12 Mayıs 2012 Cumartesi

James joyce'un ölümsüzlüğü garantilemek

“İçine o kadar çok bilmece-bulmaca ve zekâ oyunu koydum ki, profesörler yüzyıllarca ne demek istediğimi tartışacaklar, insanın ölümsüzlüğü garantilemesinin tek yolu da budur.”
James Joyce
(…)
James Joyce’u burada anlatacak değilim. İnternetteki herhangi bir siteden yazarla ilgili tüm bilgilere ulaşmak son derece kolay artık. Üstelik, yazarı “biyografik” olarak tanıtmanın da köşe yazarlığı için biraz “lüks”, başka bir deyişle “kolaya kaçma” olduğunu düşünüyorum.
Ama Ulysses’i anlatmak, sanırım dünyayı anlatmaya çalışmakla eşdeğer bir olay.
Yazıya, şu saptamayı yaparak başlamak zorundayım: Joyce, “
Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi” adlı romanını klasik roman tarzında yazmış bir yazardır “Dublinliler”e bakarsanız o da öyle… Ama iş Ulysses ve Finnegans Wakeromanlarına gelince, işin çok daha “ultra” boyutlara geçtiğini fark etmememeniz mümkün değil.
Bu bir bakıma resim sanatında 
Mavi Dönem’inde klasik resmin en iyi örneklerini vermiş olan Pablo Picasso’nun, soyut resme ancak bundan sonra ulaşmasına benzer.
Yani klasik taşlar döşenmeden bir yoldan yürüdüğünüzde, mozaikle döşenmiş yolların farkını anlayabilirsiniz ancak. Hep mozaikte yürümeye kalkarsanız eğer, yürüdüğünüz yol asla mozaik değildir, bilesiniz.
Tuvale fırça sallamakla veya boya fırlatmakla soyut resim yapılmadığının bir “
ispatıdır” bu.
Ulysses de böyle bir romandır işte.
Roman sanatının son aşamalarından biridir. Bu yüzden de 
Stephen King veya Dean R.Koontz okur gibi okuyamazsınız. Ondaki heyecanı da bulamazsınız elbette. Ama amaç sizi heyecanlandırmak değil, amaç sizin üzerinde bulunduğunuz dünyayı kavramanıza yardımcı olmaktır.
Bu tür romanlar, size doğrudan bir şey anlatmadığı için, aritmetik mantığıyla okunmaz, matematik sistematiği kullanmak zorundasınız. Sıkılıp herhangi bir yerinde kitabı fırlatabilirsiniz de… Ya da, kitabın son sayfasını çevirip de, “
bitti ama bir şey anlamadım” feryadı da atabilirsiniz.
Oysa kitap size vermek istediği mesajı vermiştir. Fark şu ki, gözleriniz aracılığıyla değil, beyniniz aracılığıyla algılamak zorunda kalmışsınızdır.
Bu farkı ise, o anda anlayamazsınız zaten.
Ta ki, Eiffel Kulesi’nin dibinde durup da, tepesini görmek için başınızı yukarı kaldırıncaya kadar.
Ulysses’de, katilin bahçıvan olmadığını anlarsınız elbette. Zaten bahçıvan da değildir katil.
Ama eğer bir katil arıyorsanız, en büyük katilin de o kitabın sayfaları içinde olduğunu anlarsınız. Hemen değil, ama mutlaka.
Benim James Joyce üzerine yazı yazmak aslında pek de haddim değil. Deşilmedik, karıştırılmadık cümlesi bile kalmamıştır Joyce’un dünya edebiyatçıları tarafından.
Ama bu tür mütevazılıklara girdiğim zaman da, şöyle bir şeyle karşılaşmak hiç hoşuma gitmiyor açıkçası: “
Zaten yazarın kendisi de anlamamış, anlamadığını da açık sözlülükle belirtmiş.
Joyce, herkesin mutlaka kendisi için bir paragraf bulacağı bir destan yazmıştır. Kimi zaman merdiven çıkarken aklınıza takılan bir soruyu yanıtlar, kimi zaman da uzaydaki yıldızlara bakıp da evrenin neresinde olduğunuzu kendinize sorduğunuz anlarda.
Büyük kavramı sonsuzdur, küçük kavramı da öyle… Bu sonsuzluk içinde, hangi boyutta olduğumuzu bilme gibi bir teknik donanımımız henüz yok.
İşte burada Joyce felsefesi gündeme girer: Nerede ve ne boyutta olduğunuz önemli değil. Bir yerdesiniz ve bir şeyler yapıyorsunuz, önemli olan bu.
Şu sıralarda, özellikle de tarihe not düşülen günlerden geçerken, belki de en çok ihtiyacımız olan bir şeydir bu tür yazılar ve yazarlar.
Madem bize “
oku” demişler, okuyacağız.
Okuduğumuzu da paylaşacağız.
Gereksiz,” görülse bile.
Mümtaz İdil
Odatv.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.