Gelişmekte olan ülkelerin en başta önemli bir işgücüne sahip ihtiyaç duydukları bir gerçektir.Hatta bu iş gücü genç sağlıklı bir işgücüdür.Bu anlamda nüfusun kalkınmakta olan bir ülkeye olumlu katkıları olduğu görülmektedir.Nitekim ikinci dünya savaşı sonra yeniden kalkınmak için kolları sıvayan Almanya aynı problemi yaşamış bu sorununu emek yani iş gücü ithaliyle çözme yoluna gitmiştir.Kalkınma için ucuz verimli ve çok miktarda işgücüne sahip olmak gerekir.Bu da dolayısıyla fazla nüfüsa ihtiyaç duyulduğunun göstergesidir.Günümüzde Çin bu modelle büyüme yoluna gitmiştir.Madalyonun diğer yüzüne bakıldığında ise fazlca nüfusun beraberinde farklı problemler getirdiği bilinmektedir.
Ülkenin Kalkınmasında Nüfus Nasıl Bİr Etkiye Sahiptir?
Dünya iktisat tarihigeleneksel ve modern olarak iki bölüm halinde incelendiğinde ekonomikyapı ve nüfus arasındaki ilişkilerin farklılaştığı ve teknolojiye,sosyal ilişkilere, coğrafyaya, kültürel-dinsel yapılara koşut olarakdeğişik etkileşim biçimlerinde ortaya çıktığı görülmektedir. Gelenekselekonomilerde kapital/nüfus ve toprak/nüfus oranları, ulusal güvenliğinsağlanması ve sınırların korunması, dinsel inançlardan kaynaklanankaygılar, köleliğe kadar uzanan bir dünya görüşünün nüfus üzerindekietkisi söz konusudur.
Sanayi toplumlarında ise insan haklarıparadigmasının güçlenmesi ile birlikte insan unsuru bir sermaye olarakalgılanmış ve yukarıdaki unsurlar yerini yenilerine terk etmeyebaşlamışlardır. Moderntoplumlarda büyük kara ordularına gerek yoktur. Dünyadaki tüm topraklarsahiplerini bulmuş olduğundan toprak/nüfus oranı küçülmektedir vedolayısıyla ne nüfus artışı taraftar bulabilmekte, ne de yenitoprakların üretime katılması ile ortaya çıkması beklenen Ricardiansüreç belirtmektedir. Bu nedenle, teknolojik gelişmeye paralel olarakgeleneksel ekonomilerin hemen tümünde problem olan kentlerin veülkenin beslenebilmesi, dünya dış ticaretindeki dönüşüm nedeniyle(biraz da dış ticaret hadlerinin tarımsal ürün üreten ülkeler aleyhinedönmesi ile) farklı bağımlılık ilişkileri ile örgülenmiştir.
Sanayi Devrimi sonrasınagelinene değin Antik Yunan şehir ekonomilerinde, feodal Avrupa'da veOsmanlı ekonomisinde nüfus ve ekonomik yapı etkileşim içindeolmuşlardır. Teorisyenler bu ilişkiye tutarlı teorik açıklamalargetirmeye başladıklarında artık iktisatçı için sorun pratik gelişmelereteorik bir açıklama getirebilmek şekline dönüşmüştür.
İktisat tarihindeki nüfushareketliğinin açıklanmasında geliştirilen ve kullanılan teori nüfusdönüşümü (Demographic Transition Theory) teorisidir. Bu teoriye görenüfus hareketliliği tarihsel süreçte dört temel aşamadan geçmiştir. İlkaşama yüksek doğum ve ölüm oranlarını, ikinci aşama ölüm oranlarındadüşüşü, üçüncü aşama doğum oranlarında düşüşü ve son aşama durağan birnüfusu oluşturmaktadır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse NüfusunDönüşüm Teorisi, yüksek doğum ve yüksek ölüm oranları sonucundanüfusun sabit kaldığı aşamadan, yüksek doğum ve düşük ölüm oranları iletemsil olunan hızlı nüfus artışı aşamasına, oradan da doğum ve ölümoranlarının düşük olduğu yavaş nüfus artışı aşamasına gelinmesi olaraktanımlanabilir. Bu dönüşüm, ifade edilen dört ayrı aşamadagerçekleşmektedir (Nafziger-Wayne 1997: 216-224).
Nüfus Dönüşüm Teorisi'ne görehem gelişmiş, hem de azgelişmiş uluslar bu aşamaları farklı zamandilimlerinde yaşamışlardır. Örneğin gelişmişler kategorisine dahilolan Avrupa ülkeleri açısından bakıldığında ilk aşama 1800 öncesine,ikinci aşama 1800- 1860 dönemine, üçüncü aşama 1860-1980 arasına vedördüncü aşama 1980 sonrası döneme karşılık gelirken, azgelişmişuluslar için ilk aşama 1900 öncesine, ikinci aşama 19001950 arasına,üçüncü aşama 1980-2000 arasına karşılık gelmektedir. Dördüncü aşamahenüz birçok azgelişmiş ülkede gözlenmemiştir (NafzigerWayne 1997:216-224). Ancak bu teorinin oluşmasında yol gösterici olan söz konusunüfus trendlerinin neden bu şekilde oluştuğu farklı bir araştırmanınkonusudur.
C. Cipolla'ya göre hem ZiraatDevrimi'nde (MÖ. 10.000), hem de Sanayi Devrimi'nde (1750-1850) dünyanüfusunda bir patlama söz konusudur ve bunlar değişik niteliklergöstermektedir. Öncelikle devrimle yayıldıkları için bunlar, dünyaölçüsünde yaygınlık kazanan değişmelerdir. İkinci olarak, bunlar sonderece yoğun ve büyük boyutlu değişmelerdir. Her iki devrimde de nüfusadeta kontrolden çıkmışçasına büyümüştür. Bu patlamalar mevcut dengemekanizmasının artık işlememesinden doğmuş sayılabilir. Bozulan eskidenge yerine yenisi yerleşineeye kadar geçen zaman içinde, nüfuskontrolden çıkmış ve aşırı şekilde büyümüştür (CipolIa, 1980: 86).Ziraat Devrimi sonucunda nüfusun yerleşikleşmesi, fazla nüfusunbeslenebilmesi için gerekli ürün fazlasının sağlandığı ve insanın doğaile olan ilişkisinin farklı şekillerde geliştiği düşünülebilir.
Sanayi Devrimi ve nüfus ilişkisi sonraya bırakılmak üzere, Antik Yunan' a gelene değin dinsel etkiler altında kalan toplumların,nüfus artışını benimsedikleri ve nüfus ile ekonomi arasında doğrusalbir ilişki kuramadıkları görülür. Musevilik çocuğu olmayan kadını horgören ve kadının kısırlığının, talihin kadınlara musallat edebileceğibir zillet olarak değerlendirirken, İncil birinci nüfus artışınıdesteklemiştir. Protestanizmle birlikte bir değişiklik olmamış ve aynıdüşünce devam etmiştir. İslam Dini de fazla nüfusa bir sorun olarakbakmamış ve değişik hadislerde nüfusun artması yolunda tavsiyelerdebulunulmuştur (Özoğuz, 1973: 50-51). Bunların pratikteki yansımasınüfusun öncekine oranla daha fazla artışını sağlamış olması olarakdüşünülebilir. Bunun toplumlar üzerinde bir iktisadi baskı oluşturmamanedeni kapalı üretim tarzının söz konusu olduğu ekonomilerde,toprak/emek oranında, toprağın temel üretim faktörü olarak nüfustakiher artışa cevap vermesi ve insan ihtiyaçlarının, talebinartarakçeşitlenmesine olanak vermeyecek derecede sınırlı olmasındaaranmalıdır. Ticaretin ve yaygın mübadeleye izin verecek düzeydepazarın ve paranın bulunmayışı resmi tamamlamıştır.
Antik Yunan sitedevletlerinde nüfusun ekonomiye baskısı üretim yapılacak yeterlimiktarda toprak bulunmamasından (coğrafi zorlama) dolayı ortayaçıktığında imdada kolonizasyon ve dış ticaret yoluyla gereklimaddeleri sağlama yetişmiştir. Toprakların küçük ve verimsiz olması,bazı ailelerin çok küçük ve hatta bazılarının hiç toprağa sahipolmamaları sonucunda yükselen sosyal tansiyon kolonizasyonuberaberinde getirdi (McKay-Hill vd., 2000: 113). Korent ve Atina gibiithal mallarına gittikçe daha bağımlı hale gelen siteler kolonilerdenaldıkları mallar-hammadde ler karşılığında mamul maddeler ihraç etmekyoluyla ayakta kalabilmişlerdir (Heaton, Cl, 1985: 25). Kimi zaman isefazla nüfus ana siteyi ve kolonileri korumak için gerekli görülmüştür.Fazla nüfusun baskısını azaltmada Eflatun, yeni siteler kurularakfazlalığın göçmen haline dönüştürülmesini isterken, Aristo Malthusyenbir tutumla mülkiyetin değil ama nüfusun sınırlandırılması gerektiğiüzerinde durmuştur (Savaş, 1999: 47 ve 55
Roma İmparatorluğu savaşçıkarakterinin de gereği olarak hızlı bir nüfus büyümesi ve kölelerinüretimde kullanılmasına ek olarak ithalatçı yapısı ile karakterizeedilebilir. R. Cameron'a göre Roma Barışı (Pax Romana) döneminde tümimparatorluğun nüfusu 60 ile 100 milyon arasında değişmektedir. MarcusAurelius zamanındaki (MÖ. 180) nüfus Julius Ceasar (MÖ. 44) zamanındaiki katına ulaşmıştır. Bu artışın temelindeki dinamik, Roma Barışı'nınticaret yolları üzerinde sağladığı güvenliğe ek olarak Roma'nın Afrikave Asya'daki verimli topraklar üzerindeki egemenliği olarakbelirtilebilir. Nüfus artışına koşut olarak zanaatkarların yaşamstandardı da yükselmiştir. Hatta C. Clark'a göre tipik bir özgür Romalızanaatkarın gerçek ücreti 1850 İngiltere' sindeki bir işçinin ücretineyakın olmaktadır (Cameron, 1997: 39).
Roma'nın köleci üretimsistemi, savaşlar ve zirai üretim arasında sıkışan Romalı köylülerihızla tarım dışına irmekte, maliyetleri düşürmekte ve marjinal kölemaliyeti marjinal köle veriminden düşük olduğu sürece ekonomideki kölearzı artırılmaktaydı. Toprakların marjinal büyüklüğe ulaşması biryandan köle arzı kaynağının tükenmesi ile sonuçlanırken hızla yok olanküçük Romalı çiftçiler dışarıdan gelen tahılın rekabetine karşıkoyamamışlar, borçlanma yoluyla artan bağımlılık ilişkilerine ekolarak, devletin artan savunma ve ithalat maliyeti ekonomik yapınınbozulmasına neden olmuştur. Koloni sisteminin geliştirilip, Romalıvatandaşların ve kölelerin bir kimlik değişimine uğrayarak Ortaçağ'ınserfliğini oluşturmaları bilinen ama incelenmesi ayrı bir çalışmayıgerektirecek kadar da karmaşık bir süreçtir (Güran, 1988: 20).
Roma İmparatorluğu'nunyıkılışından Ortaçağ'ın sonuna değin, nüfus hareketlerininincelenmesi, nüfus ile ekonomik yapı arasındaki ilişkinin güçlenmeyebaşladığının belirtilerini taşımaktadır. Ortaçağ tarihçisi M. M. PostanOrtaçağ nüfus hareketlerini üç dönem içinde ele almaktadır. a) ErkenOrtaçağlarda nüfus aşağı yukarı kararlıdır. b) 10. ve ll. yüzyıldan 13.yüzyılın sonlarına doğru genelde artan bir nüfus söz konusudur. c) 14.yüzyıldan 16. yüzyıla kadar önce azalan, sonra dalgalanan ve 15.yüzyılın sonlarına doğru yükselme eğilimine giren bir nüfusgözlenmektedir. Burada önemli olan Postan'ın nüfus hareketleriniaçıklarken, nüfus değişmeleri ile genel olarak ekonomik gelişme, özelolarak da ticaretin genişlemesi ve gelişmesi arasında kurmak istediğineredeyse birebir ilişkidir (Üşür, 1992: 462). Postan'ın Ortaçağ nüfushareketleri ve ekonomik yapı arasında kurmaya çalıştığı ilişkiyi H. J.Habakkuk ve D. North'da da bulmak olanaklıdır. Habakkuk'a göre 19.yüzyıl öncesi İngiliz tarihinde gözlemlenen fiyatlardaki, gelirdağılımındaki, yatırımlardaki, gerçek ücretlerdeki ve göçlerdeki uzundönemli hareketler nüfus artışındaki değişmeler tarafındanyönlendirilmiştir. Artan nüfus, yükselen fiyatlar, yükselen tarımsalkarlar, nüfusun çoğunluğu açısından düşük gerçek gelirler, sanayininaleyhine dönen ticaret hadleri anlamına gelir (Üşür, 1992: 422). D.North ve R. Thomas'a göre de, nüfus artışı ticareti artırdı. Artanticaret ise bölgesel ve bölgelerarası pazarın kurulması koşullarınıyarattı. Sonuçta büyüyen manor ekonomisinin büyüme sınırlarının sonunagelindiğinde ilkin manorda azalan verimler, ikincil olarak ise nüfusunmanor ekonomisi dışına çıkması gerçekleşti (North ve Thomas, 1971:791). North ve Thomas'a göre sonuçta, nüfus değişmesi dışsal bir faktörolarak toprak/emek oranını bozdu. Bozulan bu oran fiyatlar yoluylaekonomideki temel değişimlerin nedeni oldu (North ve Thomas, 1971:782; Bkz. North ve Thomas, 1973). Nüfusun kendi dinamikleri ile artıpazalması yanında iklim değişimi, veba, yangınlar ve savaşlar gibidışsal faktörler altında da sayısal büyüklüğünün değişmesi, bu değişimsonucunda yine üretim tüketim-bölüşümde meydana gelen değişimlerinbunları izlemesi söz konusu olmaktadır. Nitekim artan nüfus, artantalep, artan ticaret, para ve pazar ekonomisinin genişlemesi,kentleşmenin artması, yeni toplumsal sınıfların oluşması ve kadimfeodal ilişkilerin bunlara kayıtsız kalmayarak çözülmeleri zincirlemebir etki ile feodalizmin sonunu hazırladı (Bkz. Lerner-Meacham vd., 1988: 379-380).
Osmanlı Devleti'nde isekuruluş dönemi olan 14. yüzyıldaki iktisadi durgunluk ortamındanüfusun, kıtlıklar, salgınlar ve savaşlar nedeniyle çok az olduğubilinmektedir. Bunun en önemli göstergesi mal fiyatlarındakidüşüklüktür. Zira üretimde bir artışı gerektiren hiçbir gelişmeninolmadığını bildiğimiz bu dönemde nüfus ve dolayısıyla talep, yukarıdabelirtilen neden[erden dolayı toplam arzın çok gerisindeydi. Bunedenle 14. yüzyılda Anadolunüfusunun 4-5 milyon dolayında olduğutahmin edilebilir (Tabakoğlu, 2000: 138). 1500'lü yıllar için F.Braudel ve Ö. L. Barkan'ın hesaplamalarına göre bugünkü Türkiyesınırlarında 12-13 milyon insan yaşamaktadır. Barkan'a göre 16.yüzyılın sonlarına doğru ise devletin sahip olduğu bütün topraklardanüfus en azından 30-35 milyona ulaşmış olmalıdır. Braudel'in ise aynıyıllar bağlamında ileri sürmüş olduğu rakam 16 milyondur. Bu nedenleBraudel' e göre Barkan' ın tahminleri biraz iyimser tahminler olarakdikkati çekmektedir (Tabakoğlu, 2000: 139). 17. ve 18. yüzyıllar içinyeterli veriler bulunmamakla birlikte yalnızca Anadolu'da erkeklerinsayıldığı bir sayımda nüfus 7-7,5 milyon dolayında çıkmıştır. 1844'dekibir sayımda ise tüm ülkenin 36 milyon dolayında, yalnızca Anadolu'nun11 milyon dolayında olduğu bulunmuştur. Bütün bunlardan çıkan sonuç16. ve 20. yüzyıllar arasında Osmanlı nüfusunun durağan bir nitelikgöstermesidir (Tabakoğlu, 2000: 141). Bu durağanlığın nedeni özellikle1683 sonrasında başlayan Osmanlı toprak kayıpları ve gelenekselekonomilerde nüfusun bir kısmının biraz da Osmanlının uygulamış olduğusürgün politikası sonucundaki hareketliliğine bağlanabilir. H. İnalcıkimparatorluğun nüfus hareketliliğini, Osmanlının reayaya malikaygılarla da verdiği önem sonucunda kendi topraklarına yerleşilmesineizin verdiği, doğudan batıya sürekli bir göç hareketinin imparatorluknüfusunu karakterize edebileceği ve bunun zaman zaman sorunlara yolaçtığı, merkezi otoritenin gerek gördüğü durumlarda sürgünpolitikasının uygulandığı, ve yine zaman zaman baş gösteren isyanlarınnüfus üzerinde olumsuz baskılarının olduğu şeklinde nitelendirmektedir(İnalcık, 2000: 68-69).
Sanayi Devrimi dönemi Avrupanüfusu hızlı bir artış ve yaşam standartlarında yükselme ilenitelenmektedir (Bkz. Deane, 1994: 17-32 ve 226). Avrupa nüfusu 1750'den 1950 yılına kadarki 200 yıllık sürede yaklaşık 240 milyondan 1milyara yükselirken aynı dönemde dünya nüfusu 900 milyondan 3 milyardolaylarına yükselmiştir (McKay-Hill vd, 2000: 846).
J. Habakkuk'a göre Avrupa'daSanayi Devrimi'nden önce uzun bir müddet nüfus, gerek doğum oranı vegerekse ölüm oranı yüksek olmakla birlikte gayet istikrarlıydı. Kabadoğum oranı ile ölüm oranı binde 30 dolayındaydı. Doğum oranındakifazlalık, istisnai durumlarda harp, salgın hastalık ve kıtlıktanmeydana gelen ölümleri karşılamaktaydı. 18. yüzyılın sonun_ da ve 19.yüzyılın başında iktisadi kalkınma hızlanınca, bu ilkel istikrar, buendüstri öncesi denge, ölüm oranında bir değişme sonucunda bozulmuştur(Habakkuk, 1966: 15). Ancak yine de Habakkuk'a göre söz konusudönemdeki nüfus artışını yalnızca sanayileşme ile açıklamak olanaklıdeğildir. Nitekim tüm Avrupa'da sanayileşme sürecine girilmezden öncede başka faktörlerden dolayı nüfusun artışı ile karşı karşıyakalınmaktaydı. Endüstrileşmede pek ileri gidemeyen Avrupa ülkelerindebile, hızlı nüfus artışını destekleyen kuvvetler vardı ve meydanagelen artış karşısında artış oranına gem vurmaya çalışan karşıkuvvetler ortaya çıktı. Bu kuvvetler, endüstrileşmiş toplumlarda da,ilk aşamada, endüstrileşmenin nüfus artışını teşvik edici nitelikleri,sonraki safhalarında ise kontrol edici nitelikleri olarak hareketegeçtiler (Habakkuk, 1966: 18-19).
0 yorum :
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.