13 Haziran 2012 Çarşamba

Ingmar Bergman'ın Persona filminden

Anlamadığımı mı sanıyorsun?
Varolmak denen o umutsuz düşü…
Olur gibi görünmek değil, var olmak.
Her an bilinçli, tetikte.
Aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o farklılık…
Baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık.
İçinin görülmesi, ele geçirilmek, eksiltilmek…
Ve hatta belki de yok edilmek.
Her ses, her kelime yalan, her jest sahte.
Her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi.
İntihar mı?
Hayır.
Fazlasıyla iğrenç.
İnsan yapamaz.
Ama hareketsiz kalabilir, susabilir.
Hiç değilse o zaman yalan söylemez.
Perdelerini indirip, içine dönebilir.
O zaman rol yapmaya gerek kalmaz
Birkaç farklı yüz taşımaya,
Ya da sahte jestlere.
Böyle olduğuna inanır insan.
Ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer.
Sığınağın yeterince sağlam değil.
Hayat herşeyin içine sızar.
Ve tepki vermeye zorlanıyorsun.
Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor.
Kimse sen gerçek misin
Yoksa yalan mısın demiyor.
Bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir.
Belki orada bile olmaz.

Persona - Ingmar Bergman
Persona, Bergman filmografisinin en şaşırtıcı ve en aykırı parçası. Yönetmenin ustalığının ve modern sinemayı etkilemekle kalmayıp onu nasıl büyük ölçüde kendinden çıkardığının en güzel kanıtlarından biri. Sinamotografisinin ustalığını bir yana bırakırsak, buradaki sinema dilinin günümüzdekinden geri kalan yanı yok. Sinematografi de işin içine girdiğinde Bergman fersah fersah öteye gidiyor. Kuralları kim koydu diye merak ediyorsanız işte size Bergman, sinemanın gerçek babası. Örneğin Lynch Mulholland Çıkmaz'ını yazarken bu filmi en az on kez izlemiş olmalıdır. Bir hemşire, konuşmayı reddeden, herhangibir psikolojik rahatsızlığı olmamasına rağmen çevresiyle iletişimi tamamen kesmiş bir aktristin bakımını üstleniyor. İkisi bir yazlıkta birlikte zaman geçirirken, birinin sessizliği nedeniyle açılan kışkırtıcı ve korkutucu kişilik çukuruna diğerinin (hemşirenin) karakteri düşüyor ve kendini en ince detayları ile açık etmeye başlıyor. Ve bir süre sonra hemşirenin kendi karakteri yok olup tamamen aktristin karakteri içinde eriyerek şekil değiştiriyor. (bibi andersson ve liv ullman'ın oyunculukları mükemmel) Sessizliğin gücü, karakter olmak, oynamak, kişilik ve kadın kimliği (John Berger'in Görme Biçimleri'ndeki tezini hatırlamakta fayda var: özellikle kadınların kendilerinden beklenen kimlik ve içlerindeki gerçek kimlik arasındaki bölünmüşlükleri) üzerine bir başyapıt. 1966 yılından sonraki sinemayı en çok etkilemiş ve hatta onu bizzat yaratmış olan filmlerden biri Persona. Ama burada örneğin bir Potempkin Zırhlısı ya da bir Metropolis gibi ancak miras kağıtlarındaki yazı olabilecek, yapacağını yapmış sonra da hükmünü uzun zaman önce kaybetmiş bir anlatı göremezsiniz. Bergman'ın Persona'sı, bugün bile tüm yönetmenlerin hayalini süsleyebilecek ve yapıldığı anda tüm dünyanın önünde eğileceği gerçek sinema anlatısıdır. Yapıldığı yıl bir kesimin takdirini toplamakla birlikte çok büyük bir kesim tarafından da acımasızca eleştirilmişti. Ne var ki sonrasında kuralları koyan filmlerden biri oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.