6 Mart 2012 Salı

Yabancılaşma - Tüketiyorum Öyleyse Varım

Yabancılaşma
Tek Boyutlu İnsandan Duyulmayan Anlam Çığlığı*:
YABANCILAŞMA(1)
DünCogitoergo sum - Düşünüyorum Öyleyse Varım “Descartes
BugünTüketiyorum Öyleyse Varım
Bauman; günümüz tüketim toplumu tüketicisinin, bu zamana kadar görülen herhangi bir toplumdaki tüketiciden tamamen farklı olduğunu söyler. Filozoflar, şairler ve ahlak hocaları, insanınyaşamak için mi çalıştığını, yoksa çalışmak için mi yaşadığını sorgulamışlardır, ancak günümüzde bu anlamda en çok hissedilen ikilem insanın yaşamak için mi tükettiği, yoksa tüketmek için mi yaşadığıdır.
Montaigne yaşamın nimetlerinden, güzelliklerinden ve hazlarından faydalanmak gerektiğini, ancak gerçek erdem sahibi insanın her ne kadar kudretli, zengin bilgili olmak istese de,ya da kendi deyimiyle mis kokulu yataklarda yatsa da, bu nimetleri ölçülü kullanan ve gerektiğinde yiğitçe bırakıp gidebilen insan olduğunu söyler…
Günümüz insanı tüketimini, ihtiyaçları doğrultusunda değil; kimlik-statü oluşturmak, boş zamanını değerlendirmek amacıyla gerçekleştirmektedir. Tüketim faaliyetleri, kozmopolit kent yaşamında, değer ve kültüründen uzaklaşmış kent insanının diğer insanlarla meta üzerinden ortaklaşma ve aidiyet ihtiyacını gidermektedir.
Ancak tüketerek yaşamın anlam boşluğunu (görece) dolduran, marka ile yaratılan kimlikler üzerinden statü arzulayan, metalar üzerinden aynı sınıfa dahil olduğunu düşünen (bu yolla yabancılaşmasına çözüm arayan) insan, ne kadar tüketirse tüketsin memnuniyetsizliğini ve tatminsizliğini giderememektedir.
ANLAMSIZLIK VE YABANCILAŞMA
Melvin Seman, sosyo-psikolojik yaklaşımla yabancılaşma kavramını tanımlarken, anlamsızlık duygusunu yabancılaşmanın alt kategorisinde değerlendirir, anlamsızlık; bireyin neye, hangi doğrulara inanacağı ve bağlanacağını bilmeme halidir. Anlamsızlık duygusunda herhangi bir konuda karar verebilmek için bireyin değerler dünyasında en düşük düzeyde dahi bir kesişme ve bütünlük yoktur (Göktürk&Günalan, 2006: 127-143). Yabancılaşma kavramını konusu olarak kabul eden yaklaşımlar (sosyo-psikolojik ya da politik-ekonomik) çerçevesinde “anlamsızlığın” özellikle günümüz modern insanı için en önemli psikolojik sorunlardan biri olduğunu söyleyebiliriz.
Yabancılaşma Marx’a göre insanların özündeki insansal yanlarını yadsıyarak ezen toplumsal yapıların bir sonucudur, kapitalizmin toplumsal ve iktisadi düzenlemelerine içkin olan nesnel bir durumdur (Marshall, 2003: 788-799). Var olan üretim sistemi içerisinde, ödül ve cezaya dayanan işleyişin bir parçası olan birey, etki, karar verme ve sürece dahil olma niteliklerini yitirdiğinden sadece bir aracı konumuna düşmektedir (araçsallaşmaktadır). Modern kentin özellikle çalışma (iş) ve günlük sosyal yaşam ritminde,içinde büyüdüğü küçük topluluğun değerler sistemine ait bir benzerlik bulmakta zorlanan birey var olan sisteme tutunamayarak itilmekte ve yabancılaşmaktadır.
Kapitalist Endüstriyel Üretim Sisteminde yaşam monoton ve standarttır bu durum, “ortamın aynılaşması” sonucunu doğurur. Üretim ilişkileri sonucunda araçsallaşan ve değer sistemine yabancılaşan sınıflar; işçiler, memurlar, çiftçiler, öğrenciler ve küçük burjuvalar olarak adlandırılabilir (Horkheimer, Adorno, 1996: 22; aktaran Kızılçelik, 2003: 89-94). Burada toplumun neredeyse tümünden bahsedilmektedir. Sayısal büyüklük göz önüne alındığında bahsedilen durumun ayrıca kitlesel boyutu da öne çıkmaktadır.
İnsan sürekli bir anlam arayışı içindedir, Abraham Maslow’un deyişiyle; “anlam insanın temel düşüncesidir”. Sigmund Freud, Prenses Bonaparte’e yazdığı mektupta söyle demektedir; “Kişi yaşamın anlamını veya değerini sorguladığı an, hastadır”. Anlamsızlık duygusu, varoluşsal boşluk, kitle nevrozu olarak adlandırılacak kadar artmakta ve yaygınlaşmaktadır. Aradığı anlamı bulması halinde bir insanın, acı çekmeye, özveride bulunmaya, hatta gerekirse bu uğurda hayatını vermeye hazır olduğu, modern zamanlarda görmezden gelinmiş, ya da unutulmuştur. Tersine eğer bir anlam yoksa kendi hayatına son vermeye eğilimli olur ve bütün ihtiyaçları giderilse bile buna razı olur. Bir Amerikan Üniversitesinde intihar girişiminde bulunan 60 öğrenci üzerinde anket yapılmış ve bu öğrencilerin yüzde 85’i intihar girişimlerine “yaşamın anlamsız gözükmesini” göstermişlerdir. Ancak daha da önemlisi, yaşamı anlamsız gören bu öğrencilerin yüzde 93’ünün “aktif sosyal bir yaşamları vardır, akademik performansları yüksektir ve aileleriyle ilişkileri iyidir” (Frankl, 1999: 15-25).
Buradan insanın yaşadığı anlam boşluğunun yalnızca ekonomik bunalımlar sonucu değil, yaşam içerisinde var olabilme, yaşam itkisini bulacağı anlamlı bir oluş içinde bulunabilme kendini gerçekleştirebilme sorunsallarından kaynaklandığı sonucuna varılmaktadır.
Dünya edebiyatında da bireyin içine düştüğü yabancılaşma, tutunamama ve araçsallaşma ve yaşamın anlamsızlaşması örneklerine rastlanmaktadır. Madame Bovary, (Gustave Flaubert, 1857), özendiği burjuva yaşantısının içinde hiçbir zaman yer edinemeyeceğini anladığı an, içine düştüğü çıkmazdan intihar ederek kurtulmayı seçmiştir. Suç ve Ceza’da (Fyodor M. Dostoyevski, 1866) Raskolnikov’un öldürme eylemi; “Napolyon gibi bir yükseliş mümkün müdür?” sorusu yerine yabancılaşan, yaşamının anlamını kaybeden, umutsuzluğa düşen insan “Var olan sistem içerisinde, yükselebilmek için bir insanı öldürmek de dahil neleri göze alır?”sorusuna cevap bulma girişimi olarak değerlendirilebilir.
Kafka’nın Gregor Samsa’sı da (Değişim, 1912) bü- rokratik çarkın memurlarından birisidir. Kendisini araçsallaştıran kapitalist toplum düzeni ve çıkar ilişkileri içinde yaşadığı açmazlar sonucu bir böceğe dönüşürken ya da dö-nüştüğünü hissederken (yabancılaşırken), artık işe yaramaz hale geldiği için (üretim-tüketim sisteminin dışında kaldığından) ailesi tarafından bile ölüme terk edilmektedir. Sistem kendisine uyum sağlayamayan bireyin yerini hemen yenileri ile doldurmaktadır.
Gregor Samsa’nın bir böcek olarak uyandığında düşündüğü tek şey, bir memur olarak sadece bürokratik düzenin ona öngördüğü görevini yerine getirmektir ve o, bunu yapamadığı için suçluluk hissetmektedir. Marx, araçsallaşmış ve dolayısıyla yabancılaşmış insanların, içine düştüğü bu durumu, ekonomi ve ahlakın birbirinden ayrılması ya da kopması olarak nitelendirmektedir (Kılınç, 2008: 220-235).
Peki insanı yabancılaştıran, araçsallaştıran sistemin dinamiklerive oluşum sürecini oluşturan temel ekonomik-toplumsal-kültürel değişimler ve etkileşimler nelerdir?
TÜKETİMİN KÜLTÜR VE DAVRANIŞ OLARAK YERLEŞİKLEŞMESİ; KAPİTALİZM
İnsanlar, 20. yüzyılın başına kadar ihtiyaçlarını kendi üretimleri üzerinden gidermişlerdir. Bu bağlamda, ihtiyacı kadarını üretme, geçimliği kadar çalışma ve elde ettiğiyle tatmin olup yetinme, “sanayi öncesi toplumun doğal insanının” ortak özelliğini yansıtırken; bir ücret karşılığında emeğini sunma, mümkün olduğunca çok çalışma ve bunun karşılığında belirlenen bir bedeli alma, “sanayileşme dönemindeki insanın” uymak zorunda olduğu normları oluşturmaktadır.
Kapitalizm ve sanayileşme sürecinin üzerine konumlanan “çalışma etiği”,insanlara durmaksızın çalışmayı ve üretmeyi öğütlemektedir (Bauman, 1999: 14-16; aktaran Şentürk, 2008: 221-239). (Bu sistemde “işsiz” kalan birey kendisini yenilmiş ve faydasız hisseder) Eski toplumlardaki günlük yaşam ritminin doğallığı ve sadeliği, çağdaş-modern toplumlarda yerini;endüstriyel çalışma ritmi, bireycilik ve yabancılaşma sonucu karmaşık bir hayat ritmine bırakmıştır.
Günümüz modern insanının yalnız oluşu, toplumsal bağlarından kopuk yaşayışı, etik ya da dini anlam çerçevelerinin sağlam olmadığı ekonomik ve sosyal ilişkiler ağı, kırılmaya uygundur. Bu kaynaklardan elde edilen inanç boşluğu, yirminci yüzyıl başlarında kitle iletişim araçlarıyla ve tüketimle doldurulmaya başlanmıştır (Marchand, 1985: 13-14; Ewen, 1976: 44; aktaran Yavuz, 149-161).
Kapitalist sistemde somut ihtiyaçlar yerini soyut ihtiyaçlara bırakmıştır. Soyut nitelik kazanan bu ihtiyaçlara yönelik satın alma isteğinin kimi ideoloji ve yeni değerlerle canlı tutulması gerekmektedir. Kapitalist sistem; “prestij” “hız” “güzellik” “güç” “başarı” vb. gibi kutsadığı bu kavramları, satmak istediği ürüne mal ederek tüketim toplumu ve kapitalizmin doğası gereği yeniden ve yeniden, kimi zaman ise başka kavramlarmış gibi göstererek satmaktadır. “Geçicilik” ve “hız” kavramları sistemin temel bileşenlerinde.
* Araş. Gör. Ürün Anıl Özdemir(İstanbul Kültür Üniversitesi)
* HerbertMarcuse, (1968). One Dimensional Man(Tek Boyutlu İnsan). Boston: Beacon Press & Victor E. Frankl, (1999).Duyulmayan Anlam Çığlığı Psikoterapi ve Hümanizm. (Çev.: Selçuk, B.). Ankara: Öteki Yayınevi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.