün içindir. Az veren candan, çok veren maldan.
Sakla samanı, gelir zamanı. Yere bakan, yürek yakan.
Tencere dibin kara, seninki benden kara. Baskıdaki altından askıdaki salkım yeğdir.
Eli boşa “Ağa uyur” derler; Kazanırsan dost kazan,
eli doluya “Ağa buyur” derler. düşmanı anan da doğurur.
Bunun yanında ilk sözlü sanat ürünlerinin şiir olduğu düşünülürse, öğretici nitelikteki ilk eserlerin de şiir olması çok doğaldır. Zaten yazılış nedeni ne olursa olsun, her sanat eserinde en azından güzel, özlü söz söyleme, iyi bir örnek olma özelliği ile bir eğiticilik, öğreticilik vardır. Sanat eserini söyleyen ya da yazan bunu amaçlamasa bile ortaya çıkan gerçek budur. Yine de çok eskilerden beri ahlâk, din, felsefe, bilim konularında öğretmeyi amaçlayan şiirler de yazılmıştır.
Batıdaki ilk öğretici şiir örneğini I.Ö. 8. yüzyılda yaşayan Hesiodos’ta buluyoruz.
Hesiodos ahlâk ve din bilgileri verir.
İki Kavga
Bu dünyada kavganın bir türlüsü değil O, eli ağır bir adamı bile iş görmeye kışkırtır.
İki türlüsü vardır. İnsan birini tanıdı mı över, Zira biri bir başkasını çift sürmeye ekin ekmeye,
Öteki ayıplanmalı; ruhları ayrıdır onların. Evini barkını düzmeye çalışan bir zengini gördü mü,
Biri cengi ve öldürücü savaşı türetir, Çalışmak hevesine kapılır. Komşusu mal mülk
O fenasıdır. Hiçbir ölümlü sevmez onu; ancak zorla edinmeye
ölümsüzlerin buyruğu üzerine tapınır bu ağır kavgaya. Çalışan insan komşusuna imrenir.
Ötekini karanlık gece daha önce doğurdu, Bu kavga hayırlıdır ölümlülere.
Göklerde yüksek tahtında oturan Kronosoğlu, onu. Çanakçı çanakçıya gıpta eder, dülger dülgere
Dünyanın köklerine yerleştirdi; insanlar için Dilenci dilenciyi kıskanır, şair şairi.
çok daha hayırlı olarak. Ey Perses, sen bu öğütleri yerleştir aklına
Kötüye düşkün kavga, gönlünü işten alıkoymasın.
Hesiodos
İ.Ö. 270′te Aratos doğa olaylarını şiir diliyle anlatır. Astronomi ile meteoroloji olaylarını yazar. Lâtin Edebiyatında Lucretius (I.Ö. 99), fizik ve ahlâk üzerine yazar, Virgillius tarım bilgisi verir.
Türk Edebiyatında da didaktik şiirin başarılı ürünleri vardır. Bunlar önceleri dinî ve ahlâkî eserlerdir. Sonraları efsane, fıkra, masal ve yergi şiirleri de yazılmıştır. Yusuf Has Hacip’ten Tevfik Fikret’e, Aşık Veysel’e pek çok şair didaktik şiir yazmıştır.
Promete
Kalbinde her dakika şu ulvî tahassürün Meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin
Minkar-ı âteşini duy, daimâ düşün: Yüklen, getir -ne varsa- biraz meskenet-fiken,
Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım? Bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen
Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?.. Esmâr-ı bünye-hîzini, boş durmasın elin.
Yükselmek âsûmâna ve gülmek ne tatlı şey! Gör dâima önünde esâtir-i evvelin
Gökten dehâ-yı nârı çalan kahramânını…
Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa… Ey Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını.
Müştâk-ı feyz ü nûr olan âtî-i milletin
Tevfik Fikret
4. Doğa Şiiri (Pastoral Şiir)
Kırları; çobanların yaşamını, aşklarını, üzüntülerini, sevinçlerini anlatan şiirlere pastoral şiir denir. İlk pastoral şiirler pek gerçekçi değildi, olağanüstülükler vardı; fakat anlatımı yalın idi, söz oyunları ile süslenmezdi. Pastoral şiir; monolog biçiminde ise idil, diyalog biçiminde ise eglog adını alır. İdillerde çobanın aşkı yine onun ağzından anlatılır, monolog olduğu için, doğal olarak eglogdan daha kısadır. Eglogda çobanlar karşılıklı konuşarak kır yaşamının güçlüklerini anlatırlar. Ayrıca bir çoban öldüğünde arkasından arkadaşlarının söylediği ağıtlar vardır; bunlara eleji denir. Şiirler Yunan edebiyatında Theokritos, Lâtin edebiyatında Vergilus tarafından yazılmıştır. Günümüzde köy, kır, çoban yaşamını anlatan her şiiri pastoral sayıyoruz.
Bingöl Çobanlarına
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum, Gün biter, sürü yatar ve sararan ayla,
Bu dağların en eski âşinasıdır soyum. Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
Bekçileri gibiyiz ebencet buraların, - Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al!
Bu tenha ovaların, bu vahşi kayaların Diye hıçkırır kaval:
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi. Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun,
Her gün aynı pınardan doldurup testimizi, Daima eğeceksin başkalarına boyun;
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla. Hulyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni; Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini. Madem ki kara bahtın adını koydu çoban!
Arzu başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek,
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek, Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Dolaşıp dururuz aynı daüssılayı Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı. Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda, Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,
Bir çamlıkta söylemiş son sözlerini babam, Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda, Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
“Suna”mın başka köye gelin gittiği akşam. Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına.
Kemalettin Kamu
5. Yergi Şiiri (Satirik Şiir)
Edebiyatta şiirle bir kimseyi, bir düşünceyi, bir durumu açık ya da kapalı biçimde, iğneli bir dille yerme sanatına yergi denir. Her yergide bir uyarı olduğu için öğretici özellik de bulunur. Yergi şiirine Halk edebiyatında taşlama, Divan edebiyatında hiciv denir. Tarihin her döneminde her zaman yergi şiiri söylenmiştir yada yazılmıştır. Eski Yunan’da Diogenes’in yergileri vardır. 18. yüzyılda Batı’da Voltaire iyi bir yergici idi. Türk edebiyatında, yergi denilince akla Nef’î gelir.
Geçenlerde bir derin vadide Bana Tahir Efendi kelp demiş
Jean Frenon’u bir yılan ısırdı İltifat, bu sözde zâhirdir
Ne oldu dersiniz sonra? Mâliki mezhebim benim zirâ
Can veren yılan oldu. İtikatımca kelp tâhirdir
Voltaire Nef’î
6. Dramatik Şiir
Dramatik şiirin konusu olaydır. Konuyu tiyatro gibi canlandıran şiirlerdir. Eski Yunan’daki tragedyalar ile başlayan dramatik şiir, günümüzde manzum tiyatrolarla varlığını sürdürmektedir. Batıda Cornille, Shakespeare vardır. Türk edebiyatında şiir ile yazılan tiyatro Tanzimat edebiyatında başlar. Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Faruk Nafiz dramatik şiirin ilk örneklerini verirler.
Elektra’dan
Koro Koro
Ey talihsiz bir babanın evlâdı, Elektra! Fakat hiçbir zaman
Kurnaz ananın dinsizce hepimizi bekleyen Hades bataklığından,
kurduğu tuzağa düşen Agamemnon’a ne gözyaşları, ne de yalvarmalarla
ne bitmez tükenmez gözyaşlarıyla ağlıyorsun? babamı yukarıya alamayacaksın.
Oysa sen kendini bırakıyor,
Elektra çaresiz dertlere doğru gidiyorsun,
Sonsuz iniltilerle periş an oluyorsun.
Ey soylu ailelerin kızları! Dertlerinden böyle kurtulamazsın.
Acımı avutmak için buraya geldiniz; Acıdan haz mı duyuyorsun?
biliyorum, anlıyorum, gözümden
bir şey kaçmıyor, ama vazgeçemiyorum. Elektra
Zavallı babama ağlamaktan kendimi alamıyorum.
Gafil! Babamın acıklı ölümünü
unutuyor musun?
Sophokles
Vatan -yahut- Silistre’den
Âmalimiz, efkârımız ikbal-i vatandır,
Serhaddimize kal’e bizim hak-i bedendir.
Osmanlılarız, ziynetimiz kanlı kefendir.
Kavgada şehadetle bütün kâm alırız biz!
Osmanlılarız, can veririz, nam alırız biz!
Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda.
Can korkusu gezmez ovamızda dağımızda.
Her kûşede bir şîr yatar toprağımızda
Kavgada şehadetle bütün kâm alırız biz!
Osmanlılarız, can veririz, nam alırız biz!
Namık Kemal
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.