Her satırından gizem fışkıran ‘dehşet verici’ bir kitap. Kitabın önsözünde Giovanni Scognamillo: “Eco’nun gizemcilik konusunda ki engin bilgisini kıskanmamak mümkün değil.” diyor.
Kitap özetle 600 yıllık bir planı, dünya erk’ini ele geçirmek için kurgulanmış dehşet verici metafizik/mistik bir komplo’yu anlatıyor. Dünya ve bilim tarihinde yapılan bu 600 yıllık gizemli yolculukta neyin gerçek, neyin hayal, neyin masal, neyin efsane, neyin kurgu, neyin ‘fantastik’, neyin ‘reel’, neyin‘irrasyonel’, neyin büyü, neyin bilim olduğu Eco’nun sayfalarında ve okuyucunun zihninde iyice karışıyor. Kitabı okurken sık sık kendimizle çelişkiye düşmemiz, şüpheler içinde kalmamız mümkün.
Yazar, daha öne hiç duyulmamış şeyleri duyuruyor, hiç konuşulmamış konuları tartışıyor: Tapınakçılar, Agarttha, Hermes, Gül-Haç, Oyuk Dünya, Tibet, Bilinmeyen Üstünler, Sefirot, Bafomet, Kabala, Piramitler, UFO’lar, Gizli Bilimler, Simya...vs. Ve bu birbirinden habersiz ve bağımsız olgular arasında bağlar kuruyor.
Eğer size birileri mesela Tapınak Şövalyeleri’nden bahsediyorsa veya siz Tapınakçılardan bahseden bir kitap okuyorsanız biliniz ki bahseden ve yazan kişinin kaynağı bu kitaptır. Zengin bir kitap. Öyle bir zenginlik ki ülkemizde çeşitli konularda (mesela yahudilik, masonluk vb.) derdi, sıkıntısı, saplantısı, takıntısı ve önyargısı olan pek çok yazar ve yazar namzeti bu kitapla akacak yepyeni ve güçlü bir mecra buldular. Ama hiç birisi Eco’ya teşekkür etmedi. Hiç birisi “Ben dün sağda solda gezen bir tiptim. Bu kitabı okudum ve hayatım değişti. Şimdi gazeteci-yazar olarak anılıyorum” demedi. Daha önce hiçbir yerde duymadıkları olay, kişi, kelime ve kavramları ilk defa bu kitapta okudular oysa... Bunları taklitlerinden ve “şerh”lerinden sakınınız, diye söylüyorum.
Kitapta her bölümün başında Eco’nun binlerce ciltlik uzman kütüphanesindeki nadide kitaplardan derlenmiş alıntılar var. Bu alıntılar dehşeti biraz daha arttırıyor, kitabın gizemine gizem katıyor.
Eskiden (mesela 70’lerde) çok okunan, beğenilen, başucu olarak kabul edilen bazı kitapların, günümüzde, tedavülden kalkmış paralar gibi hiçbir değeri ve önemi kalmamıştır. Gerçeğe ulaşmak kolay değildir ve gerçeğin tek bir rengi yoktur.
Kitap ancak “komplo teorisi” olarak yaftalanabilir. Büyük bilim felsefecisi Karl Popper’e göre komplo teorilerini sağlıklı olmayan zihinler kurgular. Komplocular doğadaki veya tarihteki, birbirinden habersiz ve birbirinden bağımsız milyonlarca olaydan kafalarındaki şablona uyanları seçerler.
Eco’nun dediği gibi; “...çünkü insan isterse, her zaman, her yerde, her şeyle her şey arasında bağıntılar bulur; dünya ansızın, her şeyin her şeye yollama yaptığı, her şeyin her şeyi açıkladığı bir akrabalıklar ağına dönüşür...” (s.434) Eco çok espirili ve derinlere inerken espiritüelliğinden bir şey yitirmiyor.
Gerçeğin en “net fotoğrafına” ulaşmak için farklı açılar öneriyor Eco; “bütün bir bilim tarihinin yeniden okunması gerekiyordu” (s.437) “Shakespeare’in tüm yapıtlarını yeniden okumalıyız; kesinlikle plan’dan başka bir şeyden söz etmiyordu bu yapıtlar.” (s.378)
Eco, 1980’de yayımlanan Gülün Adı romanı ile şöhret olmuştu. Foucault Sarkacı’da 1988’de yayımlanan, yazarın ikinci romanı. Türkçe’ye 1992’de çevrildi. Yayın organlarında kitaptan bahsedilmesi (yani benim dikkatimi çekmesi) 1996’dan sonra... Ben ancak 1998’de okuyabildim. Büyük gecikme...
Eco, kitabın filme çekilmesi için yapılan teklifleri uzun süre kabul etmemişti. Hatta reddettiği yönetmenler arasında rahmetli Stanley Kubrick ve Milos Forman gibi büyük ustalar da vardı. Ama sonunda ikna olmuş olacak ki romanın filme çekilmesi için “Fine Line” şirketiyle anlaştığı basına yansımıştı. Hasretle, merakla bekliyoruz...
Atv’de G.A.G programını sunan Gülse Birsel şöyle diyor: “Umberto Eco (ki kendisinin romanlarını özellikle Faucoult’nun Sarkacı’nı fenalık geçirerek bitiremeyen ben, makale ve denemelerinin hastasıyımdır) bir yazısında....” Sizde Gülse hanım gibi, şen, şakrak ve de matrak bir hanım iseniz adı geçen kitaptan sıkılabilirsiniz.
Kitaptan bir alıntı ile bitirelim; “Büyü dünyasını, bugün olgular dünyası dediğimiz dünyadan ayırmak gittikçe daha güç oluyordu benim için. Okulda, matematik ve fiziği aydınlattıklarını öğrendiğim kişiler, boşinanların karanlığında yeniden karşıma çıkıyorlardı. Onların bir ayakları Kabala’da, bir ayakları labaratuvarda çalıştıklarını keşfediyordum. Tarihi şu bizim Şeytancılar’ın gözüyle yeniden mi okuyordum yoksa? Ama ardından, olgucu fizikçilerin, üniversiteden çıkar çıkmaz medyum seanslarına, yıldızbilim çevrelerine nasıl bulaştıklarını, Newton’un evrensel çekim yasalarına, gizli güçlerin var olduğuna inandığı için (onun, Gül-Haç evrenbilimi alanındaki araştırmalarını anımsıyordum) ulaştığını anlatan kuşku götürmez metinlere rastlıyordum. Bilimsel kuşkuyu ilke edinmiştim, ama bana kuşku duymayı öğretmiş olan hocalarıma bile güven duymaz olmuştum şimdi.” (S.341)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen Yorumunuzun anlaşılır ve imla kurallarına uygun olmasına dikkat ediniz.